Yaşamında iki şeyden özellikle gurur duyardı. Birincisi işçi olmaktı. Mustafa mücadele eden örgütlü bir işçiydi. Bununla gurur duymayacaktı da neyle duyacaktı? Bir de komünist olmaktan gurur duyardı. Yani partisinden. TKP, onun kimliğiydi. Gerisi laf.

İşçi olmaktan gurur duymak - Mustafa Tozkoparan’ın anısına…

Günlerdir telefonumuz her çaldığında “kötü haber geldi” diye yerimizden fırlayıp duruyorduk.

İki hafta sürdü.

Telefonda “kalbi yetmedi” dediler.

Kafasının içindeki kanama kapatmıştı tüm yaşam algılarını ama o yoğun bakımda direnip duruyordu.

On beş gün sürdü bu direniş.

On beş uzun gün. Yirmi dört çarpı on beş uzun saat. Bir hayat.

Yenildi mi?

Hiç sanmıyorum.

Bu on beş günlük direniş biraz da inattı. Kendisi de inattı.

Yaşarken neyse yoğun bakımda da o! Niye yenilmiş olsun ki?

İki büyük termik santralde on altı yıl kaynakçı olarak çalışmak, üstüne bir o kadar bakır fabrikasında dökümcülük yapmak…
Mustafa’nın on beş günlük yoğun bakım inadı, bu otuz beş yıllık işçilik hayatına benziyor.

Hızlı yaşadığından değil, direnerek yaşadığından.

Bir de o kadar yıl kaynak gazına, erimiş bakır dumanına direnmek her babayiğidin harcı değil. İnadı inattı, ondan…

Sigaraya olan tutkusu da bu inattan zannedilir.

Değildi.

Adı gibi bildiği ama belki de yenik düştüğü tek büyük zaafıydı. Günde beş demlik çaya bana mısın demezdi ama keşke her bir bardağın yanında birer dal cigaraya o el gitmeseydi.

İnadı inattı gerçekten.

Öyle olmasa Sarkuysan’ın ikinci vardiyasından çıkıp, gecenin bir yarısı Darıca Çınar’ın altında etrafına topladığı işçilere nasıl sömürüldüklerini anlatıp durmazdı. Evine gider yatardı.

O ikinci vardiya en sevdiği vardiyasıydı. Çınar altında çayın da siyasetin de bol olduğu vardiya oydu.

İnat dediğime bakmayın. Aslı bildiğin emekti. İlmek ilmek örmek yani. Bıkmadan usanmadan sınıfı anlatmak. Her seferinde aynı coşkuyla partili olmanın öneminden bahsetmek.

Emek harcamadan olmayacağının kanıtıdır Mustafa.

Fabrika işçiliğinin finali MESS grevi oldu. Çayırova Boru işçilerini Sarkuysan’ın önünden alıp Kroman işçilerine katıldıktan sonra köprünün üstünde yürürken çekilmiş fotoğrafını çok sevdiği doğrudur. O fotoğrafın, Gebze’de açılacak işçi lokalinin duvarına çok yakışacağı da…

O bölgede kapısında dolaşmadığı, içinde en az bir işçiyle görüşmediği fabrika kalmış mıdır?

İnatçı dediğimi devrimciliği diye anlayın.

Legrand’ın kapısında işten atılan kadın işçi yoldaşıyla nöbet tuttuysa, sarı sendikanın paralı adamlarının cirit attığı Bosal’da tezgahların arasında işçilere cesaret verdiyse, vincin tepesine çıkmış Mutaş işçilerine destek olmak için aşağıda sabaha kadar beklediyse, bir gün bir fabrikanın kapısında sendikasının bildirilerini dağıtıp, başka bir gün organize sanayi girişinde partisinin afişlemesi yaptıysa bu nedenledir.

Her birini gururla anlatırdı.

Ama yaşamında iki şeyden özellikle gurur duyardı.

Birincisi işçi olmaktı. “Ben bir işçiyim ve bununla gurur duyuyorum”. Bu cümleyi fabrikada Mustafa’dan duymayan amir kalmış mıdır, bilmiyorum. Mustafa mücadele eden örgütlü bir işçiydi. Bununla gurur duymayacaktı da neyle duyacaktı?

Bir de komünist olmaktan gurur duyardı. Yani partisinden. TKP, onun kimliğiydi. Gerisi laf.

Erken oldu. Sanki hep bir demlik çayımız daha vardı birlikte içilecek.

On beş uzun gün. Yirmi dört çarpı on beş uzun saat. Elli altı yıla sığan onurlu bir hayat.

Anısı önünde saygıyla…