Aziz Nesin'in 105. yaşını kutlarken, Sofuoğlu’na olan öfkemizi Aziz Nesin’in gücüyle birleştirelim diye yazdım bu yazıyı.

Kızarken seven insan, Aziz Nesin

Hafızalarımızda nasıl da deyimleşmiş; tam Aziz Nesin’lik hikaye… Memleketimizin en mücadeleci insanlarından biri, bizim değerimiz, toplumsal hafızamıza kazınmış.

Aziz dedeyle henüz çocukken gittiğim tiyatro kursunda tanışmıştım. Şimdiki Çocuklar Harika isimli kitabı oyunlaştırılmış ve biz de yıl sonunda onu sergileyecektik. Oyundaki rollerim biri ‘Yeter artık be!’ diye bağırarak annesi ve babası tartışırken kendisinin de orada olduğunu hatırlatan bir çocuktu. Yıllar geçti, ben hala bazen içimden bazen dışımdan ‘Yeter artık be!’ diye bağırmaya devam ediyorum. 

Daha o zamanlardan hemen çok sevmiştim Aziz Nesin’i; çocukları bu kadar önemsemesini, her bir hikayesinde biraz da çocukların gözünden bakmasını… Oyunla aynı dönemde belki biraz da sonrasında pek çok kitabını okumuştum. Gol Kralı, Yeşil Renkli Namus Gazı, Deliler Boşandı, Damda Deli Var… İğnelerken güldüren dili ve içimi ısıtan tontonluğu her hatırlayışımda muzip bir gülümse yaratıyor suratımda. 

Sonra yıllar geçti, okumayı henüz bir alışkanlık haline getirememişken Nesin Matematik Köyü’nü duydum. Nasıl da heyecanlandım o an, yeniden Aziz Nesin’le bir biçimde temas edeceğim diye. 

Heyecanla gittiğim bu köy, müthiş dostluklar ve iki haftaya sığdırılmış yeni bir dünya yaratmıştı bana. O güne kadar hiç ilgilenmediğim İkinci Dünya Savaşı’nı orada yaşıtım iki liseli yeniden canlandırmış ve bizlere savaşın simülasyonunu anlattıklarında kendi bilgisizliğimle yaşıtlarımın tartıştığı konulara hayranlık duymak arasında gidip gelen hisler yaşamıştım. Orada ilk kez tuvalet temizlemiş, kazan yıkamış, çöp toplamış ve bunları yapmaktan hiç gocunmamıştım… Genellikle aileler şaşkınlık yaşarlarmış, aynı şaşkınlığı benim ailem de yaşamıştı. Ne yapmışlardı bize orada? Tek yapılan kolektif yaşamayı göstermekti… Kimsenin sıfatının önemli olmadığını, büyük küçük, akademisyen öğrenci fark etmeksizin aynı kazandan ve aynı masada yeme ihtimalimiz olduğunu,  yaşamın her alanında bunun mümkün olabileceğini göstermişti bu köy bana. Ve bu fikir Aziz Nesin gibi müthiş bir insanın vasiyetiydi, oğlu Ali’ye bıraktığı. 

Aziz Nesin her yazısında, her konuşmasında, her anında göstermişti gayretini, kavgasını, duruşunu. Köyün kütüphanesinde Fransa’da okuyan oğlu ile mektuplaşmalarını okumuş, bir kez daha içtenliğine, siyasete bakışına, insanlığına hayran olmuştum. Böylesine bir insana çok yaklaşmış olmak, bir şekilde onunla temas ediyor olmak insanın omuzlarına başka bir sorumluluk yüklüyordu sanki, hissediyordum. 

Ve o sorumluluk hissi nihayetinde beni örgütlü bir kişiye dönüştürdü, minnet duyuyorum. 

***

Geçtiğimiz hafta akademisyen sıfatlı Ebubekir Sofuoğlu önce ‘üniversiteler fuhuş yuvasıdır’ dedi, ardından kendine Cumhurbaşkanı’nını referans etti, gösterilen tepkilerden sonra ‘Yoo, nerede söyledim, ben öyle bir şey söylemedim’ demeye başladı. Karşısında güçlü bir ses, duruş gördüğünde nasıl da korktuklarını gösterdi Sofuoğlu. 

Aziz Nesin'in 105. Yaşını kutlarken Sofuoğlu’na olan öfkemizi Aziz Nesin’in gücüyle birleştirelim diye yazdım bu yazıyı. Aziz Nesin bugünlerde yaşıyor olsaydı sesi hala gür, ısrarla ve inatla çıkmaya devam ederdi mutlaka. Hikayelerinin, romanlarının, mektuplarının malzemesini gündelik yaşamdan, ağaçtan, hayvanlardan, siyasi figürlerden alırken her seferinde başka bir dille, bakışla aktarırdı. Bu yüzden yaşadığımız her olay tam da Aziz Nesinlik hikaye aslında. Ve Aziz Nesin’in ‘Halkın yüzde bilmem kaçı aptaldır’ sözleriyle halkını cahil gördüğünü düşünenler yanılıyorlar çünkü Nesin yalnızca halkı alaya almak için değil, eleştirirken değiştirmeyi ve dönüştürmeyi de hedeflediği için yanan bir meşale her zaman. 

Kendi sözleriyle şöyle anlatıyor Aziz Nesin: 

Türkiye’nin toplumsal topografyasını vermeye çalışırken, bu işi kendi insanlarımla alay ederek, onları gülünçleştirerek, yererek yaptım elbet, çok da kızdım onlara. Ama bütün bunların hepsinden daha çok, hepsinden daha üstün bir duyguyla sevdim onları. Her ne yazdımsa, halkımı gerçekten, özden severek yazdım. 

'İnsanları sevmek' diye çok klişe bir söz var. Dış anlamıyla beğenmiyorum, doğru bulmuyorum bu sözü. Çünkü, insanları sevmek, halkı sevmek deyince, onları olduğu gibi, şimdiki durumlarıyla mı seveceğiz? Yani kötü olanlara kızmadan, kötülükleri hoş görerek mi seveceğiz? Hayır, ben kızarak seviyorum, ama kızmamın kökünde sevgi var. Bugünkü durumu beğenmediğim için kızıyorum. Ama öykülerime aldığım insanları çok sevdiğim için de, durumlarının değişmesini istiyor ve buna çalışıyorum. 

Ben bir gülmece yazarıyım. Kızmadan, öfkelenmeden, her an öfke üstünde olmadan, durmadan öfkesi bilenmeden nasıl gülmece yapılabilir? Ve o kızdığın insanları sevmeden nasıl sanat yapılabilir? Yaşadığım çağda yurdumun toplumsal topografyasını çizmeye çalıştığım öykülerim, ikisi de aynı duygu kaynağından gelen kızgınlığımın ve sevgimin ürünleridir, demek yanlış olmaz sanırım.

Çok yaşa Aziz Nesin…