Kırmızı çizgilerinizin olduğunun farkına varmak, bunu ilan etmek, altını çizmek günümüz dünyasında aslında psikolojik, düşünsel, zihinsel sınırlarınızı sonuna kadar savunacağınıza işaret etmez. Tam tersine, kaçınılmaz değişimi sezdiğinize ve uzlaşarak, pazarlık yaparak, gerektiğinde de hırgür çıkararak değişeceğinize, ama mutlaka değişeceğinize işaret eder.

Kırmızı çizgiler aşılmak için vardır!

Herkesin kırmızı çizgileri var. Değişmek ve değiştirilmek üzere bekleyen.

Hâlbuki kırmızı çizgiler değişime, değişim olasılığına karşı ortaya çıkıyor, öyle kullanılıyor. Değil mi? Ama, eninde sonunda değişim kaçınılmaz oluyor.

Değişim de öyle durup dururken, mitolojik nedenlerle olmuyor. Tarihsel olduğu kadar, hatta ondan daha çok üretim ilişkileri kökenli nedenleri var düşüncelerin, düşünsel bölünmelerin, sınırların değişmesinin. Değişim öyle gökten inmiyor; keyfi olarak da icat edilmiyor. Nesnel bir zemini var.

Ve bu nesnel zemin değiştikçe düşünceler, değerler de değişiyor. Çok değil birkaç on yıl önce kabul edilemeyecek, hatta akla bile getirilemeyecek durumlar yeni norm haline gelebiliyor. Bunu, yani düşüncelerdeki, değerlerdeki değişimi sanırım ülkemizde en iyi küçük ilçe insanları bilir ve yaşar. Bir yüksekokul ya da fakülte açılmaya görsün; ilk birkaç yıl öğrencilerin her şeyine karışır küçük ilçe insanı ama sonra olmaz dediklerine kendisi de alışır. Kırmızı çizgileri on yıl içinde değişiverir. 

Velhasıl hayat değişiyor, insanların yaşam biçimleri değişiyor ve tabii ki düşünceleri de değişiyor. Hayat değiştikçe de “kırmızı çizgiler” dile daha çok vuruyor. Yeniden ve yeniden altı çiziliyor. Türkiye’de sık sık olduğu gibi.

Madem sık sık duyuyoruz “kırmızı çizgi”nin adını, merak ettim ve biraz bakındım, bizim buralarda 10-15 yıldır meşhur olan bu “kırmızı çizgi” meselesinin kökeni nereye dayanıyor diye.

İşin ilginç yanı Wikipedia’da çoktan bir madde olarak yerini almış [1]. Tabii ki “red line” olarak. Hikâyesi ve tarihçesi ise bizim buralara dayanıyormuş. Yani bir anlamda bizde sık kullanılması boşuna değilmiş. Tarihin bilinçdışısı dönmüş dolaşmış ve mevzuyu doğduğu topraklara, tarihe geri getirmiş! 

Çünkü “kırmızı çizgi” tanımlamasının kökeni Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşılmasına dayanıyormuş. 1928 yılında Osmanlı’dan kalma petrol yataklarının İngiliz, Fransız ve Amerikan petrol şirketleri arasında paylaşıldığı anlaşma “Kırmızı Çizgi Anlaşması” olarak isimlendirilmiş. Çizginin kırmızı olması ise kullanılan kalemin renginden geliyormuş: Hayat hikâyesi kesinlikle bir başka yazıyı hakeden ve “yüzde beş” lakabıyla bilinen [2] Kalust Gülbenkyan bu anlaşma imzalanırken petrol yataklarını kırmızı kalemiyle üç emperyalist ülke arasında paylaştırıvermiş.

Böylece kırmızı çizgiler diplomasi sözlüğüne eklenmiş. Uzun süre de diplomasi dünyasındaki bir terim olarak kalmış. Diplomatik ve coğrafi sınırları işaret etmiş. 

Siyasi anlamına ise 70’lerde kavuşmuş: Dönemin İsrail Dışişleri Bakanı coğrafi sınırları siyasi çizgilere de tedavül etmiş [3]. Arap ülkelerini İsrail’in “kırmızı çizgilerini” geçmemesi konusunda uyarmış. Böylece kırmızı çizgi, diplomatik bir terim olmaktan çıkmış ve hem bir siyasi terime dönüşmüş hem de yavaş yavaş psikolojik bir sınırı anlatmaya da başlamış. Toplumsal psikolojiye seslenen yanının belirginleşmesi için ise biraz daha geçmesi gerekmiş.

