Kahramanlar sizin uyuduğunuz saatlerde fabrikalarda toplumu ayakta tutmak için ölüme yatıyordu. 

İşçiler sokağa çıkma yasağına neden karşı?

Pandemi İrlanda adası kıyılarına vurduğunda, herkes şu sorunun yanıtını arıyordu: ‘İrlanda hükümeti salgın karşısında hangi önlemleri alacak ve bu mücadelede başarılı olabilecek mi?’ İşçilerin yaşam mücadelesi ve bu mücadelenin gerçekliği daha ilk anda bu anahtar soruya güçlü bir yanıt verdi. Kapitalist sistem, salgın karşısında şaşkın ve beceriksizdi. Yaşamın her noktasında kurallarını kaldıran ve proleterleri piyasa anarşisinin insafına bırakan sistem işleyemez hale gelmişti. 

Sağlık bakanlığı yetkilileri toplumsal organizasyonları kısıtlayıp, sokağa çıkma yasağı çağrıları yaparken işçiler yol inşa etmeye ve fabrikalarda et kesmeye devam ediyordu. Maliye bakanı canlı yayında bir gecede işsiz kalan insanların sayısını açıklıyor (tahmin edilen rakam 400 bin; İrlanda nüfusu dikkate alındığında korkunç bir rakam) ve hükümetin işini kaybeden insanlara destek olacağını söylüyordu. İrlanda zengin bir ülkeydi ve destek olmalıydı. İşçiler yeterli düzeyde destek görmedi.

Yaz aylarında tekrar açılma planları başlarken et fabrikalarında Covid-19 çılgınca yayılmıştı. Fabrikaların bulunduğu kasabalar abluka altına alındı ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Tüm bunlar bir bilim kurgu filminden alıntılanan sahneler değildi, yaşamın ta kendisiydi. Susuzluktan, açlıktan, savaştan ve kitlesel kıyımlardan kaçan Afrikalılar yaşam umuduyla geldikleri ülkede çalıştıkları fabrikada bir bir ölüyordu. Tüm bu anlattığım şeyler için tek tek kaynak göstermek istemiyorum. Hepsine kendi gözlerimle şahit olduğum için bu yazıda okuyucu için güçlü bir tanıklık yapmaya çalışıyorum. Kendi fotoğraf makinamla çektiğim aşağıdaki fotoğraflardan da görebileceğiniz gibi patronlarımız evlerine kapanırken, işçiler hiç kimsenin yapmak istemediği işlerde çalışmaya devam ediyordu. Bir kahraman arıyorsanız hiçbir anlamı olmayan Amerikan kültürünün zırva kahramanlarına bakmayın, kahramanlar sokağınızda… Kahramanlar sizin uyuduğunuz saatlerde fabrikalarda toplumu ayakta tutmak için ölüme yatıyordu. 

Bizi kahramanlardan ayrıştıran ve birbirimize düşmemize neden olan etkenlerden biri kafa ve kol emeğinin birbirinden ayrı olarak değerlendirilmesi. Var olan yabancılaşmayı arttıran bu etken, salgın döneminde büyüsünü kaybetti. Beyaz yakalı olarak nitelendirilen insanlar spor salonlarını ve kendilerini bir üst sınıfa ait hissettikleri sosyal ortamları bir bir yitirdiler. Tüm bunların ardından fiziksel ve psikolojik yıkımlar geldi. Patronlar için sınırsız bir sömürü imkânı olan ‘evde çalışma’ sistemi, beyaz yakalıları adeta delirtti. Kâr hırsıyla gözü dönmüş olan patronlar evde çalışma sistemine çok sevinmişti. Kapitalizm kendisini rasyonel bir sistem olarak pazarlayan ancak gerçekte irrasyonel fenomenlere sahip bir sistem. Akli dengesini yitiren beyaz yakalılar patronlarının hanesine eksi olarak yazılmaya başlamıştı, o anda tekrar açılmaları gerektiğini düşündüler. Açıldılar…

Herkes sordu kendisine ‘İrlanda’da gerçekten bir ırkçılık var mıydı?’

Cevabı çok basitti, sömürünün ve kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu her coğrafyada ırkçılık vardı. Çünkü, ırkçılık bir burjuva ideolojisiydi ve burjuvazi kendi suretinde bir dünya yaratıyordu. Şimdi, o suret artık aynada kendisine bakamıyor…

Siyah küçük elleri ırkçılığın ürkütücü gölgesinden habersizdi. Hangi bebek güneşli bir günde mutsuz olabilir ki? Hele ki sürekli yağış alan bir ülkede? Derisinin renginden ötürü aşağılanan adam, bebeğine dalıp giden gözlerimi umursamadan tüm öfkesiyle yaşadıklarını anlatıyordu. Siyah adam öfkeliydi, siyah adam haklıydı ve ben de en az onun kadar öfkeliydim. Tüm bu insanların yaşadıkları adaletsizlikler karşısındaki tanıklığım beni bir kat daha öfkeli yapıyordu. Ucube sistem, kendisiyle birlikte her şeyi ucubeleştirmişti. Gazeteciler gerçeği yazmıyor, edebiyatçılar romanlarında artık insanı anlatmıyorlardı. Oysa insan bir yere kaybolmamıştı, olduğu yerde duruyordu. Kanlı, canlı ve öfkeli. Afrikalı insanın bir yumruğu hep sıkı sıkıya kapalıdır. Kavgaya hazır bir makineye dönüşmüştür. Sakin bir durumda konuşurken de mutluyken de kızgın gibidir ya da kavga eder gibidir. Yaşadığı toplumda ancak bu şekilde hayatta kalabileceğini çok iyi bir biçimde öğrenmiştir.

Deniz kenarındaki siyah çakıl taşlarının, siyah derili insanlardan daha değerli olduğu medeni batıda koronavirüs nedeniyle yeniden kapanıyoruz. Siyasilere göre kendimizi salgından korumalıymışız. Buna karşın işçiler haklı olarak soruyor: ‘Peki, kendimizi açlıktan nasıl koruyacağız?’ Kendimizi açlıktan, giderek yükselen ırkçılıktan ve yabancı düşmanlığından nasıl koruyacağız? Polisler milliyetçilerin eylemlerine göz yumuyor. Çıkan olaylarda sosyalistler dayak yiyor ya da gözaltına alınıyor. Kısacası kapitalistler kendini korumaya alıyor. Milliyetçilik yükselecek. Acılarımız katlanarak artmaya devam edecek gibi görünüyor. Böylesi bir gelecekte, her zaman olduğu gibi siyah adam daha fazla acı çekecek. Bütün bu distopya gibi görünen gelecek senaryolarının değişmesi için tek bir seçeneğimiz var…O seçeneğin ne olduğunu emekçiler çok iyi biliyor ve bu şekilde devam ederse o seçeneğin güçlü bir biçimde konuşulduğuna şahit olacağız.