Halkımız pek bilge, telaffuzu bozarak aslında 'Mall'un ifade ettiği iki temel gerçeği yakalamış durumdadır. Meta fetişizmi ve aptallaşma.

'Mall': Alışverişin kutsal mabedinde gezinirken siz de çabuk yorulur musunuz?

Amerikalılar “Mall” diye isimlendirirler, “mooll” diye bir ses çıkararak işaret ederler, gerçi ikinci “o”yu bir nebze “u”laştırırlar. Alışveriş merkezi demek, daha doğrusu envaı türden tüketim malının bir arada bulunduğu bir tüketim çılgınlığı mabedine işaret ediyor. 2000’li yılların başından bu yana Türkiye de hızla AVM'leşiyor. Örneğin son rakamlara göre Türkiye’de toplam AVM sayısı 450’yi geçmiş durumda, bunun büyük bir bölümü İstanbul’da (sayıyı tam hatırlayamadım ama 120 ile 130 arası), Ankara’da kırk küsür tane ve İzmir’de ise 30 civarında AVM bulunmaktadır. İki elin parmaklarından az sayıda il merkezi henüz bir AVM'ye kavuşamamış durumdadır, tez vakitte kavuşmaları dileğiyle…Bunların bir de derneği var, adı da Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği (AYD). AYD’nin verilerine göre 2019’un sonunda Türkiye’de AVM'lerin kiralanabilir alanı (galiba içlerine girdiğimizde boş boş gezindiğimiz büyük holler ve oturma bölgeleri bu toplamın içinde sayılmıyor) 13 milyon metrekareyi geçmiş durumda, 2023’te 15 milyon metrekareyi hedefliyorlarmış.

Bizdekilerin bazılarının adları da “Mall” ile bitiyor, zira bizdekilerin çoğunun adı yerli ve milli bile değil, duyurulur. Örneğin Ankara’da bir AnkaMall var. Fakat bizim halkımız bu “Mall” kelimesini ne yazık ki bir Tenessee'li ya da bir Rhode Island'lı gibi telaffuz edemiyor, öyle ilk “o”yu uzatacaksın, ikinci “o”yu ise “u”ya çevireceksin, bizim dilimize pek uymuyor. Nitekim biz konuşurken kelimenin telaffuzunu bozuyor ve onu yerli ve milli hale getiriyoruz, “Mall”, “mal” oluyor. Örneğin AnkaMall’a Ankamal diyoruz. Böylece “Mall” “mal”laşıyor. Her bozulma çirkinleşme anlamına gelmez, nitekim bu son durumda halkımız fark etmeden ve bozarak özüne uygun hale getiriyor. “Mal” meta anlamına gelmektedir, “mal”laşma ise “metalaşma”. Ancak “mal”laşmanın bir de geçici zihinsel işlev bozukluğu, ya da sokak diliyle geçici sersemleme anlamı var. Halkımız pek bilge, telaffuzu bozarak aslında “Mall”un ifade ettiği iki temel gerçeği yakalamış durumdadır. Meta fetişizmi ve aptallaşma. Bazı durumlarda kolektif imgeleme güvenmek durumdayız, biz de halkımıza uyarak devam edelim. Meta fetişizmi, ya da mal fetişizmi malların onları mal haline getiren toplumsal emek zamanından bağımsızmış gibi görünmesini sağlar, mallar, ya da metalar arasındaki ilişkiler, aslında toplumsal emeğin, bu insani işlevin, kendine has bir ilişkisiyken, sanki insanlıkla alakası olmayan, gizemli ve büyülü şeyler arasındaki bir ilişkiye dönüşmeye başlar. Böylece insan aslında kendi toplumsal emeğine saygı duymak yerine, onun ürünü olan metaa, mala bir tür ilaha bakar gibi bakmaya alışır. Mal/meta ilaha dönüşürken, insanlar (düşünme yetisini geçici olarak kaybetme anlamında) mallaşırlar. İşte “Mall” yani AVM bunu üst düzeyde deneyimlediğimiz alışverişin yüce, kutsal mabedi haline gelmektedir. Zavallı insanlık orada otururken aslında kendi emeğinin ürünlerine baktığının farkında olmadan hülyalı gözlerle modern arzunun en karşı konulamaz nesnesine, ışıklar içinde sergilenen mala/metaa bakarken hızla mallaşmaktadır.

