'Acılar üzerinden ortaklaşma' siyaseti/hikayesi, yakın komşularımıza dayatılıp, uygulamaya da geçirilen kan ve gözyaşı dolu bir geleceğe kapı aralayacaktır.

Kaftancıoğlu CHP'de ne yapmaya çalışıyor?

Vicdanlarımızda hâlâ dumanı tütse de Madımak'ta yakılan, Sivas, Çorum, Malatya ve Maraş'ta katliam ve kıyıma uğrayan alevilerin kin tutmayıp rövanş peşinde koşmadıkları, olayların üzerinden geçen yarım yüzyıla yakın sürede buna dönük en ufak bir girişimin dahi olmamasıyla kanıtlandı. Bu ve buna benzer hiçbir olayda hiçbir sorumluluklarının olmadığı da bilinmesine rağmen, bir CHP heyetinin 'Alevilerin vicdanında Türkeş'i aklama' ziyaretini geçen haftaki yazımda inceleyip, "Alevilere Türkeş niye dayatılır?" sorusuna yanıt aramıştım.

Öyle anlaşılıyor ki, CHP heyetinin Türkeş'in evine yaptığı ziyaretle birlikte; Öztrak, Kılıçdaroğlu ve Kaftancıoğlu aracılığı ile üç güne yayılan üç ayrı açıklamayla konunun dallanıp budaklanarak konuşulması ve gündemde tutulması, önceden planlanmış! Gerçek üçüncü gün Kaftancıoğlu'nun sözleriyle ortaya çıktı; meğerse mesele yarayı açmak, kanatmak ve tuz basmakmış. 

Kamuoyu ilk etapta bu ziyareti, partisini bir güvenlik şemsiyesi ve yaşam habitatı olarak görüp içselleştiren alevilerin vicdanında, Genel Başkanları eliyle katilleriyle kaynaşma/barışma temelli bir meşruiyet arayışı olarak yorumlamıştı. Değilmiş. CHP heyeti bu ziyaret ile aleviler başta olmak üzere bütün duyarlı yurttaşlara geçmişin karanlığını hatırlatarak, bunun da yüzeye çıkaracağı dayanılmaz acıların etkisiyle oluşacak yeni sosyolojik dengeler üzerine bir siyaset kurgulamış. Yoksa bayram değil seyran değil, Kılıçdaroğlu'nun, Türkeş'in evine gerçekleştirilecek ziyaretin parti tabanında nasıl bir tepkiyle karşılanacağını bilmemesi mümkün mü? 

İstanbul İl Başkanı, 'acılar üzerinden ortaklaştırılacak her türlü siyaseti yaparım' diyerek bu 'hayali' sahiplendi. Bu sahiplenme, sıkıntı çıkarsa feda edilecek olan kişiyi de ortaya çıkarmış oldu. Muhtemelen, Kaftancıoğlu planın kurgu aşamasında da yer alıyor, zira aksi takdirde feda edilmeyi göze almazdı. 

Şöyle ilerleyelim; Erdoğan'ın kontrolünde yıkılan Cumhuriyet ile birlikte eski devlet mekanizmasının üzerine çökenler, yeni bir devlet aygıtı inşa edip yapılandırıyor, Cumhuriyet ile oluşturulan toplumsal (sosyolojik) dengeleri de yeniden düzenliyor. 

Meselenin özü şu; mevcut sosyolojik taban dağıtılmadan yeni dengeler oluşturulmayacağına Kılıçdaroğlu da inanmış olmalı ki, bu plan uygulamaya konulmuş. Kılıçdaroğlu'nun, toplumun vicdanı ve tarihin hafızasını kanatma pahasına bu planı uygulamakla, siyaseten bir açmazda olduğunu kabullendiği anlaşılıyor. İkna edildiği anlaşılan bu plan, içinde bulunduğu pozisyondan kurtulma arayışının bir yansıması. Eğer öyleyse, Cumhuriyet'in sosyolojik ve bunun üzerine inşa edilen bütüncül yapısını savunup koruyamama kabulü noktasına da gerilemiş demektir. Yoksa bu ziyaretle ortaya çıkmasını umduğu yeni arayış ve dengelere ikna olmazdı. 

