Kışlık Saray’ı almakla bitmedi iş. Ancak hikaye Kışlık Saray’ın alınmasıyla başladı. 

Kışlık Sarayı Alın!

Jülyen takvime göre 25 Ekim, bizim kullandığımız takvime göre ise 7 Kasım 1917’de sabaha doğru başladı her şey. Kışlık Saray’a pek de uzak olmayan Smolni Enstitüsü’nde üstlenen Bolşevik Askeri Devrimci Komite eski takvimle 25 Ekim’in ilk saatlerinde harekete geçmeye karar verdi. Belki de harekete geçmeye zorunlu kaldı. Gerçi askeri bir ayaklanma kararı 10 Ekim’de verilmişti, ancak anlaşılan Kerensky ve Geçici Hükümet bundan haberdardı. Bir gün önce, yani 24 Ekim’de Geçici Hükümet’e bağlı güçler Bolşevik gazete bürolarını talan etmişti. 24 Ekim’de çatışmalar yerel bir düzeyde de olsa başlamıştı bile. 25 Ekim’de Bolşevik Devrimci Askeri Komite kendi kartını oynadı, silahlanmış askerler, denizciler ve işçiler Petrograd sokaklarına sökün eylediler. Aslında Kışlık Saray hariç diğer hedeflerde pek de direnişle karşılaşmadılar. Kışlık Saray’da Geçici Hükümet’e sadık az sayıdaki kuvvet en azından 26 Ekim’in ilk saatlerine kadar direndiler. Sonra teslim oldular. Bolşevikler, Kerensky hariç, Geçici Hükümet’in tüm üyelerini derdest ederek Peter ve Paul Kalesi’ne hapsettiler. Kerensky destek bulabilmek adına ABD elçiliğinden ödünç aldığı bir otomobille kayıplara karışmıştı. Sonra Pskov’a geçti ve bir grup Kazak ile Petrograd’a girmek istedi. Ancak olmadı, karşılaştığı ilk askeri garnizon ona ve yanındaki gruba ateş açıt. Gerisin geriye döndü. Devrim başlamıştı. Devrimci Askeri Komite 26 Ekim’de bir bildiriyle Geçici Hükümet’in devrildiğini ve iktidarın Petrograd Sovyeti’ne geçtiğini tüm dünyaya ilan etti. Önce kimse anlamlandıramadı. Bazıları geçici olduğunu düşündüler, koca imparatorluk bir ayaktakımına teslim olacak değildi ya. Bazıları ise uğraşmaya bile değmeyeceğini çünkü zaten kendi kendine yıkılacağını ilan etti. Ancak zaman geçtikçe ve Devrim derinleştikçe bunun bir ur olduğunu ve kökünden kesilip atılması gerektiğini düşünenlerin sayısı arttı. 

Boşevik Devrimi aslında yukarıda anlatıldığı gibi ilk fitilini yaktığında çok büyük bir direnişle karşılaşmadı. İlk karşı-devrimci direnişler pek yetersizdiler, aşılmaları kolay oldu. Ancak asıl karşı-devrim atağı sonradan geldi. 

Büyük devrimler hakkında bir belirleme yapmalıyız. Fransız Devrimi ve Bolşevik Devrimi küçük birer kıvılcımla başladılar. Bastille’i işgal eden grup pek küçüktü. Kışlık Saraya saldıran Kızıl Muhafız müfrezesi Ana Rusya’nın koca rahminde küçük bir kandamlasından fazlası değildi. Neticede bu iki büyük devrim iki küçük kıvılcımla başladı. Küçük kıvılcımların önüne gelen her şeyi yakan birer ateş olmaları zaman aldı. 

Şimdi bir soru soralım? Devrimlerin devrimciliği ne kadar sürer? Yanlış anlaşılmasın; devrimler iktidarlarını sağlamlaştırdıktan sonra devrimciliklerinden arınırlar anlamına gelmiyor bu hınzır soru. Tam tersine devrimler kendi kurucu iktidarlarını sağlamlaştırmalarının ardından sahip oldukları programı olabildiğince hayata geçirmeye çalıştılar. Bu süreç devrimci iktidarın artık iyice yerleştiğini de gösterdi. Devrimi yapmak kadar onu yerleştirmek de önemlidir. Bizim sorduğumuz soru ise devrimin toplumsal ve siyasal mekanik işlevinin, yani devirme işlevinin ne zaman bittiğini araştırmaktadır. Gerçekten devrimler ne zaman devirmeyi bırakırlar ve ne zaman kurmaya başlarlar? Bu sorunun cevabına sonra gelelim. 

