Katina'nın makası! O makas senin elinde, benim elimde, bizim elimizde. Her gün bu düzeni yeniden ve yeniden dikip biçiyoruz işte. Bıkıp usanmadan, her yönüyle. Hâlbuki... Hâlbuki mesela, kendimizden, benzerlerimizden ne de çabuk usanabiliyoruz. Şu köhne düzenden usanmıyoruz ya! Ne de konformistiz. Ne de... Ne yazık ki!

Katina'nın makası

Kessin, biçsin, geçsin şu makas. Mesela Fikrimin İnce Gülü çalarken arkada, dertli dertli baksın pencereden dışarıya ve her geçen gün içine daha fazla edilen şu ülkeyi bize geri versin. Öyle zaman makinesine atlar ve geçmişe kolayca gider gibi değil. O, imkânsız ve açıkçası gereksiz. Mücadele ede ede, dişi ve tırnağıyla, hem de bugün versin! Bugünü bize bugünde versin! 

Hem geçişte ne var ki? Biz varız işte, anamız-babamız var. Yeterince mücadele etmemiş ve mücadele etmek gibi bir şey aklına hiç gelmemiş nice atalarımız var. Hepsi bu! Sonra işte elinde makasıyla Katina da kovulmuş gitmiş buralardan. Kovmuşuz Katina'yı. Karşı kıyıya göndermişiz, “Türk tohumu” olarak. Oradaki bizler de buralara gelmişler. Emperyalizmin yasaları işlemiş.

Hani şimdi bir tükürük koyup tüpün içine göndersek genetik test için şu emperyalizme, çok belli, buradakiler oralı, oradakiler de buralı çıkacak. Katina dâhil! Ama “tarih” diyoruz ve geçiyoruz şimdi tüm bunlara. Bize de “Tarih, işte!” diyecek sonrakiler, gelecekte. 2050’de mesela. Bugün yeterince mücadele etmemişliğimizi temize çıkaracak tarih, sağolsun! 

Dün ise… Katina, cıstırı cıstırı, böyle eteğini sallaya sallaya arzı endam etmiş sahnede, hayatta. Huysuz huysuz! 

Biz buralarda öyle de yaşamışız hayatı ya! Her şeye rağmen, huysuz huysuz, uğraşa uğraşa! İsyan halinde! Kendimiz olmakta direnerek ve direterek. Biz öyle de varolmuşuz ya buralarda, aileye, dine, cinsiyetimize ve devlete rağmen! Ne büyük zorluk! İnsanın ailesine, dinine, cinsiyetine ve içinde yaşadığı toplumun devletine kafa tutması. Ne büyük bedel! Sırf bu nedenle, ergen ergen, salya sümük, yollara da düşmüşüz, kavga da etmişiz!

Ama kavgadan bolca kaçmışız da. O da var. Biz öyle de varolmuşuz, buralarda, bu topraklarda. Kaçmak ve kavga etmek. Huysuzluk oradan gelmiyor mu? Gelmiyorsa bu nasıl bir şey Katina? Söylesene karşıdan bize!

Sormuş birileri; haklılar da: "Zeki Müren'i, Bülent Ersoy'u, Huysuz Virjin'i bu kadar seven bir toplum neden bu kadar suskun? Mesela İstanbul Sözleşmesi'nin sorgulanmasına, kaldırılmasına karşı neden bu kadar sessiz?" Doğru mu? Doğru! Ama eksik. 

Eksik, çünkü koskoca bir örgütsüzlük çölü bu toplum. Emekçileri örgütsüz, sınıfı örgütsüz! Aklı paramparça. Aşklar ve Köpekler filmi gibi buraların emekçileri. Bu kadar parçalı olunca sevgi ve sahip çıkma, bir arada olmuyor işte her şey. Tam da o film gibiyiz! Meksika'yız biraz. Latin Amerika’yız, Ortadoğu’yuz, Avrupa’yız. Paramparçayız.

