Bunlar arasından birini seçip beğenmek zorunda değiliz elbette. Peki aralarından seçip “90’lı yıllara dönmeyelim” dendiğinde hangi on yılın arzulandığına ilişkin ne düşünmeliyiz?

Lanetli yıllar

Bir zamanlar 12 Eylül öncesi lanetlenirdi. Lanetleme duasına göre “70’li yıllara dönmek isteyenler vardı” ve her tür musibet bunların başının altından çıkıyordu. Ülke bölünecekti, Ruslara satılacaktı, ayaklar baş olacaktı, falan filan... 

Oysa 12 Eylülcüler bağımsızlık fikrinin belki hiç görülmemiş biçimde aşağılanmasına imza attılar. Zaten kendileri satılmıştı; Amerikalıların “bizim çocuklarıydı” darbeciler. Türkiye’nin en temiz, en birikimli, en ehil aydın ve emekçi birikimini yok etme yoluna girmeleri, ayakları değil ama bir çöp yığınını iktidar yapmak anlamına geliyordu. Memleketin başından aşağı pisliği boca ettiler. 

Gelenler üstüne tüy dikti. Ve gelenler başka periyotları “dönülmesi arzu edilemez” kategorisine sıkıştırıp lanetlemeyi de ihmal etmediler. Darbenin hem adamı hem devamcısı Özal utanmadan darbe günlerine dönülmemesini vaaz ediyordu. Demirel ve İnönü ve Ecevit sadece 70’li değil 80’li yıllara da dönmek istemezlerdi. 

Uzatmayayım; yalnızca benim dikkatimi çekmiş olamaz, bugünlerde Türkiye siyasetinin üstünde bir 90’lı yıllar heyulası dolaşıyor. Aslında kronoloji hükmünü icra etse, 2000’li 2010’lu yıllarla rekabette çoktan geride kalmış olması gerekirdi 90’ların. Ama 21.yüzyılın neredeyse tamamı AKP’ye daraldığı için, düzen siyaseti dönüp dönüp 90’ları lanetliyor.

Çakıcı’nın Kılıçdaroğlu’nun tehdit etmesi karşısında 90’ları hatırlamak ve hatırlatmak mantıklı mıdır? Mafya yirmi yıl öncenin kalıntısı olsaydı belki; ama kaba kuvvet, hukuksuzluk, kuralsızlık AKP iktidarının organik parçasıdır ve bu tür bir tehdit yaşandığında akla ilk Recep Tayyip Erdoğan gelmelidir. 

Sadeleştirerek toparlarsak yaşadığı dönemden pek memnun olan yani iktidarın keyfini sürenler, öncesine, yani somut olarak önceki on yıla dönüş düşüncesini kriminalize ederler. Ancak günümüzde 21. Yüzyılın ilk on yılını atlayıp 1990’lara faturayı kesmek adet olmuştur. 

1990’larda Türkiye’de her seçimin sonucu başka yöne bakardı. Kimilerine göre sorun bu, yani istikrarsızlıktı. Sonra istikrar sağlandı ve memlekette istikrarlı bir uygulamayla özelleştirilmemiş kamu işletmesi bırakılmadı! 90’lara saya saya özelleştirmenin bile yapılamadığı bir dönem mi mahkûm edilmektedir?

1990’ların başına kamu emekçilerinin sendikalaşma mücadelesi damga vurdu. İşçilerin 89’da zirveyi gören Bahar Eylemleri Büyük Zonguldak Yürüyüşüyle 1991’in başına taşacaktı. Peki istenmeyenler arasında bunlar da var mıdır?

Kuşkusuz 1990’larda Türkiye kontrgerillanın iktidar mekanizmalarının olağan hiyerarşisindeki yerini değiştirip yukarılara tırmandığı yıllardır. Bu yapılanmanın en önemli hedefinin Kürt hareketi olduğu da açıktır. Kürt sorununun Özalcı çözümünün evrilerek SHP ile seçim ittifakına dönüşmesinden sonra egemen güçler hat değiştirmişlerdi... O günlere dönmeyi gerçekten kimse istemez. Peki 2000’li yıllarda Kürt sorununda çözüm yoluna girildiği, bugünden bakıldığında iddia edilebilir mi? “Barış sürecine” inananlara AKP ile ilişkileri çerçevesinde en yakışacak ifade “aldatıldık” olabilir. 

