Çoklu bir içsavaş cepheleşmesini ana hatlarıyla görmek mümkün. Türkiye'de sosyalizmi, daha doğrusu “acil sosyalizm” cephesini güçlendirmeyen ve solculuk taslayan herkesi, bu parçalanmaya “istemeden” destek vermekle suçlayabiliriz.

Kötünün bayağılığı, “sıradanlığı” değil!

Dışarıdan baktığımızda daha rahat görüyoruz.

Henüz “antlaşmalara” konu olmamış, ancak fiili bir parçalanma bu: Türkiye tipi parçalanma veya ”bize özgü parçalanma” da diyebiliriz. Parçalar, düşmanlıklar iç içe çünkü. Henüz Yugoslavya, Suriye kadar olamadık. Ama oraya gidiyoruz. Neden mi? Çünkü cumhuriyeti kazıyan AKP, böyle bir finale mecbur. Parçalanma, AKP ile uyumlu, onun seçimle falan tıpış tıpış gidebileceğini sanan düzen solunun da desteklediği bir sonuç. Dönüş yok.

Parçalanma, dedik: Seçimlerden bu yana herkes çok iyi biliyor ki, Türkiye'nin kıyı bölgelerinde, Marmara'dan Akdeniz'e, bir eğilim olarak Erdoğan ve AKP karşıtlığı egemen. Kürt coğrafyasında da son dönemde sert bir AKP karşıtlığı dizginleri ele aldı. Haziran isyanımızı satan, bunun için de Türkçülük bahanesi uyduran Kürt sosyal demokrasisinin hesapları tutmadı. Kürt halkı üzerinde 12 Eylül karanlılğını hiç aratmayan katmerli bir baskı var artık. Erdoğan'la anlaşabileceklerini sandılar ve işte Kürt siyasetinin yeni kuşak ağır topları da içeride. Dışarıdakilere hadi bir şey demeyelim şimdilik.

Fakat parçalanmanın göbeğini görmemek olmaz: İç Anadolu ve yakın çevresi AKP ve dincilik çemberinde ısrarlı duruyor. Bu mevziye 4 milyonun üzerinde bir Arap takviyesi yapıldığını, bununla amacın Kürt coğrafyasını kuşatmak olduğunu yıllar önce bu portalda yazmıştık. Şeriatçı Arap milisler, AKP desteğinin düşük kaldığı kıyı bölgelerinde ve Kürt coğrafyasında bile askeri hizmet vermek üzere aileleriyle birlikte hazır tutuluyor. Artık bir yere gidecekleri de yok. Savaştan kaçan gerçek mazlumların sayısı bu kitle içinde çok düşüktür. Ancak artık bu toprakların kaderidirler. Atamazsınız...

Neyse...

Fiili parçalanma böyle.

Kapitalizmin Türkiye'si neden küçülecek?

Sadece bu hali bile, Türkiye'nin artık dikiş tutmayacağını söyleyenlere hak verdirebilir.

Çoklu bir içsavaş cepheleşmesini ana hatlarıyla görmek mümkün. Türkiye'de sosyalizmi, daha doğrusu “acil sosyalizm” cephesini güçlendirmeyen ve solculuk taslayan herkesi, bu parçalanmaya “istemeden” destek vermekle suçlayabiliriz.

Yeni patlamaların eşiğindeyiz. Neyin tetikleyeceğini kimsenin önceden bilemediği büyük sosyal patlamaların...

Böyle bir kaosun yatıştırılması, artık ne AB'nin ne de ABD'nin becerebileceği bir şey. Onlar koronavirüsün tetiklediği kendi düşük yoğunluklu içsavaşlarıyla meşgul. İsteyen, ABD'deki kaotik yükselişe bir göz atabilir. Ya da Avrupa'da fiili çöküşlerini gizleyemeyen eski büyük ekonomilere ve çaresizliklere... AB'nin en büyüğü Almanya'da 10 milyondan fazla çalışanı içerecek şekilde “kısa çalışma başvurusu” olduğunu biliyoruz. Federal İstatistik Dairesi, bu rakamın nisan sonu itibariyle geçerli olduğunu ekliyor tablolarına. Bu, ne demek mi?

Bu, 10 milyona yakın ek işsiz var, demek. Üç aydır. Avrupa'nın en zengin ülkesinden söz ediyoruz. Diğerlerinin durumu tam bir felaket. AB demokrasisine tapanların görmek istemediği bir tablo karşısındayız.

ABD'de sokak çatışmaları başlar da, Avrupa bunun gerisinde kalır mı? Kalabilir mi?

Ya Türkiye?

Kötülük yayılıyor.

