Bugün toplumsal alanda adım adım kaybettiğimiz güven duygusu yeniden kazanılmayı bekliyor. Nasıl kazanılacağı ise üstüne düşünmeye, konuşmaya ve mücadele etmeye fazlasıyla değer…

Kaybedilmeye yüz tutmuş ama en temel ihtiyacımız: Güven

Geçtiğimiz hafta Twitter’daki taciz gündemleri, ülkemizde kadınların içlerine attıkları, aynı günlerde Mersin’de intihar eden vatandaşımız bir noktada kesişti benim için. Kesişim noktasını toplumsal yaşamda kaybettiğimiz güven duygusu oluşturuyordu. Bu yüzden güven duygusunun insandaki yerini biraz daha düşünmeye, hatta daha çok hatırlamaya ihtiyaç duydum.

Başında belirteyim, bu yazı polemik yapmıyor, politik değerlendirme içermiyor. Yalnızca insana, insani ihtiyaçlarımıza dair önemli bir noktayı benim gözümden hatırlıyor. Güven duygusunun önemini hatırlamak, üzerine düşünmek ve belki de bir talep haline getirmek bu kısa yazının ufkunu oluşturuyor denilebilir.

***

Psikoloji insanı sosyal, evrimsel, gelişimsel gibi pek çok yönden ele almaya çabalayan bir bilim alanı. Hatta psikolojide ekonomik gelişmelerin, inişlerin ve çıkışların, üretim ilişkilerinin, iktisadi süreçlerin insan üzerinde yarattığı etkiyi incelemek sıklıkla eksik bırakılır.

Az önceki eleştiriyi bir parantez olarak kabul edip psikolojinin üzerine düştüğü önemli bir ihtiyaçtan bahsedeceğim. Psikologlar diyorlar ki insanlarla kurulan güven ilişkisi yaşamın henüz ilk dönemlerinde şekillenmeye başlar ve geriye kalan dönemlerdeki yaşam olayları, güven duygusunun pekişmesine ya da değişmesine yol açabilir.

Yaşam boyu gelişimi kuramsal olarak ele alan Erikson, ruhsal değişimin yaşam boyu süreceğini düşünürken insanın gelişiminde bazı evrelerden geçtiğini ifade eder. Gelişimin ilk evresini de temel güvene karşı güvensizlik olarak isimlendirir.

Bu evrede beslenme, bakım, sevgi gibi ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra bu ihtiyaçların bakım veren tarafından duyulması ve anlaşılması da önem taşımaktadır. İşte bu ihtiyaçların karşılanması ve anlaşılması süreci güven ilişkisinin de gelişimini sağlamaktadır. 

Yalnızca Erikson değil; Ainsworth, Winnicott, Klein gibi pek çokları da bu konuya kafa yormuş, gelişim sürecindeki güven ilişkisinin dünyayla ve çevreyle kurulan ilişkide tuttuğu yeri önemsemiş ve anlamaya çabalamış. 

Özetle henüz yaşamın ilk dönemlerinde bakım verenle kurulan güven ilişkisi ardından gelecek yaşam olaylarına yaklaşımımızın temel taşlarını oluşturur diyorlar.

Bunu neden anlattım, insanın ilk gelişim evrelerinden itibaren güven duygusunun ne kadar temel bir ihtiyaç olduğunu hatırlamamız için anlattım. Çünkü bir çoğumuzun kabul edeceği üzere bugün bir saldırı gerçekleşiyor ve bu saldırının en sarsıcı yanlarından birisi güven duygumuzun zedelemesine neden oluyor. Güven duygumuz yaşadığımız topluma, geleceğe, yaşama karşı zedeleniyor. 

İnsanın yaşadığı dünyayla kurmak için çabaladığı güveni yıkıyor, ayaklarını bastığı halıyı çekip alıyor. Peki nasıl yapıyor bunu? Aydemir Güler evvelsi günkü yazısında “21. yüzyılda tarihinin en kanlı, en yağmacı, en ahlaksız haline kavuşan kapitalizm için baskıcılık, gericilik, yayılmacılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik, dincilik, faşistlik ve benzeri özellikler bir tercih konusu değil zorunluluktur.” diyor. O halde gericilikten güç alanların yüzsüzlükleri, arsızlıkları, sınır tanımazlıkları artıyor. Karşısında duramadığımız her an insana olan güvenimiz böylece daha da zedeleniyor. İnsanın elini uzattığı yeni herhangi bir insana daha fazla soru işareti ile yaklaşmasına neden olunuyor. Yaşanan bu büyük saldırı ikili ilişkilere, günlük yaşama doğrudan sirayet ediyor. Girilen her sokakta, kurulan her yeni ilişkide bir soru işareti olarak beliriveriyor. 

Ne zaman azalıyor soru işaretleri? Birinin birinden çıkarı olmadığını düşündüğümüzde, girdiğimiz sokakta kendimize güvenebildiğimizde veya yalnız olmadığımızı hissettiğimizde, birbirimizden güç alarak kötülüğe karşı koyduğumuz anlarda azalmaya başlıyor. Ve kitaplarla, romanlarla tarihten güç aldığımızda azalıyor. Her zaman böyle gitmediğini, insanın dur noktası olduğunu bildiğimizde karanlık bulutlar dağılmaya başlıyor. 

Kötülüğün ortaya çıkmasına fırsat vermemek, karşısında niceliksel olarak kalabalıklaşmak ve niteliği arttırmak, bilinçli olmak ve üstüne gidebilmek topluma ve birbirimize olan güven duygumuzu arttırmayı sağlıyor. Ve saymadığım pek çok yolu bulunuyor.

Nihayetinde diyeceğim o ki bizim bugün toplumsal alanda adım adım kaybettiğimiz güven duygusu yeniden kazanılmayı bekliyor. Nasıl kazanılacağı ise üstüne düşünmeye, konuşmaya ve mücadele etmeye fazlasıyla değer…