Kadir Sev ekonomik krizde patronların yaptıklarını yazdı.

Krizde patron olmak

Mallarınız elinizde şişmiş, dağ gibi stoklar birikmiş, çarklar durmuş. Kredi borçları, kiralar, ücretler ise durmuyor. Bir biçimde ödenmek zorunda ama nasıl?

Devletten isteyeceksiniz elbette. En doğal hakkınız olduğunu düşünmenizde bir sakınca yok.

Olağan sayılan dönemlerde de sistem böyle işlediği için alışık olmalısınız, yadırganmıyor. Yeni yatırım yapacağım ya da işçi çıkarmayacağım dediğinizde işçilerinizin ücretlerini, sigorta primlerini devlet zaten karşılıyordu. Üstelik bir çok vergiden bağışık tutuluyordunuz.

İstekleriniz şimdi biraz daha çoğaldı, hepsi o kadar. Korkmanıza hiç gerek yok, kriz sayesinde size hak verenlerin sayısı düşünemeyeceğiniz denli arttı. Türk-İş ile Hak-İş bile geçtiğimiz hafta TİSK ile birlik olup, ücretlerimizin hepsini Devlet ödesin; patronlarımızdan vergi alınmasın; daha çok teşvik verilsin, yeter ki onlar batmasın diyen, sevgi dolu bir açıklama yaptılar.

Kurulu düzene her kanaldan destek yağıyor. Acil çözüm olarak bol bol para basılması öğütleniyor. Bu da işinize gelir. Size düşen parayla, krizin belirtilerini bir süreliğine öteleyebilirsiniz.

Para basmanın bir sınırı var diyeceksiniz. Haklısınız!.. Çoğunuz dövizle borçlanmıştınız. Dışarıya 450 milyar ABD doları borçlusunuz. Onun 140 milyarı Devletin demeyin sakın. Hepsi bu ülkenin borcu ve siz daha çok kazanasınız diye alındı. 170 milyar dolarının bu yıl ödeneceğini de buraya not edelim.

Para bastıkça, başka şeyler aynı kalmışsa, kur yükselir. Merkez Bankası’nın rezervlerini eritmek bahasına dolar şimdilik 7 TL’nın biraz altında tutulabiliyor. Daha ne kadar durdurulabilir bilinmez. Durum öyle kötü ki; on kuruş yükselse, borç 45 milyar lira artıyor.

Düzen muhalefetine göre, sarayın savurganlıklarını önlersek krizden yırtarız. Siz de öyle düşünüyorsanız eğer yukarıdaki hesaba bir daha bakın; ne kadar gerçekçi olduğunu görürsünüz.

Sarayın saltanatı, savurganlıkları dillere destan… Belki birkaç petrol zengini ülke yarışabilir. Yolsuzluk için de aynı sözler geçerli. Ülkedeki bütün yolsuzlukları savurganlıkları toplasak, hiç kuşkusuz onlarca milyar liraya ulaştığını görürüz. Ancak şu gerçek dikkatlerden kaçmasın: uluslararası tekellerin pazarı olmanın yol açtığı zararların yanında bu tutarlar çok minik kalır.

Emperyalist sistem emme basma tulumba gibi çalışır. Pompasına bir avuç su koyarsanız, kuyudaki suyun hepsini çıkarıp, dilediğiniz yere götürebilirsiniz. Ülke, bu türden tulumbaları işletmeye istekli patrondan geçilmiyor. Böyle olunca da Uluslararası tekellere içlerinden en uygun olanını seçmek kalıyor. Biraz para getirip, Ülkenin bir parçasını götürüyorlar.

Dün özelleştirme ihalelerini alanlar, koşa koşa dışarıdan borç aramaya gidiyorlardı. Bugün Hazine garantili Yap-İşlet projelerini alanlar öyle yapıyor.

Kamu işletmeleri, kamu bankaları bile dışarıdan borç alabilmiş olmakla övünüyorlar; “uluslararası finans kuruluşları Ülke ekonomisine güvenmese bize borç vermezdi” diye kendilerince bir gerekçe üretmişler.

Bunun basına yansıyan son örneğini 29 Nisan günü Vakıfbank’ın aldığı 950 milyon dolar tutarındaki sendikasyon kredisinde gördük. Vakıfbank, içeride kredi vermek amacıyla dışarıdan bir yıl vadeli borç aldı. İmza töreninde Genel Müdür şunları söyledi; “950 milyon dolar tutarında sendikasyon kredisi elde ettik…Bu kredi, hiç şüphesiz muhabir bankalarımızın milli ekonomimize ve Bankamıza olan güvenlerini bir kez daha teyit etmiştir.” Konuşmasındaki “…sendikasyon kredisi elde ettik…” sözleri dikkatinizi çekmiş olmalı.

Sözü uzatmayalım. Patronların, onları koruyacak devletleri var. Uluslararası ölçekte dayanışabilecekleri örgütleri var. Güçlerini örgütlerinden alıyorlar.

Krizde patron olmak kolay, zor olanı işsiz olmak.