Kendine yabancılaşmış bir insanlık, izole bireyler, sessiz yığınlar… Kapitalizm insanlığa dünyada da Türkiye’de de kendi distopyasını, kendi karanlığını dayatıyor.

Kapitalizmin kıskacındaki insanlık

Genelkurmay Başkanı’nın adını bilmediğimiz ama Merkez Bankası başkanlarının adını ezberlediğimiz bir demokrasimiz var artık çok şükür. Sadece başkanların adını ezberlesek iyi, “politika faizi” nedir “parasal sıkılaştırma” ne demektir, Para Politikaları Kurulu ne işe yarar, ne zaman toplanır vs. bunları da öğrenmiş durumdayız ülkece. 

Türkiye tarihi boyunca Merkez Bankası’nın bu kadar popülerleştiği ve tartışmaların merkezine böylesine yerleştiği başka bir dönem daha göremezsiniz. Bunun nedeni ise basitçe Merkez Bankası başkanlarının sürekli görevden alınıyor almaları değildir, asıl mesele içinde bulunduğumuz ekonomik yapının bizi sürekli olarak Merkez Bankası’na ve onun belirlediği faiz oranlarına bakmaya mecbur etmesidir. Merkez Bankası’nın attığı her adım sınıfsaldır ve sınıfsal tercihlerin ürünüdür. 

Türkiye ekonomisinin 24 Ocak 1980 Kararları’yla birlikte adım adım liberalleştirilmesi ve sonrasında gelen finansallaşma dalgasıyla birlikte ortaya sıcak para akımlarına bağımlı bir ekonomik yapı ortaya çıkmış durumdadır. Ülkeye sıcak para girişini sağlamanın yolu ise enflasyonun üzerinde faiz vermekten geçmektedir. Faizleri yapay bir şekilde düşük tutmanın ve faizi artırmadan dövizi düşük tutmaya çalışmanın bedeli ise Merkez Bankası rezervlerinin erimesi olmuştur. 128 Milyar dolar aynı anda faizi ve döviz kurlarını düşük tutma hayalinin bir sonucu olarak elden çıkartılmıştır. 

Faizi yapay bir şekilde düşük tutma çabasının gerisinde ise krediye ve borçlandırmaya dayalı bir ekonomi modeli kurulmuş olması vardır. Faizler düşük olmalıdır ki, üretilen mallar borçlanma aracılığıyla da olsa tüketilebilsin. Faizler düşük olmalıdır ki insanlar bankalardan konut kredisi çekmeye ve böylece inşaat sektörü palazlanmaya devam edebilsin. Faizler düşük olmalıdır ki, tüccarın, esnafın, zanaatkârın borçları yüzdürülebilsin. Faizler düşük olmalıdır ki, insanlar kredi kartları ve tüketici kredileri üzerine kurdukları “geçinme stratejileri”ni görece daha düşük maliyetlerle sürdürebilsin. 

Finansallaşma olgusu günümüz kapitalizminin ayırt edici özelliğidir ve sadece bizde değil tüm dünyada geçerli bir olgudur. Emekçi sınıflar kapitalizm tarafından bilinçli bir şekilde “finansallaşma kapanı”na alınmakta, bilinçli bir şekilde borçlandırılmaktadırlar. Bu ise hem emekçi sınıfların gelirlerinin bir kısmına “faiz” olarak el konulması, hem de bir yönetme teknolojisi olarak onlara politik zincirler vurulması anlamına gelmektedir. Yani kapitalizm emekçi sınıfların “zincirlerinden başka” da kaybedecekleri şeyleri olsun istemiş ve bunu başararak onları finansallaşma kapanı ve borçlandırma siyaseti üzerinden rehin almıştır. 

Dolasıyla faiz, günümüz insanını ve onun hayatını hiç olmadığı kadar doğrudan belirler hale gelmiştir artık. Günümüz kapitalizminde insan çalışma yaşamı üzerinden makinenin bir dişlisi, bir robota dönüştürülmüş değildir sadece, yaşamı aynı zamanda sermayenin küresel ölçekteki hareketine ve faiz oranlarına bağımlı hale gelmiş, anlayamadığı ve kavrayamadığı kendisine dışsal güçlerin kontrolüne girmiştir. 

