Onlar her taşın altından çıkmaya devam edecek. Fabrikalarda, şantiyelerde, mevsimlik işçiler arasında ofislerde, emekçi mahallerinde kent meydanlarında… 100 yıl silemediler, sonraki 100 yıl onların eseri olacak.

Komünist işi

Bir asırlık çınara,
En sağlam köklere,
En taze umuda selam. 
Yüzüncü yaşın kutlu olsun.

Sınıftan anlaşılan amaçsız kalabalıklar değil de harekete geçmiş, bilinçli emekçiler topluluğu ise kim ne derse desin, işçilerin gerçek bir sınıf haline gelebilmesi onların sayesindedir. Patronlar bu nedenle her hak aramanın, her işçi eyleminin arkasında o bozguncuları arar. Ön kabul diyebiliriz. Çoğunlukla taşın altından onların çıktığı doğrudur. “Komünist işi” de dendiği olur.

Ön kabul korkudan. İnsan insanı sömürmeyecek, herkes eşit olacak… Bundan korkulur elbet. Taşın altından çıkanlar böyle bir düzenin peşinde koşanlardır. 

“Ya ayaklar baş olursa!”

Düşüncesi bile uykuları kaçırır.

Biraz da bu nedenle işçi hakkı komünist işidir. Hakkını arayana ‘şak’ diye komünist etiketi yapıştırılması bundandır. Berduş ya da ayyaş, başıbozuk veya sorumsuz diyemediklerindendir. İşçinin hak arayanına bu kimlik yapışıp kalmıştır.

Bunu komünist tütün işçisi Zehra Kosova ne de güzel anlatır:

İşçi en ufak bir hak aradığında patron ‘sen komünistsin’ der. O işçi ‘acaba bu komünist nedir, neyin nesidir falan derken, bu sefer uyanıyor. ‘Haa…’ diyor, demek ki hak aramak komünistlikmiş, öyleyse ben komünistim’ diyor. Nitekim ben öyle dedim.

Zehra Kosova

"Nitekim ben öyle dedim"

Mesela onları Türkiye sendikal hareketi tarihinden çıkarıp atın, elinizde bugünün Memur-Sen’i, Türk-Metal’i falan kalır. Örneğin komünistlerin imzasını taşıyan 46 sendikacılığı olmadan sonraki yılların sendikal haklarından söz etmek abesle iştigaldir.

42’de partilenmiş, 46’da partinin Adana sendikalar örgütlenmesinden sorumlu kılınmış Rasih Nuri İleri tam da bunu anlatıyor:

Görünüşte 1946 sendikaları iki ayrı koldan gelişmiştir. Bunun kökeninde 1946 Sosyalist partilerinin iki tane oluşu olgusu yatmaktadır. Aslında birbirine pek de rekabet etmeyen bu ikili gelişmede sadece Dr. Şefik Hüsnü Deymer’in kurduğu TSEKP ile ilişkide olan Ferit Kalmuk’un örgütlediği Sendika Birlikleri büyük bir gelişme gösterebilmiştir.”1

Rasih Nuri İleri, hareketin başında komünist işçilerin bulunduğunu, kısa sürede 600 işyerinde sendika kurmayı başardıklarını, partinin öncülüğünde sadece İstanbul’da 10 bin işçinin sendikalaştığını ekliyor.

Bir de Ferit Kalmuk’tan bahsediyor. Telefoncu Ferit… 

Hakkında bildiğimiz pek az şeyden biri, bahsedilen dönemin işçi örgütlenmesinin yönetici ve merkezi sorumlusu olduğudur. Bir de bildiğimiz Rasih Nuri İleri’nin kendisini partileyen kişinin Ferit Kalmuk olmasıyla gurur duyduğudur.2

Belki çoğu komünist değildir ama 61’de TİP’i kuranlar, 46 atılımından bir yıl sonra sendikal örgütlenmeyi denetimi altına almaya çalışan devletin biçtiği gömleğe dar gelen sendikacılardır. Ardından DİSK’i kurdular. Kemal Türkler, İbrahim Güzelce, Avni Erakalın ve daha nicesi… Öncesinin devamıdır.

