Düzenin yaşadığı çoklu krizden 'ne yapmalı' sorusuna uzanan bir yol var.

Montrö, Kanal İstanbul ve zevzeklik üzerine tezler

1- İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasından Montrö Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmalarına uzanan bir yol var. Montrö Sözleşmesi’ne dair son tartışmayı, Meclis Başkanı Şentop, İstanbul Sözleşmesi’nden cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çıkılmasına dair kendisine yöneltilen bir soruya karşılık olarak verdiği “cumhurbaşkanı kararıyla Montrö’den de çıkılabilir” minvalindeki cevabıyla açmıştı. Bu yolu siyasal İslam’ın kadın düşmanlığıyla Cumhuriyet düşmanlığı arasındaki bir yere yerleştirebiliriz. 

2- Montrö Sözleşmesi’nden çıkılması tartışmalarından rejimin karakterine uzanan bir yol var. En son örneğini TBMM’de muhalefetin oylarıyla kabul edilmeyen bir yasa teklifinin iç tüzüğe aykırı bir şekilde tekrar oylanmasında gördüğümüz üzere, Meclis’in çoktan devre dışı bırakıldığı, Saray kararnameleri üzerine kurulu bir rejim bu.  

3- Montrö Sözleşmesi’nden yeni-Osmanlıcılığa uzanan bir yol var. Yeni-Osmanlıcılığın Cumhuriyet’ten rövanş almak üzerine kurulu tutumunun merkezinde Cumhuriyet’in hem dış politika anlayışına hem de uluslararası alandaki tanınırlığını sağlayan anlaşmalara dair bir dert bulunuyor. İşte Montrö de o anlaşmalardan biri. Montrö’yü tartışmaya açmak hem yeni rejim inşası sürecinde Cumhuriyet’i tartışmaya açmak, onu hedef tahtasına yerleştirmek hem de yeni-Osmanlıcı söylemi tahkim etmek anlamına geliyor. 

4- Montrö Sözleşmesi’nden Kanal İstanbul’a uzanan bir yol var. Montrö Sözleşmesi tartışmasının uzunca bir süre uykuya yatırılan “çılgın proje” Kanal İstanbul’un yeniden gündeme getirilmesiyle eş zamanlı olarak tartışmaya açıldığını hatırlarsak, ikisini birbirine bağlayan yolu da görebiliriz. 

5- Kanal İstanbul’dan iktidarın inşaata dayalı birikim rejimine uzanan bir yol var. Beton ekonomisinin sonuncu ve en büyük çılgınlığı olarak Kanal İstanbul, ranta açılan topraklardan Katar’a yapılan satışlara, iktidarın ekonomi-politiğinin zirve noktasını oluşturuyor. Kanal İstanbul, beton ekonomisinin “tamam ya da devam” diyeceği son büyük savaş ve topluma anlatıp anlatamayacaklarını hep birlikte göreceğimiz iktidarın son büyük hikâyesi olma niteliğini taşıyor. 

6- Montrö-Kanal İstanbul tartışmalarından Biden yönetiminin küresel stratejisine uzanan bir yol var. Trump yönetimiyle kıyaslanmayacak ölçüde saldırgan bir dış politikanın taşıyıcısı olan Biden yönetiminin ve kendisini buna uyarlayan NATO’nun “yeni Soğuk Savaş” bağlamındaki Rusya’ya yönelik politikalarının somutlaşacağı yerlerden biri Karadeniz olacak ve Kanal İstanbul üzerinden başlatılan Montrö tartışmaları iktidarın Biden yönetimine uzattığı bir zeytin dalı olma niteliği taşıyor. Montrö’nün esnetilmesi ya da ilgasını ve bunun üzerinden ABD’nin/NATO’nun Karadeniz’e girmesini tartışmaya açmayı iktidar bir pazarlık aracı, ABD’ye karşı elindeki bir koz olarak görüyor. 

7- Montrö-Kanal İstanbul tartışmalarından Ukrayna-Rusya gerilimine uzanan bir yol var. İktidarın Kırım meselesindeki Rusya karşıtı tutumundan İHA/SİHA satışına uzanan genişlikteki Ukrayna ile kurmuş olduğu ilişki, emperyalizme Rusya karşısında ne kadar işlevsel olabileceğine dair bir mesaj verme niteliği taşıyor. Ve şimdi Biden yönetimiyle birlikte, artık bunun bir karşılık bulacağı hesaplanıyor. Önümüzdeki günlerde NATO’nun doğrudan Rusya’ya karşı yapacağı son yılların en büyük tatbikatını da, Donbass üzerinden büyüyen gerginliğe dair Batının ve Türkiye’nin ortak tutumunu da buraya eklemek gerekiyor. 

8- Ukrayna-Rusya geriliminde yeni-Osmanlıcılığın aldığı pozisyondan Suriye’ye uzanan bir yol var. Yeni-Osmanlıcılığın Karadeniz’de Rusya’yı sıkıştırmak için attığı her adım kendisine başta İdlib ve Kürt sorunu olmak üzere bir bumerang misali geri dönecek.

