Emperyalizm ve kapitalizm, hiç kuşkusuz dar çıkarların, kör hırsların kötülüğü ve manyaklığıdır. Ama olay sınıflar mücadelesinin sahnesinde yaşanır, karartılmış komplo karargahlarında değil. 

Komploya ne hacet

Virüs ilk Çin’den bildirildiğinde çok kişinin aklına “Amerikan işi mi” sorusu gelmişti. Çin ABD’nin en büyük rakibi değil miydi? 
Hatırlıyorum, ’78 İran Devrimi fokurdama halindeyken bu ülkeyi ağır bir deprem vurmuştu. ABD’nin deprem yaratan gizli bir teknolojiye sahip olduğu konuşulmuştu o ara. Oysa öyle bir teknoloji varsa bile, neredeyse fayların parti verdiği bizim coğrafyamızda kullanmaya ne hacet diye düşünebilirdik… 

Fantastik fikirler her zaman çekicidir. İnsan aklının sıra dışı olanı araması, rutinden kurtulmak istemesi, başka maceralara atılmayı arzulamasında kötü bir şey yok. Mevcuda alışmaktan iyidir. Tabii bir de ayarı kaçırmamak gerekir. 

Ayarı bize bilim hediye eder. Toplumların hareket yasalarına ilişkin bilimsel düşünceyi çok zamandır Marksizm domine ediyor. Buna göre asıl olan sınıfların mücadelesidir. Deprem veya virüs, hükümlerini, “asıl olanın” çizdiği çerçevenin içinde icra ederler. Herhangi bir olağandışı olay veya -söz konusu olağandışı olay bir komplonun ürünü ise- komplo, sınıflar mücadelesinin belirleyiciliğinin yerini alamaz. 

Virüsün Amerikan laboratuvarlarında imal edilmiş olması bir yanda; karşı yakada da, hastalığı Batı uygarlığından nasibini almamış birtakım ilkel halkların saçma sapan şeyler yemesine bağlayan yaklaşım! Türkiye toprakları tarihin bilinen bütün çağlarında göç coğrafyası olduğundan mıdır, bilmem; bizde ırkçılık bu tür biçimler almıyor. Onun yerine “bizim” pekmez veya paça her derdin devası oluyor! En uzun, en büyük, en bilmem ne merakı da bir ırkçılık türüdür. “Taharet musluğu bilmez onlar” gibi…

Dünyanın bütün dincileri kendi kutsal mekanlarını hastalıktan bağışık saymakta, hatta dinlerinin tedaviyi kapsadığını iddia etmekte ortaklaştılar. Sadece kendileri biliyordu. Bayağı fantastik!

Fantastik olmayan, rekabet halindeki kapitalist-emperyalist devletlerin birbirlerinin ölümünü sırıtarak ve kendi pekmez veya paçalarına yaslanarak beklemeleriydi. Düpedüz bunu yaşamadık mı?

Virüs ise bıraktığın yerde durmuyor. New York yanmaya başlayınca Amerikan komplosunun yerini Çin komplosu alıverdi. Çinliler bütün dünyaya feyk atıp virüsü rakiplerinin kucağına bırakıvermiş olabilirler miydi? Ayar yoksa bu böyle sürer gider.

İngilizlerin “sürü bağışıklığı” tezi bir teori olarak ciddiye alındı, aslında. Herkese bulaşınca toplum bağışıklık geliştirmiş olacaktı... Neyse ki, dünyanın her biri diğerinden daha zalim olan hükümdarları belli yaş gruplarının, bağışıklık sistemi şu veya bu nedenle daha zayıf olanların neredeyse toptan ölüp gitmesini normal ilan edecek cüreti gösteremediler de, tez alenen savunulamadı. Hatırlarsınız; bizde hangi tarikatın sapığı olduğunu bilmediğim bir profesör istisna oluşturdu bu konuda. Ama istisnasız bütün kapitalist dünya, kimilerinin “sınıf bağışıklığı tezi” adını taktığı gibi, mülk sahibi sınıfları ve beyaz yakalıları izole edip mavi yakalıları gözden çıkartan bir yönelimle hareket etti. Virüsün mutasyon geçirmesi gibi sürü bağışıklığı teorisi de değişmiş oldu. 

Sınıfsallık demiştik ya; şu anda işçi sınıfının hizmetler, sanayi ve tarımdaki “en proleter” kesimleri sömürü düzeninin mutlak veya göreli ayrıcalıklı sınıf ve katmanlarının korunması için işe koşuluyorlar! Zalim hükümdarlar utanmasalar, koronavirüs bütün işçilere bulaştığında işçi sınıfı bağışıklık kazanacak diyebilirler. 

