Bazen kötümserlik gerçekçiliğe götürür; gerçekçilik ise her durumda kazanmanın önkoşullarından biridir. Gerçekler devrimcidir, sözü boşuna söylenmemiştir.

Karamsarlık mı?

Varsayalım, adına bir zamandır “millet” diyen, ona yeni yeni aklı ermeye başlamış çocuklardan daha ileri düzeyde hakim olamadığı Türkçesiyle laf yetiştirmeye çalışan şiddetli ve hiddetli muarızının yakıştırmasıyla “zillet” denilen ittifak, ne yapıp etti, seçimleri kazandı. Çoğul olarak söylediğimize göre, yürürlükteki anayasa gereğince birlikte yapılan iki seçimin ikisini de kazandı, diyelim. Hem cumhurbaşkanlığını aldı, hem de parlamentoda bugünkü iktidar koalisyonununki kadar ya da ona yakın bir çoğunluk elde etti.

Bu varsayımları yaparken, yakın geçmişteki Ekmeleddin örneğinden daha başarılı bir cumhurbaşkanı adayının bulunarak sıkı bir üflemeyle dağılacak izlenimi uyandıran ittifak içindeki her ortağın rızasının ve yeterli bir seçmen kitlesinin de desteğinin alındığını; parlamentoda sağlanan çoğunluğun ve o çoğunluğun içindeki parlamenterlerin ise en azından işleri götürmeye yetecek bir nicelik ile niteliğe sahip olduklarını da kabul etmiş oluyoruz.

Böylece cumhuriyet tarihinde görülmemiş uzunlukta bir süreyi kaplamış Erdoğan ve AKP dönemi sona ermiş olur. Olur da, hemen öncesinde ve hemen sonrasında yaşanabilecek gelişmeler bir yana, “millet”in bin bir zahmetle ulaştığı bu başarının ardından neler gelir?

Siyasal çekişmeleri, vaat edilen “güçlendirilmiş parlamenter sistem”in nasıl bir şey olacağını ve hangi vadede gerçekleşebileceğini de bir kenara bırakalım. Doğrudan halkın hayatına dokunan, ülkenin çehresinin değişmeye başladığını gösterebilecek bazı konularda neler olabileceğini, böyle bir yamalı bohça ittifakın sınırlılıklarını unutmadan, düşünmeye çalışalım.

Çalışalım ve muhalefetin ağzını açar açmaz ilk dillendirdiği konu olan ekonomi ile başlayalım.

Sözgelimi, asgari ücret açlık sınırının üstüne çıkıp yoksulluk sınırında ya da onun hemen yakınında bir düzeye yükselir mi? Emekçilerin sendika kurmalarının ya da seçmelerinin ve grev yapabilmelerinin önündeki engeller kaldırılır mı, hiç değilse, bugünkü aşılması çok güç katılıklarından uzaklaştırılır mı? Çalışma hayatı ile ilgili yasal düzenlemelerdeki düpedüz faşizan hükümler ne ölçüde ve ne kadar sürede ayıklanır? Büyük patronlara tanınan vergi afları ve ertelemelerine az çok benzer kolaylıklar emekçiler için de düşünülür mü?

Örneğin, artık adı da kendisi de yok denebilecek durumdaki laiklik, en azından, adının geri geldiği, kendisinin ise biraz fark edilir olduğu bir konuma ulaşır mı? Biraz daha somut ve anlaşılır yanlarıyla yazılırsa, “diyanet işleri” denilen alanda kamu hizmeti verdiği varsayılan devasa devlet kuruluşu, pek çok bakanlığın ve kamu kurumunun bütçelerini çok aşan boyutlarından akla yakın bir büyüklüğe indirilir mi? Din işlerinin çok ötesinde neredeyse toplumsal hayatın ve devlet işleyişinin bütün alanlarına yayılmış etkinliklerinden uzaklaştırılmış, “ismiyle müsemma” bir görev alanı ile sınırlandırılır mı? Orta öğretimin imam-hatipleştirilmesine bir sınır çizilir mi? Şu sıralar haberdar olduğum, yakın zamanda yapılmış bir araştırmaya göre sayılarının 30 dolayına ulaştığı saptanmış adı sanı bilinen tarikata ve 400’e yakın kollarına ilişkin olarak ne yapılır? Onların ekonomik ve siyasal etkinliklerini önleyici, en azından, ciddi anlamda denetleyici adımlar atılır mı?

