Hastalığa karşı en iyi mücadele yolunun “hasta olmamak” olduğunu söyleyen kamu spotu liberal zırvalığın rekorunu kırmıştır.

Liberalizmin insanlığı çökerttiği anlar

İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar Stefan Zweig’ın denemelerden oluşan bir eseri. Başlığın içeriği çok iyi anlatmasından olsa gerek, bir deyim olarak çoktan bir dizi dile yerleşti. Yakın geçmişte bizim sevgili Olgu da -Ülkenciler- kişisel resim sergisinin adını öyle koymuştu… 

Öyle momentler var ki, bir büyük kapıyı açıverir, daha önce yalnızca hayali kurulmuş bir geniş ufuk önümüze serilir. Öyle reklam sloganı gibi değil, gerçek anlamda, sıradan insanların yaşamında hiçbir şey aynı kalmayacak, o parlamadan “önceki gibi” olmayacak, her şey değişecektir. 

O parıltıların aydınlığından bakarsanız, ki başka türlüsü zaten mümkün değildir, insanlığın minicik adımlarla, taş taş üstüne koyarak ilerlediği fikrine hak veremezsiniz. Taşlar başka taşların üstüne devasa emeklerle konulmuştur tabii ki. Ama her şey, tek bir çakılın yerinden oynatılması bile, “bir an gelsin de yıldız parlasın” diyedir. Yalnızca böyle aniden, devrimci bir ileri sıçrama milyonların emeklerinin hakkını ödeyebilir, kum taneciklerinden oluşan birikimi gerisine düşülemez bir tarihsel kazanım haline getirir. 

***

Bir de tersi vardır. İnsanlığın sıradanlaştığı, değersizleştiği süreçleri döşeyen anlardır bunlar. Her gün hissetmiyor muyuz? 

Dünyamız bir yıldızın parlamasına delice aç kaldı. Aynı anlama gelmek üzere sıradanlık, değer yitimi o denli derinleşti ki, insan olmak bir gurur vesilesi olmaktan uzaklaşmış, türümüz gezegenin laneti sanılmaya başlanmış durumda. İnsanlığın çöktüğü dönemler bunlar…

Liberalizmin çıplaklaşması ile bu söylediklerim arasında bir bağ var. Liberalizmin birimi bireydir. Tek tek özgür olunmalıdır ki, toplum özgür olabilsin. Girişimciler serbestçe rekabet edebilmelidirler ki, ekonomide tam randımana ulaşılsın. Herkes kendi çıkarının peşinden koşar ve sonuçta hikmetinden sual olunmaz bir kanun gereği, hepimiz olabilecek konumların en iyisine kavuşuruz! 

Bu tastamam zırvalıktır. 

Ancak bu zırvalık zenginliğinin ve egemenliğinin kaynağını toprak sahipliğinden ve tanrının yeryüzündeki temsilcisi olma iddiasından alan bir eski sınıfın aklın üstünde kurduğu vesayeti ortadan kaldırmaya da yaramıştır. Sonraları işlevi değişir; liberalizm “çalışan kazanır, sen de çalış” diye yoksul emekçilerle alay etmeye dönüşür. Bununla, doğru veya yanlış, devrim arifesindeki Fransız Sarayına atfedilen pasta önerisi arasındaki yakınlık gayet belirgindir.

Herkes kendi çıkarının peşine düştüğünde yoksullar, işsizler, yönetilen sınıflar ve egemen kastın has unsuru olmayanların canı çıkmaktadır. O nedenle liberalizm çoğu zaman saf halde var olabilen bir element olmamıştır. Hep eklemlenir. 

