Yazının icadıyla tüm toplumun okuryazarlığın nimetlerinden biranda yararlanmaya başladığını düşünmek oldukça yanlış. Bir önceki yazıda değinmeyi ihmal ettiğim önemli bir ayrıntıya bu noktada değinmek istiyorum. Konuşma ediminin kendisi de bir gün içerisinde gelişen ve ortaya çıkan bir durum değildir.

Neden dil öğrenmiyoruz? Bölüm-II Bireysel bir kurtuluş yok

İsa’nın doğumundan tam 3000 yıl önce Mezopotamya, Mısır ve Sümer uygarlıklarında yaşayan insanlar yeni bir atılımın eşiğindeydi. Yazı olarak bilinen bu gelişimin sınıflı toplumun bir zorunluluğu olarak ortaya çıktığını düşünebiliriz. Yükselen tahıl depoları, taşan nehirler ve aklınıza gelebilecek tüm bu zorluklar hakkındaki deneyimlerimizi kayıt altına almak zorundaydık. İnsanlık tarihinde karşılaşılan zorunluluklar ve onlara karşı üretmiş olduğumuz çözüm yollarının geleceğimizi şekillendirmede önemli bir uğrak olduğunu unutmamalıyız (bu sınıfsal zorunluluklar da olabilir). Neil Faulkener, bunu tarihin üç itici motoru biçimimde özetler: Tekniğin gelişmesi, rakip yöneticiler arasındaki rekabet ve sınıflar arasındaki mücadele. Bu üç eytişimsel ilişkinin insanlığın atılımlarını yönlendirdiğini söyleyebiliriz.1

Yazının icadıyla tüm toplumun okuryazarlığın nimetlerinden biranda yararlanmaya başladığını düşünmek oldukça yanlış. Bir önceki yazıda değinmeyi ihmal ettiğim önemli bir ayrıntıya bu noktada değinmek istiyorum. Konuşma ediminin kendisi de bir gün içerisinde gelişen ve ortaya çıkan bir durum değildir. Burada insanın biyolojik evrimi ve dilin anlamlı sesler çıkaracak biçimde gelişmesi, bildiğimiz anlamda bir iletişim kurulmasında önemli bir eşik; kısacası hiçbir gelişim idealist felsefenin uydurduğu gibi mucizelerle açıklanabilecek bir şey değildir. Okuryazarlığın toplumsal süreci de bu şekilde sancılı ve uzun erimli bir süreçtir. “Sümerler,  Mısırlılar,  Hititliler ve  Çinliler bir  anlamda okuryazardırlar  ve  bunların  yönetim  ve  teknolojideki  büyük  ilerlemelerinin,  kuşku  yoktur  ki,  bir  yazı  sisteminin  icadıyla  bağlantısı bulunmaktaydı; ama onların iletişim sistemlerinin sınırlamaların bizimkilerle karşılaştırdığımızda, okuryazarlığın bu toplumlarda toplam nüfusun görece küçük bir oranıyla kısıtlı olduğunu belirtmek için bu toplumları ‘ön-okuryazar’, hatta ‘oligo- okuryazar’ toplumlar olarak nitelemek daha betimleyici olabilir” (Goody ve Watt, 2010: 134).2

Ön okuryazar toplumlarda şanslı bir köle değilseniz okuryazarlık gibi özel bir beceriyi kazanabilmeniz imkânsızdı. İlk evrelerinde yazıyı öğrenmek ve bunu tutarlı bir edime dönüştürmek gerçekten zor ve yoğun çaba isteyen bir süreçti. Örneğin: Çin yazısında okuryazar seviyeye ulaşabilmek için bir kişinin asgari olarak 3000 karakteri öğrenmiş olması gerekiyor. Tam okuryazar düzeye gelmek için ise 50.000 karaktere hâkim olmak ve bunları tam olarak bilmek, kişiyi ancak okuryazar yapabilmekteydi. Doğal olarak antik dönemde Çin coğrafyasında yaşayan bir kişi okuryazar olabilmek için ortalama 20 yılını feda etmek zorundaydı (Goody  ve  Watt, 2010: 135).