Bozgunculuk işte. Tarih böyle, boza yapıla yazılıyor.

Köklerinin kurutulacağına ant içildiği çokça olmuştur. Denendiği de…

Becerilemediğinin kanıtlarından biridir Kamil Kinkır. 12 Eylül’ün ezdiği işçi sınıfının içinde iğneyle kuyu kazanlardandır. 55 yıllık ömrünün neredeyse tamamı metal işçilerinin patronlara karşı verdiği mücadeleyle geçmiştir. Kiminde tezgah başında işçi, kiminde onları temsil eden sendika başkanıdır. Ama hep komünist bir işçidir. Sendikasında başkan seçildiği kongrede kürsüden anlattığı tam da budur:

Hepimiz uzun bir yoldan geliyoruz. Bir yanımız çok genç, dip diri. Umutlarımız, heyecanlarımız var. Diğer yanımız 1870’lerden, tersane grevlerinden geliyor. Ülkem zifiri karanlıkta kaldı, her defasında ülkemizin aydınlık geleceğine olan inancımızı ve umudumuzu hiç yitirmeden mücadele ettik. Bu nedenle 1986 sonbaharında Netaş önündeydik.”

Kamil Kinkır

2017 yılında dostları, kardeşleri, yoldaşları onu böyle anmıştı

Ömrünü verdiği partisinin kuruluş yıldönümünü olan 10 Eylül’de gözlerini kapaması, 11 Eylül günü bir daha açmaması da ona has bir tesadüf olsa gerek.

Onlar cesaretleriyle, inançlarıyla, sınıfa olan güvenleriyle, onca zorluğa rağmen inatlarından vazgeçmemeleriyle işçi önderi sıfatını hak ettiler.

Hâlâ devam ediyorlar.

DİTAŞ’ın komünist işçisi Ergün örneğin. Niğde’de atılıp, başlattıkları direnişi kâh fabrikanın önünde kâh sendikanın açtığı lokalde sürdüren 400 işçiden biridir. Ceplerinde domino taşıyla dolaşan işçiyi ilk kez orada tanıdım. Dominoda el bitince toparlanıp “Hocam küçük bir işimiz var” diye lokalden çıkarlardı. Biri ağzından “karşıya geçiyoruz” diye kaçırıncaya kadar anlamamıştık o küçük işin ne olduğunu. Karşı dediği karşı binadaki parti lokali, her gün tekrarlanan o küçük iş de örgütlenme işiydi.

Neredeyse üzerinden yirmi yıl geçmiş bu hikâyenin. Ergün en son Niğde’de oğlu ile birlikte tekstil işçilerini örgütlüyordu.

Aramızdan yakın zamanda ayrılanları da oluyor. Mustafa, İbrahim… Özlüyoruz, dertleniyoruz. Ama yine de tuğlayı sağlamlaştırıp bayrağı devrettiklerini bildiğimiz için seviniyor, yoldaşları olduğumuz için gururlanıyoruz.

Mustafa Tozkoparan

İşçiydi, komünistti... Her iki sıfat da onun için birer onurdu.

Onlar her taşın altından çıkmaya devam edecek. Fabrikalarda, şantiyelerde, mevsimlik işçiler arasında ofislerde, emekçi mahallerinde kent meydanlarında… 100 yıl silemediler, sonraki 100 yıl onların eseri olacak. 

  • 1. İleri, Rasih Nuri; 1946 Sendikacılığı; Gelenek, Sayı 128, Aralık 2015
  • 2. Güler, Aydemir; Adanalı İşçi Önderi Rasih Nuri İleri “1946 Sendikacılığı” Makalesine Sunuş; Gelenek, Sayı 128, Aralık 2015