Hannah Arendt “Die Banalitat des Bösen” (The Banality of Evil) diye özetlemişti Eichmann davasını. İngilizce çevirisinden güç alanlar Türkçeye ısrarla “sıradanlık” olarak ithal ediyorlar. Bayağılık olarak çevirmek daha doğru oysa. Kötü, sıradan olmaktan çok, gerçekten de bayağıdır. Düşük değerlidir. Yaygın olmasına değil, kötünün çürümüşlüğüne, sığlığına, “müptezelliğine” vurgu yapmakta yarar var. En azından Türkçede, kötüyü bir bayağılık olarak tanımlamak, sosyalizmimizin farklılığına çıkan yolda önemli bir merhale olabilecektir. Türkiye'nin kötüleri, bir bütün olarak AKP ve yakınları, elbette de düzen solu, bayağıdır.

Bu titizliğimiz aşırı mı bulundu?

Metropollerin “düzen solumuza” zerk ettiği Türkiye nefretini göğüslemek, Türkiye'nin emekçi halkına ve aydınlanmacı geleneğine bir borç olduğu kadar, emperyalizm destekli ideolojilerin, yurdundan, aydınından nefret eden bir insan tipinin solda kök salmasını önlemek açısından da önemli. Çünkü yurtseverlik kaydı, Kemal Okuyan'ın sürekli vurgusunu hatırlarsak, “insanın kendi ülkesini temiz tutma tutkusunu” içeren bir dirençtir. Sosyalist bir dirençtir. Arendtleri falan olduğu gibi sosyalizme ithal edemeyiz.

İslamcı Ankara'ya baktığımızda kötünün bayağılığını görmemiz, eşyanın tabiatına uygundur.

Silahlanan Türkiye yakın takipte

Türkiye'deki egemenlerin kötülüğünün ne anlama geldiğini “Avrupa demokratları” iyi biliyor. Bataklığımızın attığı adımlar yakın takiplerinde. Örneğin, AKP Türkiyesi'nin nasıl silahlandığını, Der Spiegel dün internet sitesindeki bir haberinde de aktardı. Hızlı bir çeviriyle, şöyle:

“Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100'üncü yılı olan 2023'e kadar silah ihracatının halen 2.8 milyar avrodan 9,3 milyar avroya çıkması gerekiyor. Bunun için ülke drone'ları geliştirme çalışmalarını sürdürüyor. Baykar Makina geçenlerde Bayraktar TB2'nin devamı olan yeni Akıncı'nın ikinci prototipini tamamladı. Diğer silahlanma alanlarında da ülke hırslı hedefler takip ediyor.

Önümüzdeki yıl ilk Türk tankının tamamlanacağı belirtiliyor. Ayrıca ordunun gelecekte Alman G3 otomatik tüfekleri yerine bir Türk otomotaki silahıyla donatılacağı kaydediliyor. TCG Anadolu ile de ilk Türk helikopter taşıyıcısının önümüzdeki üç yıl içinde silahlı kuvvetleri güçlendireceği ve 2030'a kadar da hava kuvvetlerinin Türkiye'de geliştirilmiş bir savaş uçağı umudu içinde olduğu bildiriliyor.”

Çürüyen Türkiye, insansız hava aracı (“drone”) üreten dev bir güce dönüşüyormuş. Bir bölgesel güç.

Olmayacak iş değil.

Başa dönelim: Üç parçalı Türkiye'nin parçalanma sürecinde, bu parçalanmanın müsebbiplerinden hesap sorulmasını engelleyecek teknik ilerlemeler bunlar aslında. Dinci-milliyetçi tüccar imamların işgalindeki Ankara, geleceğini ve gasp ettiklerini korumak için galiba Erdoğan ailesinin liderliğinde böyle bir silahlanma atağı da gerçekleştirdi. Milyonlarca şeriat yakını milis adayının emrine bol bol drone da verileceği anlaşılıyor. Silahla donatılmış bu insansız hava araçlarıyla her türlü ilerici kitle hareketinin belini kırabileceklerini düşünüyorlar. İslamcı Ankara'nın durumu böyle.

Bu felaketin içinde demokrasi rüyaları görenler var. Yeni “kullanışlı şeyler”, bunlar. Maşallah hepsi de birbirinden solcu, sadece “Sosyalizm günceldir, sosyalist hükümet mümkündür!” demekte güçlükleri var. Ama sloganları sıralarken, CHP'nin, HDP'nin, muhtelif “sol cemaatlerin” toplantılarında mangalda kül bırakmadıklarını görüyoruz. Yüzleri kızarmıyor antikapitalizm, antiemperyalizm nutukları atarken. Reformizm sosyalist devrim karşısında hep böyle davranır.

O zaman solculuk, demokratlık vs. adına bu kirli düzeni törpüleyerek sürdürme rüyası görenlerin tamamını, solculuğun sınırları dışına davet etmek, çekilmeyenleri de atmak gerekiyor. Etkisizleştirmek yani.

Karşı oldukları Erdoğan'ın kucağında istedikleri hayalleri kurabilirler. Birbirlerinden sorumludurlar.

Bugün, şu koca krizde bile, sosyalizmin henüz gerekli ve gerçekçi olmadığını ileri süren tüm “solcular”, birer Ali Babacan'dır. Birlikte cephe kursunlar.