Bir yanda Şahin, belli ki bizim sınıftan değil, diğerinden demektir. Diğer yanda Küba halkı, emeklerini, akıllarını fikirlerini gözlerini kırpmadan insanlığa mâl etmeye hazır...

Mâl etmek ya da etmemek!

Başlıktan çıkaramadıysanız hemen söyleyeyim, bugünkü konu aşının patentlenmesi meselesi. 

Bir de şunu açık ve net yazayım en başa: ”AŞIDA PATENT OLMAZ!”

İyi hoş da peki nasıl oluyor da oluyor diyeceksiniz. Şöyle:

Patent denen şey, bir buluşun (dikkatinizi çekerim bir keşifin değil, buluşun) üretilmesi, kullanılması, satılması hakkını, diğer kişilere belirli bir süre için yasaklayarak “sahibine” yasal zeminde veren bir belge. Bu hakkı alan kişi, o buluşu geçici de olsa, kendine mal etmiş oluyor anlayacağınız.

İzin verirseniz bu tanımı biraz kurcalayacağım. Buluş, yani icat, ile keşif’in farkı kritik önem taşıyor burada. Bilimsel yöntem ve teknik ile, daha önce var olmayan, bir süreç, yöntem, alet, cihaz, düzenek ortaya çıkarmak buluştur (invention). Daha önce kimsenin bilmediği ve tanımlamadığı bir şeyi bilimsel ya da rastlantısal yöntemle bulmak ise keşif (discovery).

Patent, buluşlar için tanınan bir fikri mülkiyet hakkı. Geçmişi, uygarlık tarihinin derinlerine kadar uzansa da, bugünkü tanımıyla patentin sanayi devrimi sürecinde ortaya çıktığını söylemekte sakınca yok. Dolayısıyla da, meta üretiminin, üretim araçlarının özel mülkiyetinin, ücretli emekgücü kiralanması ile düzenlenen emek süreçlerinin, artı-değer sömürüsünün, ticaret, rekabet, kâr ile bütünleşik piyasa mekanizmalarının tümüyle bir arada anlaşılması gerektiğini de not etmek gerekir. 

Fikri mülkiyet üzerine çalışmaları olan hukuk profesörü Peter Drahos, 2016 tarihli Bir Fikri Mülkiyet Hakkı Felsefesi kitabında, bu işe Marksist bakış açısıyla nasıl yaklaşılabileceğinin bazı ipuçlarını da yazmış.1

Diyor ki klasik Marksist metinlerde, ortaya çıkarıldığı dönemde bugün anladığımız anlamda bir fikri mülkiyet düzenlemesi olmasa da, üç başlık altında fikri mülkiyete ilişkin yanıt bulmak mümkündür. Birincisi, fikri mülkiyet, emeğin üretim ilişkilerinde dışlanması ve yabançılaşmasının kaynağı olan bir mülkiyet kategorisi olarak kabul edilmelidir. İkincisi, sınıflar mücadelesinde bir iktidar düzenleme aracı olan hukukun fikri mülkiyet alanındaki düzenlemelerinin açıktan ve doğrudan sermaye sınıfı için olduğu görülmelidir. Son olarak da fikri mülkiyetin, ya da diğer bir deyişle, entelektüel varlıkların, dolaysız bir ideoloji başlığı olduğu ortadadır. 

Özetle, kapitalist üretim ilişkilerinde, fikri mülkiyet, sermaye çıkarları için, sermaye tarafından, sermayenin ideolojisine uygun ve sermayenin düzeninin sürekliliği doğrultusunda korunur. Patent uygulaması bu düzenlemelerden biridir. 

Kuramsal, kavramsal kısmı böyle. Tarihsel karşılıklarından da biraz örnek verelim.  İngiltere’de 18. yüzyıldan itibaren, sanayi devrimi süresince işleyecek özel fikri mülkiyet patentleme sistemi oluşturulduğu biliniyor. İzleyen yüzyıllarda içerik olarak bazı değişikliklere sahip olsa da üretim ilişkilerinin kapitalistleşmesi ve ona uygun olarak ticaretin belirlenmesi konusunda bu sistemin belirgin olduğu ortada.