Bahsedildiği gibi Türkiye özellikle 2002 sonrası dönemde döneminde AVM'leşme konusunda oldukça büyük bir yol aldı. Ancak hala pek çok ülkenin gerisinde, ama arayı kapatıyor merak etmeyin. Son yıllarda “Mall”aşma konusunda özellikle Rusya ve Çin pek büyük hamleler yaptılar. Örneğin dünyanın en büyük “Mall”ları listesinde ilk iki sırada Çin’den iki Mall var; ilki, Dongguan’daki New South China Mall 660 bin metrekare, ikincisi, Pekin’deki Golden Resources Mall ise 550 bin metrekare kiralanabilir alan sahip. İlk onda gelişmiş emperyalist/kapitalist ülkelerden bir tane Mall yok. En büyük “Mall”ların tamamı azgelişmiş kapitalist ülkelerden, bir tanesi Türkiye’den (Cevahir, İstanbul). AVM işleriyle uğraşan küresel gayrı menkul şirketlerinin raporlarına göre özellikle son yıllarda Rusya ve Çin ciddi bir atılım yapmış durumdadır. Yazık, iki eski sosyalist ülkeden bahsediyoruz. Kapitalizm onların halklarını hızla “Mall”aştırıyor anlaşılan.

Pek heybetli yerler şu “Mall”lar. Dedik ya, onlar alışverişin kutsal mabetleri, ve her mabedin sahip olması gereken özelliklerin tamamına sahipler. Mabetler fiziksel olarak yeryüzünde olsalar da aslında ilahlara aittirler. Dolayısıyla her mabet aslında dünyevi ile öteki-dünyevinin buluştuğu ve dünyevi olanın öteki-dünyevinin, ilahi olanın önünde diz çöktüğü yerdir. Bu nedenle her mabet zamanı ve mekanı anlamsızlaştırır. Zira zaman ve mekan ölümlü dünyanın varoluşuna aittirler. İlahi olan sonsuzdur, zaman ve mekanın silinmesi gerekir. “Mall” zamanın ve mekanın anlamsızlaştığı yerdir. Sizi içine çekmesine izin verdiğiniz anda zaman anlamsızlaşmaya başlar. Neden mi? İki nedenden. Öncelikle meta fetişizminin, metaların ışıklı geçit töreninin mabedinde metanın, malın özüne uygun olarak metalar/mallar içlerinde barındırdıkları ve artık ölü olan emeği oldukça gizemli, caf caflı ve fakat ona dair hiçbir kanıt bırakmayacak şekilde dışa vururlar. Ölüm mü, sonsuzluk demektir. Sonsuzluk mu, ölüm demektir.  Zamansızlık böylece ölü bir sonsuzluğa teslim olmak anlamına gelmektedir bu yüce mabet içinde. Asgari ücretin bilmem kaç katı bir ayakkabıyı sergilendiği vitrinin hemen dışına yerleştirilen bir oturakta otururken seyrederek bu ölü sonsuzluğa kendinizi bırakabilir ve mallaşabilirsiniz. Geçici bir süre için olsa bile ölürsünüz.

İkinci neden ise bu kadar varoluşsal ve felsefi değil, bizatihi AVM'lerin mimari yapısından kaynaklanan teknik bir gereklilikten doğar. Kapalı mekanlar oldukları için içleri sürekli aynı ışık düzeyi altında aydınlatılırlar. İçeri adım attığınız andan itibaren sürekli aynı düzeyde yapay bir aydınlık içinde gezinir durursunuz. Dışarıdaki zaman anlamını yitirir, sabah, öğlen veya akşam, ve hatta yaz, kış, Mart, Ekim ve diğerleri anlamsızlaşırlar. Siz sürekli aynı zaman dilimine sıkışmış gibi hissedersiniz kendinizi. Kant ne güzel belirlemişti, zaman düşüncenin en temel öncüllerinden biridir; yani zaman algısı olmadan düşünce olmaz, zamansızlık düşünememe anlamına gelir. Zamansızlık duygusu mallaştırır. Siz belki haftada ya da ayda bir gün gidersiniz “Mall”a ve bunu yaşarsınız, orada sabahtan akşama çalışan emekçilerin ne çektiğini düşünün şimdi.