Kırmızı çizginin söylemsel bir etkiye kavuşması ise son 10-15 yıl içinde belirginleşmiş. Daha doğrusu hepimiz yaşadık bu dönemi; sanki hep varmış gibi o çizgiler, kırmızının sürekli değişmesini izledik. Aşılmaz olanlar aşılırken, olmaz denenler teker teker olurken… Bilmem hatırlar mısınız, sanırım ilk Suriye başlığında geçmişti kırmızı çizgiler. Barack Obama “Suriye’de kimyasal silah kullanımı kırmızı çizgimizdir” demişti ve eklemişti: “Bu çizgiyi biz değil tüm dünya dayatmaktadır!” Manidar!

Manidar, çünkü 100 yıl önce emperyalist bölüşmeyi tescillemek için kullanılan bir terim dönmüş dolaşmış ve hem coğrafyasına dönmüş hem de emperyalist sıkışmayı dışa vurur hale gelmiş. Yoksa, yani bir sıkışma olmasa kim sorar emperyalizme kırmızıyı, çizgiyi!

Böylece emperyalist bir paylaşımdan çıkarak diplomasiye giren “kırmızı çizgi” emperyalist sistemdeki krizle birlikte söylemsel yanı belirginleşen bir kullanıma evrilmiş. Türkiye’de sevilmesi de sanırım bu döneme denk geliyor. Geçtiğimiz 10 yılın içine.

Sanırım “kırmızı çizgiler” ilk olarak barış sürecinde gündeme gelmişti. İşte bölünmezlik, tek millet olma tartışmaları sırasında. Sonra da öyle kaldı bu çizgiler. Bir tür psikolojik sınır olarak yani.

Vamık Volkan da farklı bir biçimde bu sınırdan bahseder “geniş grup kimliğini” tanımlarken. Bir çadır gibi görür ulusal, dini gruplaşmaları. Gerçi grup kimliğinde “sınıf” kesinlikle yoktur ama zihinlerdeki ulusal özdeşimlerin, kutsalların icadını güzel anlatır bu çadır analojisi. İşte, “kırmızı çizgi” bu çadırın, bir ülkenin, ortak bir tarihin içinde bir araya gelen insanları toplayan zihinsel bağın dış sınırları gibidir. Sanki oradan sonrası bir dağılmaya, yok olmaya, mahvolmaya gidecektir. Kırmızı çizgiler kendini inşa eden bir söylem gibidir. Korkutur ve korku salar. Tehdit edicidir ve tehdit de eder.

Ama dedim ya değişim kaçınılmaz. Gündelik ve tarihsel hayatın söylemsel değil maddi bir zemini olduğu için. Yani Türkiye’de her şeyden önce kapitalizm yol aldıkça düzenin, bin yıllık düşüncelerin kırmızı çizgileri yeniden tarif edilmektedir. Mecburen. Kapitalizm bu çizgilerin kimisini hızlıca değiştirirken, din gibi daha kadim, daha derin kökleri olanları ise zamanla değiştiriyor.

Değişim kaçınılmaz olunca kırmızı çizgilerde de değişim, gevşeme, sorgulanma ve yeniden belirlenme kaçınılmaz oluyor. Bu nedenle de daha fazla gündeme geliyorlar. Yani bir yerde, bir konuda kırmızı çizgiler ne kadar gündeme geliyorsa orada, o konuda “nesnel” bir değişim olduğunu bilmek gerekiyor. 

Çünkü kırmızı çizgilerinizin olduğunun farkına varmak, bunu ilan etmek, altını çizmek günümüz dünyasında aslında psikolojik, düşünsel, zihinsel sınırlarınızı sonuna kadar savunacağınıza işaret etmez. Tam tersine, kaçınılmaz değişimi sezdiğinize ve uzlaşarak, pazarlık yaparak, gerektiğinde de hırgür çıkararak değişeceğinize, ama mutlaka değişeceğinize işaret eder.

Ama öyle, ama böyle.

[1] https://en.wikipedia.org/wiki/Red_line_(phrase)

[2] Maral Dink, ‘Bay Yüzde Beş’in gerçek hikâyesi. 09.01.2015. http://www.agos.com.tr/tr/yazi/10193/bay-yuzde-besin-gercek-hikyesi

[3] Ben Zimmer, The Long History of .  of the Phrase 'Red Line' https://www.wsj.com/articles/SB10001424127887323993804578612210634238812