Bu laiklik konusu ile de bağlantılı olarak, eğitim alanında kayda değer iyileştirmeler yapılabilir mi? Anılan araştırma bulguları arasında yer alan o 30 tarikat ile kollarına bağlı ve sayılarının 200 bini aştığı tahmin edilen okullardaki öğrencilerin cumhuriyetin olduğu kadarıyla laik ve bilimsel eğitim sistemine döndürülmesi için ne kadar zamanda, hangi etkili önlemler alınır? Apartman katlarında, şurada burada etkinlik gösteren ve sayılarının 800 dolayında olduğu tahmin edilen medreselere ne yapılır? Yine bir başka örnek olsun, sayılarının sadece İstanbul’da 500’e yaklaştığı sanılan tekkeler konusunda hangi önlemler alınır?

Gecekondu sıfatı ile anılanından en ileri sanılanına kadar üniversiteler nasıl geliştirilir, özerklikleri ve kendi bileşenlerinin katılımlarıyla yönetilir olmaları nasıl sağlanır? Yoksa, böyle bir konu hiç mi gündeme getirilmez yahut sözde çözümlerle mi geçiştirilir?

Artık adaletsizlik dağıtır olmuş adalet sisteminin kökten değiştirilmesi amacıyla yapılması gerekenlerin altından nasıl kalkılır? Hangi sürede, nasıl çözümler getirilir?

Haydi ona da değinmiş olalım: Emperyalist ülkeler ve onların uluslararası kuruluşları karşısında, bırakalım bağımsızlığı, şimdiye kadarkinden biraz daha kişilikli, onurlu ve benzeri sıfatlarla anılabilecek yaklaşımlar geliştirilir, öyle politikalar izlenir mi?

Kısa erimde gerçekleşme olasılığı bulunan bir iktidar değişikliğinde, bu soruların ve akla gelebilecek benzerlerinin ne kadarına olumlu yanıt verilebilir? Olsa olsa bu kadar olur ya da en kabadayısı bunları yapabilirler denilebilecek olanlar aşağı yukarı bunlardır. Bunların ve eklenebilecek başkalarının ne kadarı şu “güçlendirilmiş parlamenter sistem” denilen dillere destan güzelliğin gücü ve amaçları ile uyumludur?

Herhalde pek azı, eğer hiçbiri değilse…

Peki, bunları düşünmek, düşünmekle de kalmayıp böyle açık açık yazıya dökmek, karamsarlık sayılır mı? Şöyle de sorulabilir: On sekiz yılı aşkın bir süredir halkın büyük bir çoğunluğunun canına okumuş, o kadar kötü etkilemediklerini ise bıktırmış bir yönetimin ve onun artık neredeyse değişmez bir kötü talih sanılmaya başlamış devri iktidarının sonuna yaklaştığına ilişkin birtakım alametler belirmişken, böyle kapkara tablolar çizmek, keyif kaçırmanın, moral bozmanın, mücadele azmini kırmanın ta kendisi değil midir? Kısacası, karamsarlığın koyusu buna denmez de neye denir?

Karamsarlık sözünü kabul etmem. Ama kötümserlik denirse çok da itirazım olmaz. Yalnız, bir kaydı düşmek koşuluyla: Bazen kötümserlik gerçekçiliğe götürür; gerçekçilik ise her durumda kazanmanın önkoşullarından biridir. Gerçekler devrimcidir, sözü boşuna söylenmemiştir.

Ayrıca, seçmesi için halka dayatılacağı anlaşılan iki bloktan başka düzen dışı, dolayısıyla sahici bir seçeneğin hiç değilse bugünkünden daha güçlü bir biçimde görünür kılınabilme olasılığı da hesaba katılırsa, gerçekçiliğin yanı sıra kazanmanın bir başka önkoşulu da ortaya çıkmış olur. O zaman da, değil karamsarlık, kötümserlik suçlamasını bile kabul etmemek gerekir.