Küçük ortağın madik atma olasılığından bu duruma bel bağlarcasına söz etmek yanlış olmakla birlikte, böyle bir olasılığın varlığı yadsınamaz. Üstelik, bunu iki yanlı olarak düşünmek gerekir: Sadece ortakların küçüğü değil büyüğü de bu tür bir hamle yapabilir.

Konuşmaya çağrılar

“İddialar” diyecektim başlık olarak. Kökenbilim sözlüklerinde Arapça iddia sözcüğünün kök anlamının “bir konu üzerinde konuşup tartışmaya çağırma” olduğu belirtiliyor. Yazıya daha başlıktan Türkçe olmayan bir sözcükle başlamamak için vazgeçtim.

Ayrıca, “aykırı” sıfatını da kullanmayı düşünmüştüm. Sıralayacağım iddiaların ne kadar aykırı oldukları sorusu öne çıkar, ileri sürdüklerimin özü gürültüye gider kaygısıyla ondan da vazgeçtim.

Sonunda, böyle bir başlık altında, hemen hemen tümü güncel sayılabilecek bazı konularda bir konuşup tartışma çağrısı yapmış oluyorum. Etkileşimli bir ortamda bulunmadığımıza, burada yazdıklarıma okurların karşılık vermesi söz konusu olamayacağına göre, okuyanlar değer bulurlarsa bunlar üzerinde düşünebilirler, o kadar değer bulmazlarsa da akıllarının bir köşesinde belki bir iz bırakır, diyelim.

***

Geçen hafta sonunda 1923 cumhuriyetinin kurucu partisinin iktidara yürüyüş başlattığını ileri sürdüğü bir kongre gündemin başlarında yer aldı. Ancak, asıl dikkat çeken, partinin genel başkanının “dostlar” vurgusu oldu. Bu yürüyüş başlatılırken, akıllarda ve gönüllerde olan dostlar vardı; onlarla birlikte yürünecek, o dostlarla birlikte iktidara gelinecekti. O dostların solla falan bir ilgileri yoktu, ama ne gam! Aynı genel başkan, artık sol-sağ kalmadığını, Marx’ın dünya işçilerine yönelik birleşme çağrısının da gayri dünyanın bütün demokratlarına yöneltilmesi gerektiğini söyleyeli çok olmamıştı.

Kongrede hiç aykırı ses çıkmadı değil. Ama cılız ve etkisiz kaldılar. Bu partinin başkanı ile yönetiminin dostlarına toz kondurmama ve başlattığını ilan ettiği iktidar yürüyüşünde yeni dostlar arayıp bularak devam etme kararlılığının, cılız da olsa aykırı seslere tahammülsüzlük göstereceği günler yakındır. Tasfiye ya da kopuş seçeneklerinden birinin gerçekleşmesi beklenebilir. Belki, bir üçüncü seçenek, sesini kesip oturma olabilir. Bu durumda, Nuh’un Gemisi tablosu tamamlanmış olur. Daha önemlisi, itirazcıların varlığı, dostlarla yapılan ve ileride yapılacak pazarlıklarda bir koz olarak kullanılabilir.

Sözün özü, Türkiye kapitalizmi iktidar seçenekleri üzerinde çalışıyor. Ne der dururdu Demirel: “Demokrasilerde çare tükenmez!”

***

İktidardakilere gelirsek, şöyle bir durum git gide daha çok belirginleşiyor: AkP iktidarı sürüp gittikçe, “siyasal İslam”ın geniş yığınların gözünde bir nefret nesnesine dönüşmesi, bu arada İslam’ın kendisinin de toplumun farklı kesimleri üzerindeki etkisinin zayıflaması devam edecek görünüyor. İktidarda olmanın sağladıklarının yanı sıra yeni baskı önlemleriyle artırılabilecek güç ve imkânlar elbette buna karşı bir tepki yaratacaktır. Ancak, bu tepkinin sözünü ettiğimiz geriletici ve çözücü etkiyi kalıcı olarak dengelemesi mümkün görünmemektedir. 

Yeni ve çeşitlendirilmiş baskı yöntemleri İslam’ın siyasal ve toplumsal yüzü ile çok fazla üst üste çakışacak, bu da kendilerinin ne zamandır yakınma konusu yaptıkları “gençler arasında deizm yayılıyor” benzeri saptamaları çoğaltacaktır. İşsiz, geleceksiz, yoksul ve aç olanların, özellikle de gençlerin, İslam adına kendilerine sunulanlarla yatışmaları gittikçe güçleşmektedir. Bu dünyanın bitip tükenmek bilmeyen kötülükleri altında ezilen insanların, üstelik imanlı yönetenlerin bütün bunlardaki sorumluluk payını göre göre, öteki dünya umutlarına tutunmakla yetinmeleri ne kadar sürebilir? 

