Bunca iç sıkıcı şeyi düşünür ve yazarken aklıma bir Sovyet filminden sahneler gelip duruyor. Bilenler vardır, Ruslar için hâlâ bir yılbaşı klasiğiymiş.

Kaderin cilvesi ya da yaşasın sosyalizm!

Bir felaketin ardından daha “normalleşme” zamanı geliyor. Kaçınılmaz olarak… Ülkenin geri kalanı hatta İzmir’de depremin etkilediği Bayraklı hattının dışında yaşayan kesim, bir süre daha travmanın etkisinde kalacak. Uykuları kaçacak ya da her ani hareket ve seste ürperecekler. Yavaş yavaş etkisi azalacak, unutmaya başlayacağız. Ta ki yeni bir depreme kadar.

Maddi gücü elverenler daha güvenli evlere bakmaya başladı bile, haksız da sayılmazlar. Merkezi Seferihisar olan bir depremde sonuç buysa, İzmir merkezli bir depremde şehrin önemli bir kısmı yerle bir olabilir. Çoğunluğun ise bunları düşünmeye ne vakti ne de parası var. Salgından, kötü koşullarda beslenmenin ve barınmanın getirdiği başka hastalıklardan ya da iş kazasından ölme olasılıkları bir dahaki depremde ölme olasılıklarından daha yüksek sonuçta. Günü kurtarmanın derdine çoktan düştüler.

Bu arada başka hesaplar da dönüyor. Daha depremin ilk saatlerinde yükselen çimento hisselerinden, inanılmaz bir hızla artan ev kiralarına kadar, depremin kazananları da az değil. Depremzedeler için bilmem kaç konut hizmete sunduğunu söyleyen bir mesaj dolandı telefonlarda. Adres bilgisi, isimler ve telefon numaraları da var. İlk bakışta “iyi ki böyle insanlar var” dedirten türden bir mesaj yani. Umutla arayanlar, aslında dairelerin kiralık olduğunu öğrenmiş oldular. Kapitalizmin her zamanki çıkarcılığı ve iki yüzlülüğü…

Pek çok insan eşyalarını kurtarmak, varsa üç beş kuruş birikmişi onu alabilmek için bekliyor hasarlı olduğu için giremedikleri evlerinin dibinde. Ne yapsınlar? Çadırlarda iki aile kalanlar var, çoğunda yatak yok, tuvalet yok. Çocuklar bu kez hem okullarından hem evlerinden oldular. Korona çadır alanında aldı başını gitti olasılıkla, ona sıra gelemiyor henüz. Bu insanlar, yaşamlarını bir şekilde yeniden yoluna koymak zorundalar ve bugüne dek ellerinde avuçlarında olan her şey, o girilemez binaların içinde. Taşıma şirketlerinin asansörleri ile evlere ulaşmanın bir yolu var, var da insanların ceplerinde bunu karşılayacak para yok!

İki gün önce, devletin kurumlarından çok önce deprem bölgesine gelerek gece gündüz yemeğinden, hijyen malzemesine ellerinden gelen desteği sunan yardım çadırları polis zoruyla alandan çıkarıldı. Halkın buna tepkisi büyüktü çünkü sonrasını tahmin edebiliyorlardı. Kaderleri ile baş başa bırakılacaklardı. Yapılan yardımların kim için nereye kullanılacağı belirsiz. Deneyimlerinden biliyorlar, biliyoruz ve haklı olarak güvenmiyoruz. Kapitalizmin geleceksizliği…

Bunca iç sıkıcı şeyi düşünür ve yazarken aklıma bir Sovyet filminden sahneler gelip duruyor. Bilenler vardır, Ruslar için hâlâ bir yılbaşı klasiğiymiş. “Kaderin Cilvesi ya da Sıhhatler Olsun” diye çevrilmiş Türkçe’ye. Bizim Yeşilçam filmleri tadında bir romantik komedi gibi dursa da bana göre çok daha fazlası. 

Deprem ya da felaketler ile ilgisi yok bu arada filmin. İki farklı şehirde, Moskova ve Leningrad’da yaşayan iki insanın bir yılbaşı gecesi başlarından geçenleri anlatıyor. Moskova’da yaşayan erkek kahramanımız, farkında olmadan kendisini Leningrad’ta bulur. Kendisininkiyle aynı adlı sokakta, aynı adlı binada ve aynı numaralı dairede ve gerisi hoş bir seyirlik…

Filmi benim zihnimde Türkiye’nin deprem gündemli son haftası ile eşleştiren ise hikayenin zeminini oluşturan tek tip Sovyet konutları. Sonuçta kahramanlarımızın başına ne geliyorsa bu aynılık yüzünden geliyor. Sadece sokak ya da bina isimlerinin değil, binanın iç yapısının, asansörlerin, kapıların ve hatta evin içinin bile nerdeyse aynı olduğunu görüyorsunuz. Filmde buraya dair eleştirel dokundurmalar var. Kapitalist dünyada da çokça eleştirilir Sovyetler Birliği’nin tek tip konutları. Burada bunun gerekçelerini açıklayacak değilim ama yine de dönemin koşullarının bilinçli bir çaba ile görmezden gelindiğini, sosyalizmin onca kazanımının yanında kimi “eksikliklerin” özellikle öne çıkarıldığını söylemeden geçemeyeceğim. 

Üzerine düşünüyor ve kendime de size de soruyorum? Gerçekten bazen sıkıcı düzeyde aynı olan ama kesinlikle güvenli ve herkese yeteceğinden emin olduğumuz binalarda yaşamayı mı tercih ederdik yoksa bugünün hiç güven vermeyen ve eşitsiz bir biçimde sahip olunan binalarından birinde mi? Bir çocuğun elinin, kendisini göçük altından kurtaran adamın parmağını tutuşunda büyük bir umut var kesinlikle, hepimiz etkilendik. Ama o çocuğun bir kardeşi ve başka çocuklar, enkaz altında kaldı. 91 saat sonra bir mucize sonucu aramıza dönen bir başka çocuk dün hastaneden babasıyla çıktı, artık annesi yok…Bugün gözlerimizi dolduran bu görüntüleri çok yakında unutacağız ama o insanlar acılarıyla yaşamaya devam edecekler. 

Olan bitene bu gözle baktığımızda, kaderimize razı olduğumuz ve mucizelerle avunduğumuz bir dünyada yaşamaktansa aynı tip binalar nedeniyle yaşanacak sıkıntıları, her neyse onlar, tercih edeceğimiz kesin. Kaldı ki sosyalizm bu demek değil, çok daha ötesi…Son olarak, içimizi karartan bu günlerde biraz olsun gülümsemek isterseniz filmi izleyin, zaten ne demek istediğimi anlayacaksınız. Sosyalizmin insanını, dışardan çok benzer gibi görünen yaşamların ardındaki farklılık ve güzellikleri göreceksiniz.

Filmin linki: https://www.filmatek.net/film/kaderin-cilvesi-veya-sihhatler-olsun/