Yolsuzluk, hırsızlık suçtur, cezası kanunlarla belirlenmiştir. İsraf ise günahtır. Yaptırımı tanrıya, onun öte dünyasına bırakılmıştır.

Müsrif hırsız!

Kamu yöneticisi görevini kötüye kullanıp çıkar elde ediyorsa bunun adı yolsuzluktur. Kaldırılmadıysa hâlâ, kanunlarda yeri var.

Çok renkli, çok çeşitli bir suçtur. En basit basit tanımı "kamu gücünün özel çıkarlar için kötüye kullanılması” şeklinde. Ancak özel çıkar yolsuzlukta şart değil, yapılmasından maksat politik kazanç elde etmek de olabilir. Kamu görevlilerinin yapılmaması gereken işlemleri yapmaları ya da yapmaları gereken işlemleri çabuklaştırmaları karşılığı çıkar sağlamalarını böyle adlandırıyoruz. "Kamu görevlisinin maddesel ve maddesel olmayan çıkarlar için yetkisini yasal düzenlemelere aykırı biçimde kullanması"dır. Rüşveti, zimmete para geçirmeyi, “irtikap”ı, “memuriyet ve mevkiin nüfuzunu suiistimali” ve “memuriyet vazifelerini yapmama" gibi davranışların tümünü kapsar. 

Maddi çıkar olmadan yapılan çeşitleri de var. Kayırmacılık başlığı adı altında topluyoruz. Akraba kayırmacılığı (nepotizm), eş-dost kayırmacılığı (kronizm), siyasal kayırmacılık (partizanlık) gibi alt türleri, patronaj, oy ticareti, lobicilik gibi inceltilmiş biçimleri var. Hepsi birlikte yolsuzluktur, ağır suçtur.

***

Bütün bu kavramların köklerinin bir şekilde dine dayanmasını da rastlantı sayamayız. Cumhuriyetten önce gelen “dine dayalı” eski eşitsizlikçi toplumlar yolsuzlukta, rüşvette, hırsızlıkta çok ilerlemişti. Mesela nepotizm kavramı Kilise babalarının üst düzey görevlere niteliksiz yeğenlerini atamasından türemişti. Allahtan korkmayan bu ahlaksız papazlar iktidarın da ortağı olduklarından herhangi bir yaptırımla karşılaşmıyorlardı. Fakat ebleh yeğenler devleti o kadar yozlaştırdılar ki, Fransız Devriminde kellelerini giyotinle ayırıp sepetlere doldurdular. Nepotizme radikal bir reddiyedir.

“Rüşvet” ise Arapça; belli ki onlardan öğrenmişiz. Selçukluda ve Osmanlıda çok yaygındı. Bir bakıma o da Bizans bakiyesi sayılır. Osmanlıda “inşallah-maşallah” diyerek halktan ne koparıyorlarsa cebe indiriyorlardı. Çok yaygınlaşınca “bahşiş” adı altında meşrulaştırdılar. Zamanla kural oldu. Padişahlar tahta çıktıklarında ayaklanıp tatsızlık çıkarmasınlar diye Yeniçerilere rüşvet dağıtırlardı; tumturaklı adı “cülus bahşişi”dir. 

Divan şairi Fuzuli, bütün fuzuli tipler gibi Osmanlıya yazdığı kasideler karşılığında aldığı maaşla geçiniyordu. Ancak Sarayın rüşvetçi kapıkulları Fuzuli'ye 9 akçeyi vermeyi fuzuli buldular, el koydular. O da oturup bir “Şikayetname” yazdı. “Selâm verdim rüşvet değildir deyü almadılar” diye başlıyordu. Saraydaki yolsuzlukların ilk tutanağıdır ve esinini rüşvetten-yolsuzluktan almıştır. “Kanuni” Süleyman döneminde yazılmıştır, anlattığı devletin her yanını sarmış kanunsuzluktur!

Anlaşılacağı gibi İslamcıların “ecdadımız” diye ayılıp bayıldıkları Osmanlı toplumu tıpkı bugün yarattıkları ülke gibi bir rüşvet ve yolsuzluk cennetiydi. Devlete kapıkulu yazılmakta rüşvetten başka hiçbir yol ve kural yoktu. Bütün memurluklar rüşvetle dağıtılıyor, gelen memurlar da verdiği rüşveti tahsil etmek için rüşvet alıyordu. Rüşvet kapısının kapanması ancak 19. yüzyılda padişahın yetkilerini sınırlayan anayasacı hareketlerin ortaya çıkmasıyla mümkün oldu. Çünkü en büyük hırsız padişah koltuğunda oturuyordu. Bizim Meşrutiyet, Hürriyet ve Cumhuriyet davamız aynı zamanda halkın vergilerini yağmalayan hırsızları durdurma davasıdır. 