Daha yakıcı bir soru soralım. Tarihsel bir moment olarak devrim anı neyi anlatır? Örneğin otomatik bir süreç midir? Bir zamanlar Marksistler arasında bile hakim olan arkaik bir görüşe göre devrim otomatik bir süreçti, olgunlaştığında patlayacak bir dinamikti. Oysa tarih öyle olmadığını gösterdi. Örneğin Lenin’in Nisan 1917’de Petrograd’da Finlandiya Garı’nda kendisini karşılamaya gelen ve burjuva devriminin daha uzunca bir süre süreceğine inanan Bolşeviklere Geçici Hükümet’in devrilmesi gerektiğini ve iktidarın Sovyetlere aktarılması gerektiğini ilan etmesi onun bu sürecin otomatik bir süreç olmadığını anladığını göstermişti. Devrim tarihsel bir momentti ancak otomatik olarak devrimci iktidara yol açacak bir moment değildi. Siyasal ve toplumsal tüm bağlamların çözüldüğü, eski kurumların ve güç ilişkilerinin anlamsızlaştığı, eskiyi koruyacak tüm mekanizmaların işlevsizleştiği bir momentti. Ancak sürekli bir durum değildi. Diğer bir ifadeyle tarihin bir anında pek çok karmaşık ve ilişkili unsurun etkisiyle ortaya çıkan geçici bir durumdu. Tren gibiydi, istasyona girdiğinde yakalanmalıydı. Yakalanamazsa uzaklaşmasını seyrederken benliğinizi saran hüzünden başka bir şey kalmazdı elinizde. Devrimci momentte, her şeyin çözüldüğü bu anda siyasal ve toplumsal irade belki de tarihin diğer anlarında olmadığı kadar zincirlerinden ve belirlenimlerinden kurtulur ve son sözü söylemeye hazır hale gelirdi. İrade kadere karşı galip gelecek anı yakalardı. Lenin ise yürüyen, çelik gibi bir iradeydi. Devrimci momentin ne zaman ortaya çıktığını iyi anlamıştı, ve bu momentin feda edilmemesi gerektiğini de iyi biliyordu galiba. 

Bolşevik Merkez Komitesi’nin 10 Ekim’de aldığı ayaklanma kararı aslında oybirliğiyle alınmış bir karar değildi. Lenin kararın alınabilmesi için kendi partisinin merkez komitesinde çok çarpışmak durumunda kalmıştı. Ona karşı çıkan ekip Nisan Ayı’nda o Geçici Hükümet’in devrilmesi ve iktidarın Sovyetlere verilmesi gerektiğini ilan ettiğinde karşı çıkan ekipti büyük bir çoğunlukla. Bolşevik Partisi’nin büyük bir çoğunluğu bile Bolşevik Parti’nin iktidarı henüz alamayacak kadar küçük olduğuna ve Geçici Hükümetle bir süre daha birlikte yol alınması gerektiğine inanıyordu. Lenin hem dışarıyla hem de içeriyle mücadele etmek zorunda kalıyordu. Üstelik her defasında pek yalnızdı.

