Dereler betona gömülecek, göller kurutulacak, ülke yaylalarda beton kemirecek, ormanlar yakılacak, kesilecek talan edilecek, dağlar taş ve maden ocaklarıyla boğulacak, Hasankeyf gibi kültürel miraslar yok edilecek, sokaklarımızdaki, dağlardaki canlar katledilecek.

İmha…

Katar İstanbul yapılacak, kıdem tazminatı iç edilecek, İstanbul Sözleşmesi yırtılacak, hiç bir yasanın, mahkeme kararının önemi yok.

Dereler betona gömülecek, göller kurutulacak, ülke yaylalarda beton kemirecek, ormanlar yakılacak, kesilecek talan edilecek, dağlar taş ve maden ocaklarıyla boğulacak, Hasankeyf gibi kültürel miraslar yok edilecek, sokaklarımızdaki, dağlardaki canlar katledilecek.

Kadınlar öldürülecek, çocuklara tecavüz edilecek.

Ülkenin fabrikaları, kamu malları, ovaları, tarlaları, kentlerin içindeki ortak yaşam alanları satılırken, peşkeş çekilirken susanlar şimdi yakınıp duruyorlar.

Sendikal haklara, işçilerin-emekçilerin yaşam koşullarına kezzap dökülürken yan gelip yatanlar şimdi fısıldaşıyorlar.

Herkes ortaklaşmış “yönetemiyorlar, güçlerini yitirdiler, oy oranları dibe vuruyor, ilk seçimlerde gidecekler” diye kendilerini avutuyorlar, halkı da suskunluğa yönlendiriyor.

Tam tersi, ne istiyorlarsa yapıyorlar, kendilerinden olmayan her yurttaş düşman, her gazeteci-yazar hain, her siyasi özne gayri milli, her sanatçı-aydın terörist.

Ülkenin varı yoğu dört şirkete ihale ediliyor, bunu sağır sultan bile biliyor, şikâyetçi olup yakınmanın dışında kimin sesi çıkıyor?

83 milyonluk ülkenin adalet ve hukuk haklarının gaspı olan ‘çoklu baro’ geriliğinde avukatlar, baro başkanları sokaklarda, meydanlarda gaza boğulup dövülüyorsa, meclis önünde bile çaresiz bırakıldıysa bu ülke yalnızlaşmayı hak ediyor demektir.

Çok değil iki yıl önce sıbyan mektepleri ardından müftülerin nikâh kıyma yetkileri gündeme geldiğinde laikliğin köküne dinamit konurken iki kuru gürültü ile geçiştirilmedi mi?

‘Ayasofya Camisi’ ile laikliğin son kırıntıları da yok edildi. 24 Temmuz’da kılınacak namaz Cumhuriyet’i bitirme, imha etme namazıdır.

Sanat alanlarında yarattıkları yıkım onarılması güç bir yere doğru savruluyor.

19 yılda bu alanda yaşananlar için söylenmedik söz, yapmadık eylem bırakmadık.

Hepsinde yalnızlaştık. Şimdi tıpkı işçi-emekçi haklarında olduğu gibi yara tedavi edilemeyecek biçimde kanıyor.

Yine görmüyor, duymuyor, işitmiyorsunuz.

Seçim zamanında anımsarsınız, tabi seçim olursa ve o seçime kadar direnmiş, ayakta kalabilmiş sanat alanı bulursanız.

Kamu için sanat üreten topu topu 13.500 sanatçısı olan koca ülkede bu insanlar taş kemirme aşamasındalar.

Tiyatrolar, orkestralar susturuldu, dans durdu, heykeller yontulmuyor, filmler çekilmiyor, şarkılar-türküler nefeslerini yitiriyor. Galeriler, kültür merkezleri kapalı, yayıncılık öldü, kitap basılmıyor.

Elbette ülkenin sorunları bizim de sorunlarımızdır. Elbette yaşanan tüm acılar, kahır, keder,  hüzün ortaktır ama eğer yeniden sevinçler kuşanmak istiyorsanız, bu terbiye edilemeyecek kadar kötülük ve nefret dolu kine karşı dikleneceksiniz bunu sanat, sanatçı olmadan kotarma şansınız var mı?

Son bildirimizi nasıl okudunuz bilemiyorum ama üç talebimiz var.

Kamuculuk, laiklik, bağımsızlık.

Bu üç olmazsa olmaz için birleşmeyenler kaybedecekler.

Tersini yaptıkça batışınızı, gericiliğin bataklığında kıvranıp durduğunuzu görüyoruz.

“Ülke sağcılaştı bizde sağcılaşalım” diyenler oradan bir çıkış olmadığını göremiyorlarsa, yollarına bu ülkenin aydınları, sanatçıları olmadan devam edecekler demektir.

Hani bilimin ve sanatın ışığı rehberdi, ne oldu o da mı yalan oldu?

Bizler durduğumuz yerdeyiz, asla Türkiye’nin sahipsiz olmadığını haykırdık, haykırıyoruz.

İşçilerin, emekçilerin, hakları iç edilmişlerin, gençlerin, kadınların, ülkenin her karış toprağının, her tür canlısının, Cumhuriyet ile ilan edilen aydınlanma değerlerinin vicdanı olarak vardık, var olacağız.

[email protected]