Laisizmin ne olduğu pek de anlaşılmayan bir “ilke”nin çok ötesinde, sıradan insanların, artık pek kullanılmaz olmuş deyimle “sokaktaki vatandaş”ın her günkü hayatında nasıl bir vazgeçilmezlik taşıdığının daha kolay anlatılıp anlaşıldığı bir dönem, yarın denebilecek kadar yakındadır; eğer çoktan başlamamışsa…

***

Bitmemiş, görünür gelecekte bitmeyeceği ortaya çıkmış ve hangi boyutlara ulaşabileceği kestirilemeyen küresel salgın ise hâlâ başat bir etken durumundadır. Hayatımızın bir parçası olmuştur. Yoksa, hayatımız onun bir parçası olmuştur mu demeliydim? 

Salgının çok daha az hasarla atlatılamayışının, atlatmak bir yana, hangi boyutlara ulaştığının bile tam olarak bilinemeyişinin temel nedeni, kapitalizmin hükmünü icra etmesidir, belirleyiciliğini ortaya koymasıdır. Başka bir anlatımla, ekonominin çarklarının dönmesi, aynı anlama gelmek üzere, sömürünün olabildiğince kesintisiz devam edebilmesi, birinci öncelik olmuştur ve bu da, kapitalizm koşulları altında, doğaldır. Ne birkaç hafta kapanarak yurttaşlarını besleyip barındırmaya yüce devletin gücü ve niyeti yeterli olmuş, ne de sömürüye kısa bir süre ara verilmesine sömürücü sınıflar rıza göstermişlerdir. Olasılığın yükseldiği konuşulan ikinci dalgada da farklı olmayacağı, belki de tek farkın yıkımın daha gizlenemez düzeylere ulaşması ile ortaya çıkacağı söylenebilir.

Yeri gelmişken, ya da isterse gelmemiş olsun, milyonlarca evsiz barksız insanın sokaklarda ve nerede boş bir dam altı bulurlarsa orada yatıp kalktığı dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesinin sefil durumuna bakmakta yarar var. Sadece ayrıksı birkaç örnekte değil pek çok eyalette kapitalizmin yarattığı özgür bireyler, salgının yayılmasını hafifletmeye yönelik toplumsal önlemlere özgürlüklerine müdahale olarak gördükleri için karşı çıkıyorlar. Başvurdukları son özgürlük gösterilerinden biri, sokakları, caddeleri doldurarak “virüs bulaştırma partileri” düzenlemek. Kapitalizmin en yüksek aşamasının ürünü “özgür birey” böyle bir yaratık işte… 

Benim çeyrek yüzyıl kadar önceki adlandırmamla “kurulabilen sosyalizm” hâlâ ayakta olsaydı, böyle bir küresel salgın ne insanlığın başına bela olurdu ne de, en kötü olasılıkla bir biçimde gerçekleşti diyelim, bu kadar uzun süren ve yıkıp geçen bir afete dönüşürdü.

***

İktidardakilerin karşı karşıya kalabilecekleri olasılıkların bir dökümünü yapmaya çalışmadığımıza göre, bugün herhalde 10’un çok üzerinde ülkede asker bulunduran bir ülkenin bunun için ödediği bedeli ve yüz yüze gelebileceği durumları sadece bir değinme ile geçelim. Geçtikten sonra da şu anda hiç gündemde olmadığını düşünenler bulunacağı için şaşırtıcı görünebilecek bir konuya gelelim.

Bu konu sürmekte olan tuhaf dengedir; iktidarın istediği yasaları büyük bir hızla yapmasını sağlayan, ayrıca yasalar dışında birçok kolaylık sunan koalisyondaki denge. 

İktidar koalisyonunun hükmü kalmamış parlamentodaki ve onların peşine takılmış dışarıdaki muhalifleri, son günlerde ara sıra dile getirir oldular. Bu Bahçeli’nin ne yapacağı belli olmaz, yirmi yıl kadar önce de yapmıştı, daha sonra dümdüz gittiği Erdoğan ve partisi ile sulh olurken de yapmış ve herkesi şaşırtmıştı. Şimdi neden yapmasın?

Böyle düşünenlerin, düşünmekle birlikte henüz pek sık dile getirmeyenlerin aklındaki, yeni bir Bahçeli mızıkçılığı mı, güvenilmezliği mi, oyunbozanlığı mı demeli, bu tür bir beklentidir. Umutlu bir bekleyiştir bu ve, yukarıda değindik, düzen muhalefetinin içindeki kişiler tarafından dillendirilmeye başlamıştır. 

Küçük ortağın madik atma olasılığından bu duruma bel bağlarcasına söz etmek yanlış olmakla birlikte, böyle bir olasılığın varlığı yadsınamaz. Üstelik, bunu iki yanlı olarak düşünmek gerekir: Sadece ortakların küçüğü değil büyüğü de bu tür bir hamle yapabilir. Dolayısıyla, bu iki yanlı olasılık, ortadaki denge durumunu bir tür “dehşet dengesi”ne dönüştürmektedir. Bu deyimin geçmişteki birçok kullanılışının arasında en çok akıllarda kalanı, nükleer silahlar konusunda emperyalist ve sosyalist kamplar arasında oluşmuş görünen denge ile ilgili olanıydı. 

Kabul, bu kadarının abartmanın tadını kaçırmak olduğu söylenebilir. Peki ama, bunca paldır küldür iş yapanların bu tür bir olasılığı hiç akıllarında bulundurmadıkları ileri sürülebilir mi?