Yalnızdı çünkü devrimci momentin geldiğinin sanki bir tek o farkındaydı. Öncelikle Kornilov’un karşıdevrimci saldırısının savuşturulması sürecinde Geçici Hükümet’in ikiyüzlü ve ihanete varan tutumuna ve Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerin yalpalamalarına tezat teşkil edecek bir şekilde Bolşevikler sağlam durmuşlardı. Kornilov’un hurucunu Bolşevikler boşa çıkarmıştı. Kitleler nezdinde Bolşeviklerin prestiji çok artmıştı. Ayrıca Geçici Hükümet İtilaf Güçlerine verdiği sözü tutmaya ve kitlelerin tüm barış isteklerine rağmen savaşı sürdürmeye çalışıyordu. Kitlelerdeki barış özlemine ihanet etmekteydi. Hatta Doğu Cephesi’nde sonu hüsranla bitecek yeni bir saldırı bile başlatmıştı. Ayrıca Sovyetlerle birlikte ikili iktidarı oluşturan Kurucu Meclis/Geçici Hükümet ikilisi Sovyetlerin hem barış hem de toprak isteklerini reddetmişti. Böylece Menşevikler, Sağ Sosyalist Devrimciler ve bilcümle burjuva partilerinin kitleler nezdindeki itibarları yok olmaya yüz tutmuştu. Keza Temmuz ayındaki şiddetli gösteriler ve ayaklanma girişimi de bunu kanıtlamıştı. Lenin anlıyordu, toprak Bolşeviklere doğru akıyordu. Üstelik askerler ve denizciler içinde giderek güçlenen Bolşevik komiteler devlet aygıtını parçalıyor ve devrimci momenti pekiştiriyordu. Kasırga geliyordu. 

Ancak Bolşevik Partisi’nin bile büyük bir bölümü kasırganın geldiğini hissedemiyordu. Halbuki burjuvazi iktidara geleli daha bir yıl bile olmamıştı. Şubat Devrimi pek büyük hayallere yol açmış, ancak akabinde burjuvazi bu hayalleri hemen biçmeye başlamıştı. Rus Burjuvazisinin devrimciliği pek kısa sürmüştü. Hoş zaten Şubat Devrimi’ni bile işçiler, askerler, köylüler yapmışlardı. Yapıp iktidarı burjuvazinin eline bırakmışlardı. Oysa burjuvazi tarihin gördüğü en dönek, en çıkarcı sınıftı. Kitlelere verilen sözler çabucak unutulmuştu. Böylece burjuva iktidarı da çaresiz bırakan karmakarışık bir dönem başlamıştı. Bir de Sovyet iktidarı vardı, yani ikili iktidar durumu vardı. Burjuvazi kendisine iktidarı teslim eden işçilerin, askerlerin ve köylülerin Sovyetlerine iktidarı teslim etmek istemiyordu, ancak onları yok etme gücüne de sahip değildi. Ortada bir pata pat durumu vardı. Öyle bir momentti ki hem devrime hem de karşı-devirme açıktı (nitekim Kornilov da bunu en az Lenin kadar anlamıştı galiba). Ortası yoktu, ya devrim galip gelecekti ve otokrasi, aristokrasi ve burjuvazi tarihin çöplüğüne atılacaktı. Ya da karşı devrim galip gelecekti ve işçiler, köylüler ve devrimci askerler 1907’dekinden daha koyu ve daha uzun bir karanlığa itileceklerdi. Lenin kavramıştı. Bu moment işte o moment idi. 

Dolayısıyla bu aslında bütünleşik bir devrimci dönemdi, Şubatta iktidarı burjuvaziye teslim eden işçiler ve köylüler şimdi devimi tamamlamak ve iktidarı almak durumundaydılar. Aksi takdirde tarihte pek çok örneği görülen yenilmiş ortakçı isyanlardan birini daha deneyimlemekle yetineceklerdi. Üstelik bu türden bir iç savaşta yenilenlere pek de merhamet gösterilemezdi. İktidarı almalıydılar ve tüm karşı devrimci sınıfları ve grupları sahip oldukları mevzilerden sökmeliydiler. Şimdi başta sorduğumuz sorunun cevabına geri dönebiliriz. Devrimin devirme işi devrimciler iktidara bir bütün olarak sahip olana kadar sürer. Bu nedenle Bolşevikler iktidarı aldıktan sonra Kurucu Meclis seçimlerine izin verdiler ancak seçim sonucunda ortaya çıkan mecliste hem onlar hem de Sol Sosyalist Devrimci ortakları azınlığa düşünce meclisi daha ilk oturumunda kapatmaktan çekinmediler. Sovyetleri Menşevik ve Sağ Sosyalist Devrimcilerden temizlediler. Orduyu çarcı subaylardan temizlediler. Devrimi bir bütün olarak tüm iktidar odaklarına sahip olana kadar sürdürdüler. 

Kışlık Saray’ı almakla bitmedi iş. Ancak hikaye Kışlık Saray’ın alınmasıyla başladı.