Okullarda sanayi devrimi birbirini tetikleyen bilimsel ve teknolojik yenilikler tarihi diye okutuladursun, biz biliyoruz ki süreci gerçekte tetiklenen şey yenilikçilik güdüsü değil, kâr ve birikim güdüsü idi. Bu bağlamda buluşların patentlenmesi ve fikri mülkiyetlerin korumaya alınması da insanlığın bilim ve teknik alanında devrimler yaratmasına değil, asıl olarak yeniliklerin özel mülkiyetlerin hizmetine sunularak rekabetçiliğin kışkırtılmasına motivasyon sağlıyordu.2

Bugün de 21. yüzyılda dördüncüsü yaşandığı iddia edilen sanayi devriminde, yazılım, donanım ve bağlantı alanlarıyla belirlenen çekirdek teknolojilerinde, ve yapay zeka, üç boyutlu teknolojiler, analiz, konumlandırma, güvenlik gibi destekleyici teknolojilerde, süren yenilikler yarışında temel motivasyon, artık küresel ölçekteki sermaye grupları arasında ilerleyen insanlık birikiminden pay kapma yarışıdır.

Ancak şimdi gelebildik bu günün konusuna. COVID-19 salgınına karşı aşı bulup, geliştirmede de daha önce görülmemiş derecede yüksek motivasyonlu ve ivmeli bir çabaya tanık oldu insanlık. Bununla da kalmadı, tarihe geçecek bir hızda ve yaygınlıkta başarıya da ulaşıldı.

Bu buluş yarışını güdüleyen şey, dünya ölçeğinde sekteye uğrayan sermaye birikim düzeninin biran önce eskiye dönmesi, hastalık nedeniyle kayba uğrayan emekgücü potansiyelinin telafi edilmesi, dengeleri bozulan küresel tedarik zincirinin doğrultulması derdiydi.

Çok mu insafsız geldi? Siz ne sanmıştınız? Bu ölümcül hastalığın önünü kesmek, tüm dünya nüfusunda ayrıcalıksız ölümleri durdurmak, insanlığın, tümünün ama, geleceğini kurtarmak için aşı bulunmaya çalışıldığını mı?..

Aşı sürecinde dolaylı dolaysız yer alan, her bir emekçinin temel güdüsünün sizin sandığınız gibi olduğundan adım gibi eminim. Ama bu düzen sermayenin düzeni.

Bu düzende bilimsel ve teknolojik ilerleme katarı, iktidardakilerin rayında ilerliyor. 

Alın size bir örnek, Uğur Şahin, biz onu bir bilim emekçisi sanıyoruz, o bize ne münasebet BioNTech şirketi patronuyum ben diyor. Biz, nasıl yani şimdi aşı buldum benimdir, parayı vermeyen kullanamaz mı diyorsunuz, ne olacak milyonlarca insanın hali? diyoruz. O bize dünyanın tepesine oturmuş sermayedarlar listesinden sırıtıyor.

Bir yanda Şahin, belli ki bizim sınıftan değil, diğerinden demektir. Diğer yanda Küba halkı. O küçücük adada abluka altında bilim emekçileri, harıl harıl dünyaya kafa tutan aşılar geliştiriyorlar. 

Kendi emeklerini, akıllarını, fikirlerini, gözlerini kırpmadan insanlığa mal etmeye hazır...

  • 1. Orjinal adı A Philosophy of Intellectual Property, Türkçe baskısı yok sanırım. Şu linkten ulaşılabilir: http://press-files.anu.edu.au/downloads/press/n1902/html/ch05.xhtml
  • 2. Bu tarihle ilgili de ek okuma yapmak isteyenler olursa, David Landes kitaplarını öneririm Yazarın bu başlıktaki temel kitabı Unbound Prometheus’tur, ancak bildiğim Türkçe çevirisi yok. Onun yerine Türkçeye çevrilmiş Kapitalizmin doğuşu kitabını önerebilirim.