Şimdi çifte kriz öncesinin son ayının işgücü istatistikleri açıklandı. Şubat 2020 verilerini aslında ciddi bir analize tâbi tutmanın gereksiz olduğu düşünülebilir, ki ben de öyle düşünüyorum. Çünkü Mart ayından itibaren içine girilen görülmemiş çaptaki istihdam krizi, önceki dönem verilerini bir anda anlamsızlaştırmıştır. Bu bakımdan Şubat ayının işgücü istatistiklerinin "tuhaflıkları" üzerinde durmayı bugün için bir zaman kaybı olarak bile tanımlayabiliriz.

İstatistik ve otokrasi

Başlıktaki iki yabancı sözcükten birincisi öteden beri yaygın günlük kullanımımız içinde, çünkü eşdeğer Türkçe karşılığı bir türlü yerleşemedi; ikincisi ise AKP döneminde yaygınlaştı çünkü mevcut siyasi rejimi tanımlamak için daha iyi bir kavram bulunmuyor.

Ben AKP rejimi için "otokrasi" kavramını 2003'ten beri kullanıyorum; çoğunluk 2015/2017'den sonra kullanmaya başladı. Son olarak Bertelsmann Vakfı 2020 Dönüşüm Endeksi'nde, Haziran 2018 sonrasında parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçen Türkiye'nin artık demokrasiler içinde sayılamayacağını ve "ılımlı otokrasi" veya "de facto diktatörlük" kapsamında sınıflandırılabileceğini ilan etti. Fazlasıyla gecikmiş üstelik "ılımlı" sıfatıyla gereksiz yere yumuşatılmış olsa da, Türkiye'deki rejimin artık hibrit bir demokrasi bile sayılamayacağını tescil etmesi açısından önemliydi.

Şimdi gelelim başlığa ve şu soruyu soralım: Otokrasilerde istatistiklere güven olabilir mi? Bu soru önemli çünkü otokratik rejimler (kendi içlerinde de derece farklılıkları olmakla birlikte), tanım gereği en az şeffaf olan rejimlerdir. Böyle bir rejim açısından gerçeklerin çarpıtılması sistematik ve organize bir olgudur. Medyanın ezici bölümünün iktidarın sesine dönüştürülmesi de bu sürecin bir parçasıdır.

Böylece açıklanmayan veya çarpık açıklanan veriler konusunda iktidarı hesap vermeye zorlayan hiçbir ciddi kamuoyu baskısının oluşmasına izin verilmez. Örneğin özelleştirme süreci böylesine bir kapalılık içinde yürütülmüştü. Arada bir açık ihale yapılıyormuş görüntüsü verilmesi, çoğunluğu kapalı kapılar ardında yapılan "işbitirici" pazarlıkların perdelenmesinden başka bir amaca yönelik değildi. Bugün de kamunun yürüttüğü ihalelerin sadece belirli şirketlere açık olması, başka bir ahbap çavuş ihale düzeneğinin oluşması anlamındadır.

Esasen erkler birliğini yürütmede sağlayan monolitik bir rejim oluşturulmuş olduğundan, yasama organının denetim işlevine de izin verilmez. Sözlü soru sorma hakları ellerinden alınmış milletvekillerinin yazılı sorularına da büyük bir fütursuzlukla yanıt verilmez. Herşeyden sorumlu ama hukuken sorumsuz olan yürütmenin başına soru sorulması da yasaklanmıştır. (Oysa 2018 öncesinde yürütmenin başına yani başbakana soru sorulabilmekte, hakkında gensoru verilebilmekteydi). O kadar ki, muhalefet milletvekilleri daha sağlıklı bilgi alma umuduyla Meclis İçtüzüğüne göre değil 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'na göre yani sıradan vatandaş gibi soru sorma haklarını kullanmaya çalışmakta ve bazen daha doğru bilgilere bu yoldan ulaşabilmektedirler. Zaten yasamanın bütçe hakkı da fiilen elinden alınmıştır. Muhalefet milletvekillerinin bütçeyi denetleyebilmelerini sağlayacak Sayıştay Raporları da artık güvenilebilecek ve sonuç alınabilecek denetim araçları olmaktan çıkmıştır.