CHP'nin bu politikası, aslında Erdoğan'ın kimlik ve mezhep temelli siyaseti noktasında yaptıklarını ve girdiği yolu da meşrulaştırıyor. Kaftancıoğlu'nun sözleriyle, mezhep, alt kimlik, çok renklilik ve çok kültürlülük düzleminde 'acıların ortaklaştırılması' merkezli yapılacak siyasetin pusulası ulus devletten vazgeçmeyi, üniter yapının parçalanmasını gösterir. Bunu göze almış olabilirler mi şimdilik bilmiyoruz.

Çünkü 'acılar ortaklaştırılarak' yapılacak siyasetin öznesi insan olmadığı için, idealleri, tasada ve kederde bir olmak değil; din, mezhep, alt kimlik hedefli ortaklığa çıkar. 

Keşke sayın Kılıçdaroğlu, Atatürk'ün kurduğu partinin genel başkanı olarak, cumhuriyetin oluşturduğu sosyolojik yapının dağıtılması temel alınarak kurgulanan ve sonu belli olmayan maceralara yol açabilecek bu planı kısa yoldan elinin tersiyle itebilseydi. 

'Acılar üzerinden ortaklaşma' siyaseti/hikayesi, yakın komşularımıza dayatılıp, uygulamaya da geçirilen kan ve gözyaşı dolu bir geleceğe kapı aralayacaktır. Sayın Kılıçdaroğlu kulağına bu planı fısıldayanlara, Suriye'de de yapılmak istenen, Irak'ta yapılıp her mezhep ve her alt kimliğin kazıldığı anayasayı önlerine atarak, Irak halkının düştüğü duruma işaret edebilseydi keşke.

Aksi, Genel Başkanı olduğu partiyi kendi elleriyle tasfiyeye sokması anlamına da geliyor ki, bu da ulus bilincinin kazınmasına ve ülke geleceğinin birden çok müdahaleye açık hale gelecek şekle evrilmesine dönüşebilir. 

Buraya nereden ve neden gelindi? Miladı 1980 darbesidir. Geçmişte büyük oranda seküler olan partinin, darbenin ardından dolaşıma sokulan alt kimlik, mezhep ve çok kültürlülük kutsamasıyla ideolojik bütünlük ve dayanışma değerleri yok edildi. İnsan önce bireye, oradan da tüketiciye dönüştürülerek neo-liberalizmin saldırılarına açık hale getirildi. 

Erdoğan'ın kendine taban yaratmak adına sıkça dile getirdiği, 'Biz insanı alevi, sünni, kürt, türk, çerkez, arap olduğu için değil, yaradılanı yaradandan dolayı seviyoruz' virüsü, kitlelerin zihnine zerk edildi. Açılan bu kapıdan toplumun zihninde öyle büyük bir hegomanya kuruldu ki, başta sol liberaller olmak üzere sermaye düzeninin kürekçileri bunu, 'özgürlük alanlarının genişlemesi' övgüsüyle 'fetvalaştırarak', dinselleşmenin önünü sonuna kadar açtılar. 

CHP'yi yönetenlerin bir bölümü zaten böyle düşündükleri için buna gönülden destek verirken, bir kısmı da bunu görüp engelleyecek vasfa ve bilince sahip olmadığı için Türkiye'nin sokulduğu mezhep ve alt kimlik sarmalı CHP'yi de kuşattı.

Bu planın amacı, planın öznesi ve halihazırda zaten parti seçmeni olan alevilere, Kılıçdaroğlu'nun Genel Başkan oluşuyla partiyle sağlamlaştırdıkları 'gönül' bağının da sağladığı özgüven ile Karamollaoğlu ve Türkeş isimlerinin ifade ettiği anlam üzerinden karşı kuvvet uygulanarak, yeni bir sosyolojik denge ve siyasi altyapı oluşturulmasıdır.