9- “Mavi Vatancı” amirallere yönelik operasyondan Avrupa Birliği’ne verilen Doğu Akdeniz mesajına uzanan bir yol var. Sismik gemiler çoktan limana çekilmişken, Mısır’da Sisi’yle bir uzlaşı aranıyorken, Libya’daki hayaller çökmüşken, AB Erdoğan Türkiye’sine yeni bir kredi açmış ve bunun için de ön koşullardan biri olarak Doğu Akdeniz’i koymuşken, AB’ye “Mavi Vatancılara” yönelik bir operasyondan daha iyi bir jest yapılabilir mi? 

10- “Mavi Vatancılar”a yönelik operasyondan ulusalcı zevatın 15 Temmuz sonrası iktidara verdiği desteğe uzanan bir yol var. Yayınladıkları bildiri neticesinde darbecilikle yaftalanıp hedef tahtasına yerleştirilen isimlerin önemlice bir kısmı, iktidarı hem Fethullahçılara karşı hem de “iç politika ayrı dış politika ayrı” söylemiyle Suriye’de, Libya’da ve Doğu Akdeniz’de destekliyor, iktidarın dış politikada anti-emperyalist bir tutum sergilediğini ve Türkiye’nin milli çıkarlarını savunduğunu iddia ediyorlardı. İktidar ise bir tür gönülsüz müttefiklik ilişkisi nedeniyle sırtına yüklenen bu “ulusalcı yük”ten doğru bir zamanlamayla kurtulmaya çalışıyordu.  İktidar bildiriye verdiği yanıtla bu yükten kurtulurken, ulusalcı iddiaların temelsizliği de, Ergenekon/Balyoz’da açığa çıkan kurmay kademesinin siyasi zekâdan yoksunluğu da bir kez daha teyit edilmiş oldu. 

11- Emekli amirallerin bildirisinden düzen muhalefetinin Amerikancılığına uzanan bir yol var. Düzen muhalefetinin özellikle AKP-MHP içinden çıkan kanadı nasıl ki Uygur meselesi ve Çin karşıtlığı üzerinden sürekli ABD’ye “bizi alın” diyorsa, Montrö mevzunda da aynı mesajı verdi. Bildirinin bu saflarda “zevzeklik” ya da “darbecilik” diye nitelendirilmesinin nedenlerinden biri de buydu. 

12- Düzen muhalefetinin bildiriye verdiği tepkiden izlediği sandıkçı stratejiye uzanan bir yol var. Sandıkçı stratejiye aykırı olduğu düşünülen her ses, her hareket, bizzat muhalefet eliyle anında etkisizleştirilmeye çalışılıyor. Toplumsal muhalefetten de pasif bir şekilde sadece sandığı beklemesi isteniyor. Çünkü siyasal alandaki her önemli gelişme, toplumdaki en ufak bir hareketlilik, söz konusu gelişme ve hareketlere muhalefet partilerinin verdikleri tepkiler arasındaki farklara bakarak da anlaşılacağı üzere, kurulan ittifakların nasıl temelsiz ve kırılgan olduğunu, nasıl bir dağılma eğilimi taşıdığını gösteriyor. Dağılmayı engellemenin yolu mevcut statükoyu koruyarak sandığı beklemekten geçiyor. 

13-  Sandıkçı stratejinin “AKP’ye yarar” diyerek atmadığı adımlardan AKP hegemonyasına uzanan bir yol var. Zayıfladığı, yıprandığı, hegemonya tesisinde artık zorlandığı doğru olsa da, AKP hala oyun kurabiliyor, hala karşı-ittifakları dağıtma adımları atabiliyor, reformlardan ya da yeni anayasadan söz edebiliyor. Bunun gerisinde ise muhalefetin atmadığı adımlar bulunuyor. İçeride ve dışarıda bu kadar sıkışmış bir iktidarın bu kadar rahat ve pervasızca hareket etmesinin başka bir açıklaması bulunmuyor.  

14- Montrö ve Kanal İstanbul tartışmalarından Türkiye’de düzenin yaşadığı çoklu krize uzanan bir yol var. Türkiye’nin düzeni dikiş tutmuyor, iktisadi, siyasi ve ekonomik krizin derinleşmesi kaçınılmaz görünüyor. Rejimin bekası ile düzenin bekası arasındaki açı büyüyor. İktidar, farklı sermaye fraksiyonlarının farklı taleplerini aynı anda karşılayabilme gücünü yitiriyor. İktidarın giderek yönetmekte zorlandığı, muhalefetin ise kendisini alternatif olarak sunamadığı, düzenin kriz karşısında daha da çaresizleşeceği bir fetret dönemine doğru gidiliyor.

15- Düzenin yaşadığı çoklu krizden “ne yapmalı” sorusuna uzanan bir yol var. Derin bir krize sürüklenen toplumun arayış içerisinde olduğu ve radikalleşme potansiyelinin arttığı bir dönemde, sandıkçı stratejiyi de düzen içi/sağcı alternatifleri de aşan, sol değerleri toplumla buluşturacak, solu kitleselleştirebilecek bir siyaset için, kamuculuk, halkçılık, laiklik, anti-emperyalizm başlıklarında yan yana gelmek, ortaklaşmak gerekiyor.