Antik Yunan’da yaşanacak değişim, bu öğrenim sürecindeki zorluğu büyük oranda aşmamızı sağlayacaktı. Doğa filozoflarının insanlığa yeni bir pencere açtığı bu coğrafyada güçlü bir dil devriminin de yaşandığı söylenebilir. Alfabenin bugün bildiğimiz anlamda bulunuşu da bu devrimin gelişimiyle ilişkilidir (İ.Ö. 1500-1000 arasında). Yunanlılar, yeni yazı biçimini geliştirirken Sami yazı sisteminden etkilenmişlerdir. “Alfabe, kültürel yayılımın en üstün örneğidir. Tüm mevcut veya kaydedilmiş alfabeler, ikinci bin yıl boyunca gelişmiş olan Sami hece işaretleri dizilerinden türemektedir” (Goody ve Watt, 2010: 138-139). Alfabenin gelişimi ve yazının geçirdiği bu önemli değişim, okuryazar bir toplum yaratmaya dönük atılmış ilk ciddi adımlardan birisidir. Karmaşık yazı sisteminin basitleştirilmesi antik Yunan’da okuryazarlığın öğrenilmesini dört yıla kadar düşürmüştür. Elbette sadece bu gelişmelere bakarak genel olarak toplumun tamamen okuryazar olduğunu çıkarsamak doğru değil. Bunun sadece atılan bir adım olduğunu unutmamak gerekir. Sınıfların ihtiyaçları ve bu sınıfların kendi aralarındaki mücadeleleri artık diğer dış etkenlerden daha belirleyici olmaktadır. İnsanlığın ileriye doğru atacağı adımlar tamamen bu sınıf mücadeleleriyle ilişkilidir (Goody ve Watt,2010).

Bu yüzden özellikle bulunduğumuz uygarlık aşamasında topluma propaganda edilen bireysel başarı ve kahramanlık öykülerinden daha başka bir noktaya bakmak zorundayız.3 Kitle iletişim araçlarından yayılan bu bireysel başarıların hiçbir bilimsel gerçekliği yok. Özetle bu yazının sonunda kendi kişisel çabalarımı ve çalışmalarımı okura tavsiye etmek gibi bir niyetim yok. Dil öğrenmek, matematik, edebiyat ya da felsefe öğrenmek asla bir bireyin tek başına idare edebileceği bir mesele değildir. Eğer böyle olsaydı okulları inşa etmemizin de bir anlamı olmazdı. Burjuvazinin her şeyi piyasanın kontrolüne açması onun sınıfsal karakteri gereği oldukça olağan bir durumdur. Kapitalizmin geldiği aşamada nitelikli ve eğitimli bireylere ihtiyaç duymadığı ve işçi sınıfının çocuklarına yönelik eğitim veren kamu kuruluşlarının içinin boşaltıldığı tüm dünyada giderek önemini hissettiğimiz bir problem. Çevirmen Hazal Yalın ile dil konusunda yaptığımız tartışmanın sonunda çözümlerin genel anlamda aynı noktada buluştuğuna tanıklık ettim. Öncelikle şunun cevabını en başta vermek isterim, dil öğreniminin geliştirilmesine dair bulduğumuz tüm çözüm yollarının bu sistemde bir karşılığı yok. Yani halihazırda kapitalist sistemin eğitime dair ‘radikal’ değişiklikler yapması imkânsız. Eğitimdeki sorunların çözülebilmesi için planlı bir ekonominin ve insani gelişimi önceleyen bir sistemin olması gerekiyor, yani sosyalizmin. Dil eğitiminde tartıştığımız tüm kilit meselelerin düğümlendiği yer kapitalist sistemin kendi varlığı. Temeldeki tüm bu kilit problemlerin neler olduğunu tek tek açmayacağım. Bunları bir kenara bırakarak, kısa bir biçimde ürettiğimiz çözümleri şu şekilde sıralayabilirim:

  • Kişiler her şeyden önce kendi anadilini tam olarak öğrenmeye gayret göstermeli. Kendi dilinde gramer bilgisine hâkim olan bireyler yeni bir dili öğrenirken daha az zorluk çekiyorlar.
  • Tek bir dilin öğrencilere dayatılması çok yanlış. Başka dillerin öğrencilere sunulması ve bu tercihin bilimsel veriler ışığında yapılması gerekiyor. Hegemonik ilişkiler nedeniyle İngilizcenin tek dil olarak ‘zorunlu’ bir biçimde dayatılması öğrenmeyi zorlaştırıyor. Bu yüzden yabancı dil öğrenimi dendiğinde akla sadece İngilizcenin geliyor olması çok yanlış. Hazal Yalın, özellikle Türkçe’nin kendi dil ailesi içerisindeki diğer dillerin de öğrenciler tarafından rahatlıkla öğrenilebileceğini düşünüyor. Belki buradan hareketle ‘Fince’ öğrenmek iyi bir seçenek olabilir.
  • Dil konusunda özellikle sosyal medyada dolaşan efsanelere odaklanmamak gerekiyor. İlk yazıda da belirtildiği gibi buradaki üretimlerin çoğu reklam içerikli ve sizlere işe yaramaz ürünleri satmayı hedefliyor olabilir. Burada ‘sosyal medyadaki içerikler tamamen içi boş içeriklerdir’ demek istemiyorum. Sadece dikkatli olmak ve şüpheci yaklaşmak gerektiğini söylüyorum.