***

Anayasa ve yasa yoksa kural da yoktur. Kuralın silindiği ve yerini inancın doldurduğu toplumlar rüşvet ve yolsuzluk denizinde boğulur. Hırsız kamu yöneticisini “günah” diyerek durdurmanız mümkün değildir çünkü. O nedenle kamu yöneticilerinin görev ve yetkileri laik yasalarla etraflıca belirlenmiştir. Amaç hırsızlığa yolsuzluğu mahal verilmemesidir. 

Anayasayı, yasayı rafa kaldırdınız, hukuku sildiniz mi yolsuzluk da “israfa” dönüşür. İsraf dinseldir. “İnanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşru olmayan amaçlar için saçıp savurmayı” ifade eder. Yapana müsrif denir. Kamu yöneticisinin israf ettiği varlık kamunun malı olduğundan, müsrif aynı zamanda bir hırsızdır!

Yolsuzluk, hırsızlık suçtur, cezası kanunlarla belirlenmiştir. İsraf ise günahtır. Yaptırımı tanrıya, onun öte dünyasına bırakılmıştır. 

Örnek olsun; bir kamu yöneticisinin kaç uçağı, kaç lüks aracı var bilinmiyorsa buna israf diyemeyiz. Devletin bütün ihaleleri üç beş müteahhitte gidiyorsa, kamu kaynakları uyduruk vakıflara aktarılıyorsa bu israf değildir. Kamu yararına bir dernek yandaş şirketin yandaş vakfa yapacağı bağışa aracılık edip vergi kaçırıyorsa buna israf denilemez. 

Haliyle kamu yönetiminde “israf” olmaz. Yolsuzluktur o. Suçtur ve hesabını sormak yerine öte dünyaya havale ederseniz o suça ortak olursunuz. 

***

İsraf, AKP eliyle kamu yönetiminin dinselleştirilmesinin alamet-i farikası haline getirilen bir kavram. Başlarda sadece AKP kullanıyordu, sonra AKP’ye benzedikçe CHP de bu kavramı benimsedi. İsraf dolaşıma girdikçe yolsuzluk da dolaşımdan çekildi. Gelenin gideni mahkemeye değil Allah’a havale etmesinin gerekçesi yaratıldı böylece. AKP’nin arpalığı olan İstanbul Belediyesi’ni devraldıktan sonra CHP’nin tek bir suç duyurusunda bulunmamasının nedeni budur. “İsraf” deyip çıktılar işin içinden. Haliyle müsrif hırsızların cehennemde cayır cayır yanmasını ummak kaldı fukara İstanbullulara. 

İsrafa tav olursanız, ayetli-hadisli kurallara da katlanmak zorunda kalırsınız. Nitekim bu da oldu. Resmî Gazetede yayınlanan “İslami finans kuruluşlarının bağımsız denetimini yapmak üzere görevlendirilen denetçiler için etik kurallar” kutsal kitaba referanslıydı. “Bir Denetçi Allah-u Teâlâ korkusuyla hareket etmelidir” deniyordu. 

Bunlar laikliğin ölüm ilanıdır aslında. Kamu yönetiminde “israf” olmadığı gibi, dini referans da olmaz. Biri yolsuzluk, diğeri Cumhuriyetin ilkelerine saldırıdır. Ağır suçlardır ve hesabını sormak yerine öte dünyaya havale ederseniz o suçların ortağı olursunuz.

***

Kamu yönetimi hızla dinselleştiriyor. Son örneği bu yazıyı yazarken ortaya çıktı. Salgın nedeniyle belli yaşlara konulan sokağa çıkma yasağı Cuma namazı gerekçesiyle esnetilip yok sayıldı. 

İyi de bugün Cumartesi, yarın Pazar. Bu ülkede Sinagoglar da var Kiliseler de. Madem dinselleştirdin kamu yönetimini, kaldır öyleyse salgın gerekçesiyle koyduğun o uyduruk yasağı.

***

Görüyorsunuz, ülke “israf denizinde” yüzüyor. Hukuk devleti tepelendi, müsrif hırsızlar kendi çalıp kendi oynuyor. 

Ama görüyorsanız sorumluluğunuz var. “Günah” deyip tanrıya havale ettiniz mi fuzuli bir Fuzuli’ye dönüşürsünüz çünkü. Şimdi kanunsuz Kanuni’ye şikayetname yazma zamanı değil. Kalkın ayağa!