2020’de sermaye sınıfının koronavirüs pratiği, 1932-72 arası Alabamalı siyahlara reva görülen muameleden farklı değil. Dünya işçi sınıfının “uzaktan çalışma” olanağı olmayan kesimleri öldürülüyor! 

İnsanlık komplodan korkarken…

Aşı düşe kalka Türkiye’ye doğru geliyor. Eskiden, devletin getirdiği sağlık hizmeti, olsa olsa toplumun, modernitenin giremediği geleneksel kovuklarında yadırganabilirdi. Reddetmekse düpedüz Orta Çağ gericiliği olurdu! 

21. Yüzyıl dünyasında işler böyle değil. Post-modern kapitalizm koşullarında her yer kovuk, her yer karanlık! 

Aşıya reddiye sanıldığından daha yaygın. Çağımız Aydınlanma düşmanlığını baş tacı edince bu kaçınılmaz oluyor…

Yine, eskiden olsa “zamanla geçer” diye düşünebilirdik. Çünkü modern tedaviye ve örneğin aşıya konan kayıtlar geçmişin bakiyesi olurdu. Şimdi ise bile isteye inşa edilen bir karanlıktan söz etmek durumundayız. Geçmişten falan arta kalmadı bu. Bugün işler durumdaki düzen tarafından, bugünkü egemen güçler eliyle imal edildi. 

Konumuz Türklerin düşmanlar tarafından kısırlaştırılması (!) değil elbette. Bu, aralarında gericilik yarışına kalkmış ülkelerden birindeki özgün bir icat. Her birinde vardır bir benzeri… Ancak eklemeliyiz ki, az sonra örneklerle betimlemeyi deneyeceğim durum söz konusu olmasaydı, bu meczup tezlere yalnızca meczuplar dönüp bakardı. 

***

1932-1972 arasında ABD’de frengi hastalığına karşı bir araştırma yürütülmüş. Bu araştırma kapsamında Alabamalı yoksul siyah tarım emekçileri -herhalde köleler- üstünde, geliştirilmekte olan tedaviler denenecekmiş. Projeye katılanlara da ücretsiz sağlık hizmetleri, yemek ve cenaze masraflarının karşılanması taahhüt edilmiş. 

Araştırma devam ededursun, penisilinin hastaları iyileştirdiği bilgisine 1947’de ulaşmış tıp bilimi. Ama ilaç birçok deneğe verilmemiş. Tedavinin iyileştirme derecesini ölçmek için olsa gerek, denekler üstünde plasebo sürdürülmüş! 

Sonuç ölüm tabii ki. Hastalanan eşler, frengili doğan bebekler… En azından 1947’den 1972’ye kadar işkence, bile bile ölüme terk etme uygulaması! 

Devlet özür dilemiş çeyrek asır sonra. Başkan Clinton 1997’de pek dokunaklı bir konuşmayla “kabul edilemez” demiş, “acılarınız geri getirilemez.” 

Ama ölümünü izledikleri insanlara bedelsiz sağlık hizmeti vermişler; yalan yok…

***

Sovyetler Birliği yıkılmış, Soğuk Savaş bitmişti. Herhalde 90’ların ortalarında, bir gündüz vakti, televizyonda bir belgesele denk geldim. Muhtemelen internette bir yerlerde bulunabilir…

Nükleer saldırı tehlikesine karşı ABD’de dağın altına yapılan muhteşem tesisler anlatılıyordu. Senaryoya göre Sovyetler ABD’ye atom bombası attığı zaman ülkenin yöneticileri felaketi atlatacakları ve savaşa devam edecekleri sığınağa çekileceklermiş. Büyüktü tesisler gerçekten; hatırlamıyorum tam olarak, ama kapasite binlerce kişilikti.

Belgeseli hazırlayanlar gururluydular, işte ülkeleri komünizme karşı böyle mücadele etmiş ve sonunda muradına ermişti! Dağın altına iniş izni olmayan birkaç yüz milyon vatandaş artık ücretsiz sağlık hizmeti talep edemez, yemek yiyemezlerdi. Cenazelerinden kime ne! 

***

En günceli de bizden… Henüz yeterince test edilerek ruhsat verilebilmesi için gereken “etkililik, güvenlilik ve kalite” verileri sağlanamamış aşılar “istisnai durumlarda” kullanılabilecek. Resmi Gazetede Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun bir yönetmeliğine buna imkan sağlayan ek yayınlandı. 

***

Virüse karşı yüksek risk grubunda yer alan kişileri kurtarmak için bilimin böylesi cüretli adımlar atmasına kategorik olarak itiraz edilemez elbette. 

Ama bu düzen siyah kölelere penisilin vermezken, aslında kendisi Sovyetleri vurmaya hazırlanan ABD’nin egemenleri, halklarına zerre değer vermediklerini açık etmekten sakınmazken, biz korona ölümlerinin kaçınılmaz olduğuna ve istisnai uygulamalara gerek duyulduğuna nasıl, neden ikna olacağız? 

Hele Küba Devlet Başkanı Miguel Diaz-Canel’in iki gün önceki açıklamasını okumuşsak: Küba’da çocuk, hamile ve sağlıkçılarda korona virüsten ölüm sayısı sıfır… 

Türkiye, İsveç veya başka bir kapitalist ülke, fark etmiyor, dünyanın büyük çoğunluğunda egemen güçler aylardır hastalığı yok etmekle değil, ölüm, yatak, üretim düşüşü gibi değişkenlerle dolu denklemleri yönetmekle ilgileniyorlar. Fırsat bu fırsat emeği ucuzlatmak, tekelleşmeyi hızlandırmak varken, köleler ölebilir! 

2020’de sermaye sınıfının koronavirüs pratiği, 1932-72 arası Alabamalı siyahlara reva görülen muameleden farklı değil. Dünya işçi sınıfının “uzaktan çalışma” olanağı olmayan kesimleri öldürülüyor! 

Sonra diyorlar ki istisna uygulaması… Anlaşılan sağlık sektörü patronlarının bir bölümü, özel aşı ve ilaç şirketleri kârlılık rekoru için heyecan içindeler.  

***

Aşılama yoluyla toplumun virüse bağışıklık kazanması, biricik çözüm elbette. Ama egemenlerin aceleciliği insan hayatını bir an önce kurtarma tutkusundan mı kaynaklanıyor sizce; yoksa kârların realize olacağı tarihi öne çekme ihtiyacından mı?

Bu sorunun yanıtının verilememesi durumunda, insan aklının komplo teorilerine kayması da önlenemez. 

Kâr kriterinin ne işi var aldığımız nefeste, ağrıdan kırılan bedenlerde, ölümde! Sağlık paraya demirlenmişken insanlar bilime nasıl güvensin? Bütün özel sağlık kuruluşları devletleştirilmeden, sağlık meta olmaktan çıkarılmadan Aydınlanmaya geri dönülemez. 

***

Hal böyle olunca Diyanet İşleri Başkanı da “inananlar isyan etmez, isyan edeni Allah sevmez” diye hutbe yazar! Çünkü bu koşullarda beklenen isyandan başka bir şey değildir. Ya örgütlenilecek, ya biat edilecek.

Pandemi yüz küsur yıllık dersi acımasızca tekrarlıyor: Ya sosyalizm ya barbarlık!