Yukarıdaki kısa önerilere daha kapsamlı ve detaylı öneriler eklemek istemiyorum. Bir şey öğrenmek kolektif ve toplumsal bir faaliyettir. Bu sebeple özellikle eğitim alanında yapılacak tüm şahsi yorumlar bizi tuzağa ve okuyucuyu da yanlışa sürükleyebilir. İşçi sınıfı olarak dayanışmayı arttırmak ve bir arada durmak zorundayız. Bu bizleri güçlü ve ayakta tutacak. Kurulacak olan semt evlerinde üniversite öğrencilerinin, ataması yapılmayan öğretmenlerimizin gençlerimize daha nitelikli bir eğitim verebilmesini örgütleyebiliriz. Hatta bu dayanışmayı geliştirebilirsek ataması yapılmayan öğretmenlerimize kendi alanlarında nefes alabilecek ücretleri ve imeceyi bir şekilde yaratabiliriz. Yalnız başına bir dili belirli bir seviyeye kadar belki öğrenebilirsiniz. Ancak bir aşamadan sonra yabancı dil öğretmenlerine ihtiyaç duyacaksınız. Çünkü özellikle dil; dinlemeyi, konuşmayı ve yazmayı gerektiren sosyal bir faaliyet. Sadece dinleyerek ya da izleyerek kesinlikle geliştirilemeyecek bir edim. Bu satırları soykırımlardan geçmiş ve büyük trajediler yaşamış bir ülkeden yazıyorum. İrlanda’nın kendine ait bir dili var; ama aynı zamanda böyle bir dil yok. Sokakta, markette ya da kafelerde İngilizce konuşuluyor. Bir ulusun her sabah yeniden uyandığında aynı acıyı yaşadığını hissetmek gerçekten üzücü.4 Tüm bunlara şahit olduğunuzda Türkçe konuşabildiğiniz için kendinizi şanslı sayabilirsiniz. Ancak o şansın gökten zembille inmediğini ve yoksun Anadolu halkının kurtuluş mücadelesi sonrası elde edildiğini asla unutmayın. Evet, kendi dili olmayan bağımsız bir İrlanda Cumhuriyet’inde yaşıyoruz. Yaşanılan trajediyi İrlanda yurttaşları açtıkları pankartta şu şekilde özetliyor:

“Dili olmayan bir ülke, ruhu olmayan bir ülkedir!”

  • 1. Faulkner, Neil (2016). Marksist Dünya Tarihi. Çev: Tuncel Öncel. İstanbul:Yordam Kitap.
  • 2. Goody, Jack ve Watt, Ian (2010). Okuryazarlığın Sonuçları. Erol Mutlu (Der.), Kitle İletişim Kuramları (123-174) içinde. Ankara: Ütopya Yayınevi.
  • 3. Bir köşe yazısının kapsamı sınırlıdır, bu yüzden her şeye layığıyla ve bilimsel açılardan değinebilmek imkânsız. Bu yazıda tartışılan konulara ilişkin daha derinlemesine bir okuma yapmak isteyen okurun Bilim ve Aydınlanma Akademisinin hazırladığı ‘Hangi öğrenciler matematikte sıfır çekiyor ve neden?’ başlıklı solda yayınlanan raporu okumasını öneriyorum (Y.N.). https://sol.org.tr/mdt/hangi-ogrenciler-matematikte-sifir-cekiyor-ve-ne…
  • 4. İrlandaca (Gaelige), Hint-Avrupa dil ailesinin Kelt dilleri koluna ait bir dil. İrlanda'nın,[1] Birleşik Krallık'a bağlı Kuzey İrlanda'nın ve Avrupa Birliği'nin resmî dilidir. İrlandaca, Batı Avrupa'da halk dili kullanılarak yazılmış en eski edebiyata sahiptir. İrlanda'da halkın %36'sı İrlandaca konuşabildiğini belirtmiştir. Buna rağmen günlük dil olarak İrlandaca Gaeltacht adı verilen ülkenin batı kıyılarındakı bazı bölgelerde yoğunlaşmıştır ve genel halkın sadece %1.8'i İrlandacayı günlük bir şekilde kullanmaktadır.[2] Galway, Kerry, Cork ve Donegal, Waterford'un küçük bir kısmı, Mayo ve Meath bölgelerinde anadil, İrlanda'nın geri kalan birçok bölgesi için ikinci dil olarak geçmektedir (wikipedia,2020).