Zihin ve bu anlama gelmek üzere psikoloji, psikiyatri de oldukça piyasalaşmış durumda. Kapitalizm zihni çoktan bir piyasaya dönüştürdü. Solcu eleştirinin çok sevdiği ilaç şirketleri, antidepresanlar vs. bunun sadece bir parçası, bir yönü. Hatta bu eleştiri, yani solcu ilaç eleştirisi öyle bir hale geldi ki zihnin piyasaya nasıl da açıldığını örtüveriyor. İlaç eleştiriniz ile hem 'radikal' oluyorsunuz hem de zihin piyasasına dokunmamış oluyorsunuz. 

Modern insanın sıkıntılarını ne çözer?

Tabii ki öyle basit bir yanıtı yok bu sorunun. Ne de olsa sorunun bağlamı da yanıtı da durmadan değişiyor. Köklü başka şeyler değiştiği (ya da değişmediği) için.

Yine de modern insanın sıkıntılarını “devrim” çözer, evrim değil. “Damlaya damlaya” hidayete ermek mümkün olmadığı için. Hidayet için de sıçramalar gerektiği için. Ya da evin önü hesabıyla söylersek herkes kendi zihnini temizlese/düzeltse hayat daha düzgün olmayacak. Tam da bunun için. 

Ama “devrim” de sihirli bir değnek değil. Yani tarihe, topluma dokunacak ve her şey güllük gülistanlık olacak, devrim bu değil. Evet, büyüleyici bir sıçrama ama sihirli değil.

Bu aralar ise malum, herkesin umudu psikolojide. Özellikle de kentli, okuyan ve olan biteni (ya da bir türlü olmayanı ve bir türlü bitmeyeni) anlamaya çalışan bir kesimin umudu psikolojide. Bireysel ve kolektif tüm dertlerin çaresi olarak.

Büyük bir vaadi var psikolojinin; kendisinin böylesi bir vaadi olmasa da “anlamayı ve değişimi” vaat ediyor, vaat etmesi isteniyor. Herkesin umudu işte bu vaatte: sihirli bir dokunuşla sorunların çözülüvermesinde, hiçbir şey değişmeden her şeyin değişmesinde! Psikoloji tam böylesi bir işlevi üstleniyor.  

Öyle olunca, yani psikolojik olana böylesi büyük bir görev atfedilince de konu psikoloji olduğunda çok ses çıkıyor. İçeriğinden bağımsız olarak psikoloji ile uzaktan ya da yakından alakalı her şey ilgi görüyor, dikkat çekiyor. Özellikle sosyal medya, bu ilgi ve önemi pekiştiriyor, altını çiziyor. Kalınca!

Sosyal medyada herkes zihinsel haplar arıyor. Aradığını da buluyor. 

Psikoloji kapitalizmle birlikte ortaya çıktı. Türkiye’de kapitalizm yol aldıkça psikoloji de yol alıyor: ülke daha psikolojik bir hâl alıyor; siyasetinden insan ilişkilerine kadar. Tabii ki kapitalizmin yol alması demek imkanların da sorunların da büyümesi demek. Örneğin mutsuzluğu anlama, farketme olanakları artarken depresyon da artıyor.

Türkiye’de psikolojinin bozulması da önem kazanması, ilgi görmesi de istihdam/refah yaratmayan bir büyümenin izdüşümü. Sanayi sonrası toplumun çare arayışının adresi psikoloji. Genç emek gücüne yeni alanlar açamayan Türkiye kapitalizmi hem herkesi “hasta” ediyor, psikolojisini bozuyor hem psikolojiyi popüler hale getiriyor hem de sonra dönüp her bireye “suç/eksiklik sende; git çare bul” diyor. Ve hatayı kendinde arayan birey de kendini, hayatını, dünyasını yine kapitalizmle birlikte büyüyen bu psikolojide arıyor.

Ne güzel!