Piyasa biraz da “düzenlenmelidir.” İnsanlara “paran kadar okuyabilirsin, demek o kadarını hak ediyorsun” diyen büyük olasılıkla fena dayak yiyeceği için, eğitim haktır denir; fırsat eşitliği toplumsal olarak tesis edilip korunmalıdır; örneğin. Veya hastalar ve yaşlılar ölüme terk edilemeyeceğine göre, ama biriken servetin de topluma harcanmak yerine kapitalistlere peşkeş çekilmesi delice arzulandığı için, özel sağlık sigortası icat edilecektir…

Liberalizmin saf hali utanç kaynağıdır ve etkisizdir. O yüzden başkasına eklemlenir, başka ideolojileri veya programları sulandırır. Sosyalist ülkelerde doğrudan karşı devrimcilik zor olacağından planlamayı piyasayla dengeleme önerisi ortaya çıkmıştı bir zamanlar. Türkiye’de kamu mülkiyeti ve işletmeciliğinin belirli bir dokunulmazlığı varken toplumu özelleştirmeye alıştırmak için özerkleştirme diye bir laf ortaya atılmıştı. Bir eklemlenme türüdür. 

Uluslararası sermaye ortalığı istila etsin mi isteniyor, “yıkın kapıları” demek tepki uyandırabilir. Madem öyle küreselleşmeden, dünyanın ne kadar da küçüldüğünden, iletişim teknolojilerinin hayatımıza kattığı hızdan dem vurulacaktır. 

Bizde liberalizmin dincilikle ittifakı, yalnızca yobazları kravatla örtmeye yaramadı. İlişkinin diğer tarafında liberalizmin fütursuzluğu, acımasızlığı da dinin tevekkülüyle, cemaat dayanışmasıyla teskin edilmiştir. 

Neyse uzatmayayım; kapitalizmin Sovyetleri yenilgiye uğratmasından sonra, liberaller de zaferi festivallerle kutlamaya başladılar. Pandemi bu yönelişin doruk noktasıdır. 

Hastalığa karşı en iyi mücadele yolunun “hasta olmamak” olduğunu söyleyen kamu spotu liberal zırvalığın rekorunu kırmıştır. Milyonların birlikte yaşadığı bir toplumda, bütün ülkelerin birbirleriyle son derece girift ilişkilere girdiği bir dünyada, her birey kendi önlemini alacak! Suçlu maske takmayan. Suçlu hastayla temas eden. Suçlu elini yıkamayan. 

Oysa bir fabrika işçisine günde dört maske az gelir. Dört maskeye ödenecek para ise çok! 

Kişisel temastan kaçınmak için bir dizi toplumsal etkinliği iptal edebilir, erteleyebilirsiniz. Ama toplu ulaşımdan nasıl birey olarak kaçacaksınız? Bu soruya yanıt bulamayan bakanlık bir sonraki otobüsü beklemeyi tavsiye etmektedir. “Niye kendi otomobilini kullanmıyorsun” diye üste çıkmaya az kaldı! 

Musluktan akan su, kullandığın sabun, dezenfektanlar… bunları temin etmek de bireyin sorumluluğu. Her şeyi devletten beklemek olmaz ki… 

Sigara içmekte ısrar etmiştir, geçen gün düğüne gitmiş, arkadaşıyla İstiklal’de buluşmuştur! Yoğun bakım odalarının dolmasından işte bu bireyler sorumluymuş!

Liberalizm bu yoldan devam edecek. Anlaşılan artık herkes “istediği saatte” çalışacak. Yani patron gece yarısı raporu masasının üstünde değilse de bilgisayarının masaüstünde isteyebilecek. 

Herkes çocuğunu dilediği gibi eğitmekte özgür olacak. Okul güvenli değilse göndermezsin… 

Bu arada ısmarladığını yedi dakikada eve yetiştiren kurye veya otomobilinin üretildiği fabrikada çalışan işçiyi kimse zorla çalıştırmıyor. Kapitalizmde zorlama yok, özgür iradesiyle patronla sözleşme yapmak var…

***

Liberalizmin saf hali insanlığın çökertilişidir. İnsanlığın yıldızının parladığı o anlar ile insanlığın pisliğin içine çöktüğü dönemler arasında da bir bağ var. Ekmek bulamayanlar bir gün pisliğin içinden kalkarlar ve yıldız parlar.. İlla ki kalkarlar, illa ki parlar.