Tüketim üzerine kurulu bir toplumda o tüketim için gereken gelirden yoksunsanız bunu ancak borçlanma aracılığıyla gerçekleştirebilirsiniz ve nasıl yaşayacağınız o borçlanmanın maliyetine bağlı olarak değişecektir. Bugün Türkiye’de o maliyet, faizlerin aşağıya çekilmesine olanak veren bir ekonomi olmaması nedeniyle giderek artmakta ve Türkiye toplumu bir avuç sermayedar ve siyasi rantiyer hariç kolektif bir şekilde yoksullaşmaktadır. 

Öte yandan finansallaşma kapanı sadece borçlandırma mekanizmaları üzerinden işlemez, günümüz kapitalizmi bireyi aynı zamanda bir “yatırımcı” haline getirmektedir. Giderek daha fazla sayıda insanın kapitalizm tarafından yatırımcılığa sevk edildiği günümüz dünyasında, bireyler “kumarhane kapitalizmi”nde borsa, hisse senedi, döviz alım satımı vb. araçlarla kumar oynamakta, 24 saat boyunca piyasa tanrılarına ibadet etmektedirler. 

Dolayısıyla günümüz insanı kapitalizm tarafından sadece çalışma yaşamında değil, borçlandırma siyaseti üzerinden finansallaşma kapanı aracılığıyla ve “yatırımcı” haline getirilerek çok boyutlu bir kuşatma altına alınmış durumdadır. İnsan geçmişe nazaran dışsal güçlere çok daha bağımlı hale gelmiştir ve bu nedenle de bugün tüm o özgürlük yanılsamalarına rağmen, çok daha az özgürdür, insanın köleliği belki de hiç bu kadar derinleşmemiştir. 

Şimdilerde “kumarhane kapitalizmi”ne yeni bir araç daha eklenmiş durumda: Kripto paralar. Kripto paraların gelecekte ulus-devletlerle küresel kapitalizm arasındaki ilişkilere yapacağı etki başka bir tartışmanın konusu ama şu çok net ki Türkiye toplumu yoksullaştıkça finansallaşma kapanına daha çok sıkışıyor ve kripto paralar da o kapanın yemlerinden biri olarak kullanılıyor. Özellikle gençler büyük bir çaresizliğin dışavurumu olarak bahis kuponu doldurur gibi hisse senetlerine, kripto paralara yöneliyor. 

Üstelik son yaşanan olaylardan görüldüğü üzere işin bir de dolandırıcılık boyutu bulunuyor. Bir zamanların banker skandallarına benzer bir şekilde “kripto paracılar” toplumun “kısa yoldan köşeyi dönme” yanılsamalarını kolaylıkla kullanıp kendileri kısa yoldan köşeyi dönebiliyorlar. İşsizliğin bu kadar yüksek, geleceksizlik ve umutsuzluk hissinin bu kadar yoğun olduğu bir ülkede ise tüm bu olan bitenler artık kimseye şaşırtıcı gelmiyor. 

Kapitalizme artık çalışanları iş yerinde sömürmek yetmiyor. Halkın sürekli olarak tüketime özendirilmesi, bunun için de borçlandırılması gerekiyor. Borçlandırma da bir yönetme teknolojisi olarak kullanılıyor. Kitlelerin borçlandıkça daha çok biat edeceği, daha çok sessizleşeceği hesap ediliyor. Bu da yetmiyor, “yatırımcı” illüzyonu ile kitleler “kumarhane kapitalizmi”nin kumar masasına oturtuluyor, ellerinde avuçlarında ne varsa alınıyor. Faiz oranları insanın biyolojik ve zihinsel varlığını doğrudan belirler hale gelirken, finansallaştırılmış bireyler kendine ve topluma daha da çok yabancılaştırılıyor. Pandemi gerekçe gösterilerek, çalışma yaşamı da dâhil olmak üzere, insanlar birbirlerinden izole edilmiş bir şekilde yaşayan ve sadece dijital araçlarla birbirleriyle iletişime geçen varlıklara dönüştürülmek isteniyor. 

Kendine yabancılaşmış bir insanlık, izole bireyler, sessiz yığınlar… Kapitalizm insanlığa dünyada da Türkiye’de de kendi distopyasını, kendi karanlığını dayatıyor. İnsanlık kapitalizme dünyada da Türkiye’de de kendi ütopyası ile yanıt vermediği sürece bu distopyadan herhangi bir çıkış yolu bulunmuyor.