1990’lara dönmeyelim diye altını çize çize konuşanlara sormak isterim: AKP’nin iktidar olduğu 2000’leri mi yeğliyorsunuz?

Herhalde öyledir, ama o zaman 1990’larda sosyal-demokratların çoğunlukla iktidarı paylaştıklarını da ben hatırlatırım! Bana sorarsanız sosyal-demokrasi de çözüm değil, lakin bir sosyal-demokrat “90’lara dönmeyelim” dediğinde ortada bir saçmalık olduğu açıktır…

Sivas katliamı var sonra! Gazi direnişi ve katliamı geliyor ardından… Bu saldırılar rastlantı değildir ve bunlar sayesinde işçi sınıfının ve yoksul köylülüğün önemli bir kesimini oluşturan, mücadele enerjisini kültürüne içkin eşitlikçi damarlardan devşiren Alevi dinamiği hedef alınmıştır. Elbette 1990’lı yıllardaki kontrgerilla-şeriatçı işbirliğine geri dönmeyi de kimse istemez. Ama öncesinde Alevi köylerine cami dikmeyi ilke edinen 12 Eylülcülük vardır, sonrasında ise Sivas katillerinin avukatlarının partisinin iktidarı! 

Bunlar arasından birini seçip beğenmek zorunda değiliz elbette. Peki aralarından seçip “90’lı yıllara dönmeyelim” dendiğinde hangi on yılın arzulandığına ilişkin ne düşünmeliyiz?

1990’lı yıllara ben de dönmek istemem. İnsanlığın en büyük eseri olan reel sosyalizm tam da o on yılın başında dağıldı. Bu alçakça ihanet ve karşıdevrimin bakiyesi olarak daha yeni binlerce Ermeni ve Azeri genci birbirini öldürdü... 

Ama biz sabah akşam o zamana dönmek istemediğimizi tekrarlamıyoruz, çünkü yıkımın dinamiklerinin sosyalizmin içine aslında onu önceleyen süreçte döşendiğini de, 2000’lerde işçi sınıfının kazanımlarının elinden alınmaya devam edildiğini de biliyoruz. 

Bizim modern cumhuriyetimiz 1923’te, Sovyet ülkesinin varlığından güç devşirerek kurulmuştu. 2000’lerde yıktılar Cumhuriyeti. Biz ise 1990’lara dönmek istemiyoruz. Ama bu isteksizliğimizin nedenleri arasında Cumhuriyeti yıkacak olan gerici birikimin 1990’larda oluşması, Sovyet sosyalizminin çözülmesiyle tarihsel ilerlemenin her tür basamağına taş yağacak olması da var. Peki ikide bir 90’lara dönülmesin diyenlerin derdi ne olabilir?

Dertlerinin 1990’larda kontrgerilla rejiminin en üst düzey temsilcilerinden biri olan bugünkü muhalif Meral Hanım olmadığı kesindir. Pardon, şimdi Saray karşıtı en geniş demokrasi güçlerinin antifaşist cephesini bölmenin zamanı değildir!

Yukarıdaki soruların yanıtı belli. Türkiye’de AKP’nin iktidara geldiği 2002 seçim operasyonunun öncesini suçlayarak bugünkü durumu temize çekmeyi deneyen bir akım var. 1990’lara ait neyin beğenilmediği gibi detaylar kasten muğlak bırakılır. Bu akıma göre AKP’nin de yanlışları hatta suçları olabilir, ama her durumda olup biten 1990’lardan iyidir… 

Bu görüş düzenin topyekûn AKP’lileşmesinin resmidir. Bu resmi reddediyoruz. Sömürü düzeninin her zaman lanetlenmeyi hak ettiğini söylüyoruz. Biz geleceği istiyoruz.