Mekânsızlaştırır. Nedeni ise basittir; dünya sathındaki tüm “Mall”lar, AVMler aynı tasarıma sahiptir. Yerin hemen altında birkaç kat derinliğinde geniş otoparklar vardır. Eğer araba ile giderseniz yüce mabede öncelikle sevgili mülkünüze güvenli bir yer bulmak için didinir durusunuz. Bir katta olmazsa, bir alttakinde, orada da olmazsa bir alttakine; cehennemin yedi katı vardı değil mi? (geçmiş bir yazıda bahsetmiştik, otomobilin özgürlüğü arttırdığı koca bir yalandır) Bazen bu arayıştan yorulursunuz ve pusuya yatarsınız. Malum “Mall”larda sirkülasyon çok yüksektir, mutlaka birileri arabasını alıp gidecektir. Siz de arabanızın içinde pusuya yatarsınız, boşalan bir yere hemen el koymak için. Fakat bazen, hatta çoğu zaman o yerin başka talibi de olur. Ancak ilk gelen kazanır. Bu doğal savaştan galibiyetle çıkarsanız başlayabilirsiniz kutlu tavafa. Otoparkların hemen üstünde yerin üstünde olmayı hak etmeyen mağazalar vardır, örneğin petshoplar, seyahat acenteleri, bazen gross marketler de bu katlardadır. Terziler ve berberler de genellikle buralara atılırlar. Öyle ya insanlığın ezelinden beri hizmet veren bu mesleklerin sunduğu hizmetler artık demodedir. Tüm bunları geçerek sıfırıncı kata, yani yerin hemen üstüne ulaştığınızda başlar malların şanlı geçit töreni. Öncelikle büyük elektro marketler ve dayanıklı tüketim malı satıcıları karşılar sizi. Onların büyüsünden kurtulup bir üst kata çıktığınızda ise giyim dünyasının küresel markaları içinizdeki coşkuyu bir üst boyuta taşırlar. Artık zaman yoktur ve mekan da yoktur. Ancak Mall dışında olduğundan daha çabuk yorulduğunuzu hissedersiniz. Fakat nirvanaya giden yol çilelidir, çaba ister, yorgunluk ister değil mi?

Aslında bunun yine sizin görmediğiniz teknik bir nedeni vardır. AVM’ler gösterişli arz-ı endamları sırasında gırla elektrik tüketirler. Yapının her yerinden elektrik hatları geçmektedir. Sanki bir elektrik bobini içinde yürür gibisinizdir aslında ve bunun yarattığı yoğun manyetik alan biyolojik ve fizyolojik dengenizi bozar. Zavallı AVM emekçileri buna sürekli katlanırlar. Böylece çabucak haşat olursunuz ve bir yerlere oturmak zorunda kalırsınız. Ancak kapitalizmin “Mall”şatırdığı dünyada bu çaresizlik bile kâra dönüştürülür. Her katta küresel kahvehane zincirlerinden birinin bir şubesi vardır. Yorulduğunuzda biraz yüklü bir fiyatla olsa da kana kana kahve içerek dinlenirsiniz. Böylece alışverişin yüce Sina Dağı’na tırmanmaya devam etmek için gerekli gücü depolarsınız. Sonra devam edersiniz. Sonunda en son kata, nirvanaya, yani food court’a ulaşırsınız. Burası kutsal yolculuğun en yüce durağıdır. Neden “court” derler anlamam, ama sarayı ima etmektedir. Yani yemek sarayına ulaşırsınız. Böylece ortaya çıkar sizi buraya taşıyan duygunun uhrevi değil bünyevi bir açlık olduğu. İşte bu tasarım dünyanın her tarafındaki AVM'lerde standart hale gelmiş durumdadır. Dolayısıyla tüm “Mall”lar birbirine benzer. Aynı markalar ve aynı iç tasarım. Bu durumda Ankara’daki, Lima’daki, Pekin’deki ve bir “Mall”a sahip olma bahtiyarlığına ulaşmış diğer yerlerdeki herhangi bir “Mall”a girdiğinizde Ankara, Lima, Pekin veya neredeyseniz orası anlamsızlaşır. Mekan gider. Yerine mekansızlık hissinin yarattığı bir boşluk hissi gelir. Boşluk hissi ise aslında “Mall”aşmanın başka bir göstergesidir.

Ancak bu mabedin içinde herkes mutlu değildir. AVM çalışanı korunağı, sendikası, işyerinden kaynaklanan dayanışması olmayan ve aşırı çalışan, ve bir de az kazanan dünyanın en bahtsız emekçisidir. Siz gezerken yorulursunuz, ancak “Mall”ı terkedince kendinize gelme özgürlüğünüz bakidir. Oysa o sabah 9’da başlar mesaiye, akşam 10’da kapatır dükkanı. Mesai ücreti almaz, tuvalete izinsiz gidemez, yemek arası yarım saati geçmez. Üstelik aldığı asgari ücretin büyük bir bölümünü yemeğin sarayının aslında onun bütçesini aşan yemeklerine verir. Geriye de pek bir şey kalmaz. Covid-19 gelir, siz eve kaçarsınız, o gider dükkanı açar. Dükkan salgından kapanınca ya işsiz kalır, ya da ücretsiz izne çıkarılır. AVM kapansa bir türlü, kapanmasa bir türlüdür salgında. İşe gitmezse aç kalır, işe gitse hasta olur. En azından onlar için durduramaz mıyız “Mall”laşmayı?