Egemenler sınıf çıplaklığının üstünün örtülmesini ister. Sömürülenlerse örtülerin kaldırılıp atılmasını. Ayarsız, ayarsız olduğu ölçüde de fantazyaya dönüşen fikirler, sınıfları görünmez kılmaya yarıyor. Buna göre toplumun hareketine, insanların davranışlarına, sorunlara ve çözümlere sınıflar arasında süregiden mücadeleler değil, rastlantısal faktörler karar vermektedir. 
Komploları çılgın mucitlerin değil de, emperyalist bir katiller çetesinin, örneğin ABD’nin en zengin birkaç ailesiyle CIA’in, Pentagon’un falan tasarlamış olması bu durumu değiştirmez. Komplocu çete, ait olduğu sınıf adına sınıflar mücadelesinde konumlandırılmamaktadır çünkü… Dar çıkarların esiri olmuşlardır, manyaktırlar, nedensiz bir kötülük, veya kör bir para hırsının esiridirler. 

Emperyalizm ve kapitalizm, hiç kuşkusuz dar çıkarların, kör hırsların kötülüğü ve manyaklığıdır. Ama olay sınıflar mücadelesinin sahnesinde yaşanır, karartılmış komplo karargâhlarında değil. 

Bu düzenin kötülük ve manyaklık üretmesi için fazladan komploya ihtiyaç mı var! Kapitalist ülkelerde salgına karşı hangi iş kollarının tatil edileceği, ne tür izolasyon önlemleri alınacağı, sağlık ve diğer zorunlu hizmetlerin nasıl organize edileceği, çalışma imkanını yitiren insanların yaşam standartlarının nasıl korunacağı ve benzeri başlıklarda bir “maliyet hesabı” yapılıyor. 

Bu hesabın bir ucunda devletin emekli maaşı ödediği insan sayısının azalması var! Hiç emekli kalmasa kapitalist devletler bayram ederlerdi.

Bu hesabın bir parçası sağlık hizmetinin bir ticaret eşyası olmaktan çıkmaması! Tamam maskeyi satamıyoruz, ama iş hastaneleri, araştırma laboratuvarlarını kamulaştırmaya kadar da gitmesin yani!

Bu hesabın içinde hapishanelerde, göçmen kamplarında en sağlıksız koşullarda yaşayan ve devletin kaynaklarını emen nüfusun azalması da var! Sadece onlar değil, “açım, çocuğumu besleyemiyorum” diyenler, bir “Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdür Yardımcısı'nın” dediği gibi yok olsalar, düzen açısından kesinlikle daha iyi olacak. Çünkü biraz daha sesleri duyulursa; yola, inşaata, silaha harcanacak paraların bir kısmını bunlara vermek zorunda kalacaklar. Parayı sermayeye dönüştürüp kâr elde etmek varken, yeryüzünde sadece kalabalık eden birilerine dağıtmak! Eski müdür yardımcısı manyak olduğu için değil, müdüründen, bakanından çok daha vicdansız olduğu için değil, sınıfının çıkarlarını insanlıktan çıkmış bir körlükle savunduğu içindir ki, twitter’da “geber” diye açık açık yazabildi. Sınıfının hislerine tercüman oldu.

Maliyet hesabının içinde, devletin müteahhitlerine bir buçuk ayda iki dev hastane inşaatıyla para kazandırması da var. Kuşkunuz olmasın, salgın geçer geçmez bunları özel sektöre devretmek de var! 

Ölüm sayıları da, yine bir hesap unsuru olarak az gösteriliyor olabilir mi? Verilerle oynanıp oynanmadığını konunun uzmanları incelesin; ama şunu söylemek için uzman olmaya ihtiyaç yok: Salgının verdiği zarar ne kadar artarsa, gelecek yıllarda sağlık bütçelerinin hastalıkları önlemeye yönelik çalışmalara yatırılması yönünde o kadar baskı olur. Oysa kapitalist tıp hasta düşenleri tedavi ederek para kazanır, hastalığı önleyerek değil!

Siz söyleyin şimdi; kapitalizmin egemenliği altında yaşarken ayrıca bir de komploya ne hacet… Peki bu durumda yapılması gereken, salgına karşı mücadeleyi sınıf mücadelesi olarak kavramak değil mi?