Bu arayışın tabii ki bir ucu kişisel gelişime, bir ucu Mesnevi terapiye bir ucu da Freud’a çıkıyor. 

Kötü mü? Tartışılır. 

Ama sonuçta nereye çıkarsa çıksın tüm uçları piyasa bağlıyor birbirine: Zihin piyasasına. En kolay da bu unutuluyor. Bu piyasayı görmek kimsenin işine gelmiyor. Öyle olunca devrime itiraz ve kuşku bolken psikolojiye itiraz ise neredeyse hiç duyulmuyor.

Ama “devrim ve psikoloji” ilişkisine gelen yüksek perdeli itirazların bir yanı daha var. Bu yan, tam da zihin piyasası ile ilgili. Zihin ve bu anlama gelmek üzere psikoloji, psikiyatri de oldukça piyasalaşmış durumda. Kapitalizm zihni çoktan bir piyasaya dönüştürdü. Solcu eleştirinin çok sevdiği ilaç şirketleri, antidepresanlar vs. bunun sadece bir parçası, bir yönü. Hatta bu eleştiri, yani solcu ilaç eleştirisi öyle bir hale geldi ki zihnin piyasaya nasıl da açıldığını örtüveriyor. İlaç eleştiriniz ile hem “radikal” oluyorsunuz hem de zihin piyasasına dokunmamış oluyorsunuz. 

Örneğin psikoloji eğitimi. Özel üniversiteler için kocaman, büyük bir pastaya dönüşmüş durumda. Kârlı mı kârlı! Bunu bilmeyen, duymayan kalmadı. Lisansından doktorasına ve sonrasına kadar her aşaması para yapıyor. Klinik psikoloji “yüksek lisans programlarına” 100, hatta 200 kişinin alındığı özel ve güzel üniversitelerimiz var.

Hâl böyle olunca psikoloji de zihin piyasasındaki pay kapma itiş kakışından pay alıyor. Açık öğretimden çeşitli piyasa kolaylıklarına. Herkes piyasada az ya da çok yer kapmaya çalışıyor. Sosyal medya, görünürlük, yazıp çizmek, televizyona çıkmak da bu itiş kakışın bir parçası. 

Daha geçtiğimiz aylarda, çok satan bir yazar, hiç de ihtiyacı yokken, öyle boş yere “Boğaziçi’de klinik psikoloji derslerine bir uğradım!” demedi. Bir gideri, süksesi, karşılığı var bu tür sözlerin. Hâl böyle olunca, mesela sosyal medyadaki gündemleri, ders verilecek durumları kaçırmamak gerekiyor. Atasözü yazar gibi gün aşırı özlü deyişler paylaşanlar bile var: “Depresyon hiç kapanmayacak bir yaranın sancısıdır!” gibi.

Ülkede, dünyada işler sarpa sarmışken zihin piyasası heybetli günlerini yaşıyor işte! Modern insanın sıkıntılarının çözümünü “devrime” indirgemek de kaba kaçıyor ve bir indirgeyicilik olarak görülüp “bu işler öyle basit değil” denerek buruşturuluyor ve hooop bir kenara atılıyor.

Eyvallah!

Tüm bunlara rağmen toplum ruh sağlığı alanında çok büyük bir açık olduğunu da belirtmek gerekiyor. Ama bu açık sadece “istihdam” ve “hizmet sunumu”ndan ibaret değil. Zihin sağlığı öyle bir bütünlük ki öyle psikiyatristinden psikoloğuna, danışmanından sosyal çalışmacısına sadece yeterli insan gücü istihdamı ile çözülecek bir durum değil. Bütünlüklü bir müdahale gerekiyor. Devrim gibi... 

Piyasa ise çıkardığı tüm gürültüye rağmen bir zihin aydınlanması, toplumda gelişkin bir zihin kültürü gelişme olanağı sağlayamıyor. Hatta tam da bu farkındalığın oluşmaması için uğraşıyor.