Görüldüğü gibi, resmi verilere/istatistiklere ulaşabilmek ya olanaksızdır ya da kısmi bir başarı dahi büyük uğraşlar gerektirir. Örneğin AKP döneminden itibaren artık tarımsal yapı istatistiklerine (boyutlarına göre tarımsal işletme sayıları ve işledikleri alanlar) ulaşılamamaktadır. Bu istatistiklerin hiç tutulmadığından değil, ama bunların kamuoyuyla paylaşılması engellendiğinden. Özelleştirmeye ilişkin istatistiki ayrıntılar da 2018 sonrasında "devlet sırları" arasına girmiştir. İşsizlik Sigortası Fonu istatistikleri de yarım yamalaktır. Milli gelir istatistiklerinin güvenilirliği de tuhaf yöntem değişikliği nedeniyle 2016 sonrası için sorunludur.

İşgücü İstatistikleri

İşgücü istatistikleri, her zaman en sorunlu alanlardan olmuştur. İstatistikler, işsiz sayısını asgaride göstermek üzere ayarlanmıştır; geniş tanımlı işsiz sayısına bir karşılaştırmalı gösterge olarak dahi yer verilmemekte, ancak kurum dışındaki araştırmacılar diğer verilerden dolaylı hesaplayabilmektedirler.

Şimdi çifte kriz öncesinin son ayının işgücü istatistikleri açıklandı. Şubat 2020 verilerini aslında ciddi bir analize tâbi tutmanın gereksiz olduğu düşünülebilir, ki ben de öyle düşünüyorum. Çünkü Mart ayından itibaren içine girilen görülmemiş çaptaki istihdam krizi, önceki dönem verilerini bir anda anlamsızlaştırmıştır. Bu bakımdan Şubat ayının işgücü istatistiklerinin "tuhaflıkları" üzerinde durmayı bugün için bir zaman kaybı olarak bile tanımlayabiliriz.

Asıl sorular şunlardır: Mart ayından itibaren içine girilen istihdam krizinde işgücü verileri gerçek durumu ne ölçüde yansıtacaktır? TÜİK'in yönetim yapısında geçen ay yapılan apar topar değişiklikler, tüm ekonomik verilerin tepetaklak olduğu bugünlerde acaba nasıl sonuçlar verecektir?

Ekonomi yönetiminin talimatlarına göre hareket eden TÜİK'in, Mart ayı ve sonrası için işgücü verilerinin şimdiye kadar olduğundan daha fazla manipülasyona açık olacağından kuşku duyulması gerekir.

Bir kere, işsiz sayısı ve işsizlik oranını düşük göstermek, istihdamı da olduğundan yüksek göstermek için TÜİK'in elinde iki yasal düzenek bulunacaktır: "Ücretsiz izin" namıyla İş Kanunu'na eklenen düzenek, bu kapsamdaki istihdam dışı personeli işsiz kategorisinde saymama imkanını verecektir. Benzer bir düzenek de "kısa çalışma ödeneği" kapsamına alınanlar bakımından çalışacaktır. Bu kapsamdakiler, kısmi veya sıfır çalışmaya konu olsalar bile, işsizler arasında sayılmayacaklardır. Bu iki kategori kapsamına girecek olan yüzbinlerce emekçi olduğu dikkate alınırsa, istihdam/işsizlik verilerinin gerçek bilgisine ulaşmanın hayli güçleşmiş olduğu anlaşılacaktır.

İkinci olarak, böylesine ağır bir istihdam krizi ortamında aktif olarak iş arayanların sayısında bir geri çekilme olması beklenmelidir. Daha alışıldık ekonomik krizlerde, hanehalkının toplam gelirindeki düşmeyi telafi etmek için işgücü piyasasına ilave işgücü (çalışmayan kadının veya çocuğun/gencin işgücünü) sunma davranışı egemen olurdu. İş bulma umutlarının dibe vurduğu şimdiki durumda, bir süre bunun tersi bir eğilimin galebe çalması beklenebilir. (Kayıtdışı emeğin arzında da genelde bir geri çekilme olacaktır). İşgücüne katılım oranının daraldığı bir durumda ise, işsizlik oranı da olması gereken düzeyin altına gelecektir. (Nitekim işgücüne katılım oranı Şubat 2019'daki yüzde 52,5 düzeyinden Şubat 2020'de yüzde 49,9'a düşürülerek işsiz sayısı oranında aşağı yönlü bir "düzeltme" yapılabilmiştir).

Bütün bunlara rağmen, Mart ayını izleyen süreçte işsizlik sayı ve oranlarında çok güçlü artışların görülmesinin engellenmesi mümkün değildir. Yeter ki, istatistikler üzerinde çok daha manipülatif bir takım oynamalara cüret edilmesin. Bizim bu konuda güvenmek istediğimiz şey, Kurum elemanlarının önemli bir bölümünün belirli bir meslek ahlakını koruduklarına olan inancımızdır.