Evet, mesele gidip orada oturmak, bu bizimdir alamazsınız demek, istasyonumuzu geri verin demek, trenlerimizi istiyoruz demek. Bu bir haktır.

Masal olan…

Vapur bekliyorum, yirmi dakikam var, iskelenin yanındaki kırmızı plastik sandalyeli kahveye oturuyorum.

Fazla sevmem burayı, düzensiz bir sığınmışlık gibi gelir bana.

Deniz küsmüş.

- Biraz demli bir çay lütfen.

Ne varsa denizin dibinde martılar ve karabataklar bata çıka, çığlık çığlığa bağrışıyorlar.

Yağmur sonbahar senfonisi gibi, üşütüyor.

Arkamda yetmiş yaş grubu üç delikanlı katıla katıla gülüyorlar, belli ki muzır bir fıkranın sonuna gelinmiş. Köşedeki masada yalnız başına oturan genç kız mutsuzluğun hüznü gibi, alnı gergin, tuhaf tuhaf bakıyor gülenlere, bir Suriyeli çocuk yağmurda ıslanmış kedi yavrusu gibi çaresiz, masaların arasında dolaşarak mendil satmaya çabalıyor, elleri poşetlerle dolu dört kişilik bir aile gelip oturuyor önümdeki masaya.

Başı yeşil renkte bir örtüyle kapatılmış kırk yaşlarında bir anne, yirmili yaşlarda tombalak bir oğlan, on yaşlarında annesinin örtüsünden takan bir kız çocuğu ile üst dudağına serpilmiş bıyık benzeri tüyleri olan koca göbekli bir baba.

- Çayınız geldi, biraz demli.

Yudumluyorum, şekersiz çay içmek keyifmiş meğer.

Arka masadaki delikanlıların demiryollarından emekli üç arkadaş olduğunu anlıyorum, bir tren muhabbetidir gidiyor.

- Bak şunun güzelliğine be arkadaş, acaba dünya da böyle güzel bir yerde, böyle kudretli başka bir istasyon binası var mı?

- Yoktur herhalde, varsa bile böyle değildir.

- Otel olacakmış diyorlar ya da çok amaçlı bir merkez diyorlar, çevresi de turizm alanı, limanı taşıyorlarmış buradan.

- Yakışır.

- Yakışır tabi, sahip çıkmazsan otel de olur, Kârhane de.

- Laf geçirme durduk yerde, kaç hafta gittik oturduk merdivenlerde, kaç kişi geldi desteğe, mesela sen kaç kez geldin?

- Mesele orada oturmak mı yani?

- Evet, mesele gidip orada oturmak bu bizimdir alamazsınız demek, istasyonumuzu geri verin demek, trenlerimizi istiyoruz demek. Bu bir haktır.

- Hangi hak, adam aklına koyduğunu yapıyor. İhaleye çıktı ve dolaylı yoldan yavrucuğunun vakfına veriverdi.

- Belediyenin itirazı işe yaramadı, yargıya gitti yine sonuç yok, aynı şey Sirkeci garı için yaşandı. Bu restorasyon biter, örtü kalkar ve tepesinden mahdumun vakfının bayrağı sallanır.

- Bu işleri engellemek için kalabalık lazım kalabalık. 16 milyonluk kent, 83 milyonluk ülke suskun.

- Bazen durup durup yıllarca bu istasyonu ve trenleri kullananlara küfür edesim geliyor. Milyonlarca insan hiç mi düşünmezler koca Haydarpaşa’yı, hiç mi akıllarına düşmez orada yaşadıkları, insan dediğin bazen güzel olan hatıralarından bile utanır.

- Edebi laf ettin.

- Bir anlayanı olmadıktan sonra neye yarar

- Tuhafız, oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi her hafta buraya gelip ağlaşıyor, sızlaşıyor sonra hiçbir şey olmamış gibi güle oynaya evlerimize dağlıyoruz.

Öndeki masaya kaşarlı tostlar, renkli gazozlar filan geliyor, oğlan iştahlı neredeyse iki ısırıkta yarılıyor tostunu, kız çocuğu suskun, kuşları izliyor, babanın telefonu çalıyor.

- Alo..Aleyküm selam..he..Kadıköy iskele de keyif çatıyoz..yok gardaşım yok.. vermiyom orayı..kaç daire verirlerse  versinler..bekletecem..mal benim değil mi..söyle o adama..vermiyo de..haydi Allaha emanet.

Kapıyor telefonu, ince ince gülüyor tel bıyıkları altından, bir sigara tüttürüyor.

- İki daire karşılığı cennet gibi araziyi kapatacak, enayi sanıyorlar beni, ne edecem ulan iki daireyi, Allaha şükür benim dört dairem var zaten, sen paradan haber ver.

Kız çocuğu naylon torbaların birinden çiçekli bir elbise çıkarıyor, sevinç dolu yumuk gözleri, tombalak yuttuğu tostun kâğıdını denize atıyor.

- Doydun mu çocuğum?

Başını sallıyor oğlan.

Vapur yanaşıyor, üstünde martılar, ne çok kalabalık bu hayat ve ne çok hüzün dolu insanlar, yağmur delleniyor.

Mutsuzluğun hüznü genç kız kalkıyor yerinden, aynı anda hesap alan yaşlı garsonun yanında oluyoruz, göz göze geliyoruz.

- Gördünüz mü denizi, ülkem gibi kir içinde. 

- Gördüm evet, bir yerinden başlayıp temizlemek gerek.

Aynı vapura koşuşturuyoruz.

Haydarpaşa’nın önünden geçerken, şimdilerde başı sonu belli, anlı şanlı bir masal olan binlerce eylemi düşlüyorum, okunan şiirleri, söylenen şarkıları, yapılan dansları, hüzün doluyor bedenime.

Kültürel varlıklarına sahip çıkamayanlar çocuklarına acı, keder ve elemden başka ne bırakacaklar.

Martılar uçuşuyor önümden, kanatlarındaki özgürlüğe ıslık çalıyorum.