'Nedir bu yeni denge, ne amaçlıyorlar?' sorusunun yanıtı, ülkemizde uzun bir zamandan bu yana tartıştırılan, adına federasyon, otonomi ya da ne denirse denilsin, ulus devlet mekanizmasının yerine yeni bir model yaratılması fikridir. Bir önceki yazımda da değindiğim gibi, Cumhuriyet'in kurucusu CHP varlığını sürdürdüğü ve alevi kitleler başta olmak üzere cumhuriyet değerleri ile yetişmiş ve bu değerlere bağlı yurttaşlar, özetle toplumun laik unsurları şimdiye kadar olduğu gibi bu çekim merkezi etrafında durduğu sürece bunun çok mümkün olmadığı görüldü. 

Gelecek, Kılıçdaroğlu'nun niyetinden de ari olarak, Kandil üzerindeki askeri kuvvetin arttırılmasıyla sıkışan PKK'nın, Karayılan'ın sözleri doğrultusunda demokrat ve çevreci bir şekle büründürülerek 'şirinleştirilmesiyle' eşzamanlı olarak, HDP ya da başka bir örgütlülük çatısı altında CHP ile bağları koparılan ya da koparılacak olan alevilerin (resmi olarak tanınmaları ya da diyanette eşit olarak temsil edilmeleri gibi ucu açık bir çok teklif ile) blok oylarına yoğunlaşılan bir süreci hedefleyecektir. Bu taksimata yabancı değiliz. 

Bölgemiz, dünyada siyasi haritaların en hızlı değiştiği coğrafi bölgelerin başında geliyor. Tarih için kısa bir an sayılan 150 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu'na ait olan topraklar üzerinde bugün otuzdan fazla ülke, kendi bayrağı, marşı ve yönetimiyle yer alıyor. Çok kısa bir süre içinde büyük altüst oluşlar yaşandı, demografik ve sosyolojik haritalar ortaya çıktı. Şimdi, hem de CHP içinde bu politikanın sahiplenilerek uygulanması ise ulus devlet ve Üniter yapıyı temellerinden sarsacaktır ki, hem de tarihin bu aşamasında, asıl tereddüt de bu noktadadır. 

Bu politika, CHP'nin kuruluş iradesinin inkarıdır. Mezhepçilik, alt kimlikçilik yapmak isteyenler, buna uygun partilere gidip orada siyasetlerini kuluçkaya yatırmaya ve ortaklaştırmaya gerek bile duymadan açık açık yapabilirler. CHP bölge ve ülkemizde yaraların kaşınmasının ve insanların bilincinin dağıtılması, sömürü düzenine meşruiyet ve rıza üretecek kuluçka siyasetine alet, buna cüret dahi edilmemeli.

Kontrolsüzce borçlandırılan milyonlarca vatandaşın evlerine gelen icra memurları din, dil, cinsiyet, mezhep, alt-kimlik ayırmıyor. Piyasa devletinin gözünde tüm vatandaşlar, tüm mezhepler ve alt-kimlikler eşittir. Sermayenin de desteklediği ve gerçekleşmesini ellerini ovuşturarak beklediği bu çabaların amacı, insanların gözünü bu gerçekten uzaklaştırmaktır. 

Cumhuriyeti ilan edip, bağımsızlık bilincini yerleştirip, kuldan/ümmetten bir ulus yaratan bir irade, bir tarih bilincimiz var. Bu bilinç, neoliberal programlara ve sermayenin tahakkümüne karşı mezhep ve alt-üst kimlik tuzaklarına düşmeden, ekonomik temelli ve adil bir dünyayı amaçlayan bir mücadeleyi örgütleyebilir. Bizler bu dersi tarihten aldık ve yine başarabiliriz.