Paramparça olunca, Katina'yı seven, İstanbul'a sahip çıkmıyor mesela. Sahip çıkmamış da zaten! 
Sevmenin bedeli yok çünkü! Sevmek bedava. Sahip çıkmanın, inadın ve ısrarın ise bedeli var. Korkutucu. Huzursuz, karşı çıkılabilir. Kavgayı göze almak gerekebilir. Huysuz bir şey sahip çıkmak. 

Huysuz olmanın bedeli var bu ülkede! Adalet aramanın bedeli var!

İronik ama sözleşmelere, hukuka ve hukuksuzluğa karnı da tok buraların insanının. Bakmayın siz! Bir yandan yarın ne olacağının bile belli olmadığının bilinciyle yaşıyor buraların insanı. Öyle her şeyin yolunda gider gibi göründüğü ülkelerin insanına benzemez…

Mesela... 

Mesela Almanya'nın Huysuz Virjin'i var mı? Hiç olmuş mu? Bir kere bile? Ya Hollanda'nın? Yok, değil mi? Bizi işte bu konuda kıskanabilirler mesela. Kıskanmalılar da! Bilsinler ki bizim her geçmişimiz, bugünümüzden daha güzel! Her geleceğimiz ise…

Neyse. Neyse…

Katina'nın makası diyorduk, nerelere gittik! Hâlbuki daha ölmeye yatacaktık! Değil mi, Adalet Hanım? Ah, Adalet Hanım!

Severim. 2005, 2006 ve 2007' imdir benim, Adalet Hanım’ın kalemi, aklı! O nasıl bir edebiyat! Cerrah titizliği ve cerrah soğukluğu içinde.

Yarayı böyle kenarından tutup yavaş yavaş açan, sağlıklı dokudan katman katman ayıran ve sonunda kesip atan! Bir Düğün Gecesi bile... Hiç durmaksızın, Yazsonu'na kadar! Çok severim. Ama işte, rüzgârda savrulan saçmalıklarla dolu hayatımız şu coğrafyada. Basit ve yazık!

Katina'nın makası, Adalet'in edebi neşteri... Göçüp gittiler bu hafta. Bizim de bir parçamız gitti onlarla birlikte. Bir sürü hesap kitapla birlikte. Hayat geçip gidiyor işte, ne yapacaksınız, baksanıza... Geçmiş olacağız artık neredeyse.

Ama ben sormadan edemiyorum “Daha ne kadar bekleyeceğiz ki!” diye. 

Hakikaten ne kadar daha bekleyeceğiz ki?

Mesela, Katina'nın makasının kesmesini… Daha ne kadar bekleyeceğiz? Artık kesecek mi o makas? Makûs talihimiz artık gülecek mi yüzümüze? Fikrimin İnce Gülü Bayram'ın Mercedes'i bozkırın tozuna varacak ve ayağı toprağa basınca Bayram’ın, Bayram kendi Mercedes'inin kendisi olmadığını, olamayacağını anlayacak mı? Tüm bunlar mesela, örgütlü bir halk olmadan olabilecek mi, bu ülkede?

Haydi canım!

Erkekler kadın kılığına giremeyecek; ekranda, hayatta yasaklanacak böyle şeyler! Ama kadınlar erkeğe dönmek isterse aileler "rabbim bana bir oğul verdi" diye bayram edecek ve günler akıp gidecek, öyle mi?

Katina'nın makası...

O makas senin elinde, benim elimde, bizim elimizde. Her gün bu düzeni yeniden ve yeniden dikip biçiyoruz işte. Bıkıp usanmadan, her yönüyle. Hâlbuki... 

Hâlbuki mesela, kendimizden, benzerlerimizden ne de çabuk usanabiliyoruz. Şu köhne düzenden usanmıyoruz ya! Ne de konformistiz. Ne de...

Ne yazık ki!

Ne yazık ki!

Ama hayır... Hayır...

Adalet Ağaoğlu ve Seyfi Dursunoğlu.

Hoşçakalın.

Ve bilin ki...

Katina, Ölmeye Yatmak yerine elindeki makasla bu düzene bir gün mutlaka kefen biçecek!

Er ya da geç.