IMF uzmanları, makro-ekonomik politikalarda AKP’nin son yıllarda zedelediği neoliberal reçeteye tam dönüşü savunuyor.

IMF uzmanları Türkiye’de

IMF uzmanları Türkiye’ye gelmişler; gider ayak Türkiye ekonomisi hakkında dört sayfalık, on altı paragraflık bir not bırakmışlar (Turkey: Staff Concluding Statement of the 2021 Article IV Mission, January 25, 2021).

IMF’nin Ana Sözleşmesi, Madde IV gereği, IMF uzmanları ile üye ülkelerin yetkililer arasında belli aralıklarla yapılan ekonomik görüşmelerden biri söz konusu. Görüşmelerin bilançosu IMF Yürütme Kurulu’nda görüşülür; değerlendirmeler bir basın duyurusu olarak yayımlanır. Bu belgeye ayrıntılı bir Uzmanlar Raporu (Staff Report) da eklenir. 

Bir önceki gelişleri 2019’daydı.  O görüşmeler sonunda sözünü ettiğim iki belge Aralık 2019’da yayımlanmıştı. 

Son gelen uzmanların notu, ileride yayımlanacak Rapor’un içeriğine ışık tutuyor.  Ekonomi yönetiminin değiştiği, Saray’ın IMF-karşıtı söyleminin (şimdilik) son bulduğu dönemde IMF uzmanlarının görüşleri ilgi çekecektir.

Bu on altı paragraflık notu kısaca değerlendirmek istedim. 

Bilinenlerin tekrarı övgü değildir…

Havuz medyası bu minik belgede iktidara övgü aramış; bir şeyler bulabilmiş. Anlaşılan IMF-karşıtlığı itibardan düşmektedir.

Boş gayret… Uzmanların notu, aslında münasip üslupla kaleme alınan ciddi eleştiriler içeriyor. Bazı bilinenlerin tekrarı övgü sayılamaz. 

Nedir “övgü” diye bulunanlar?

Türkiye millî gelirinin 2020-2021 hareketleriyle ilgili IMF öngörülerinin yanlış   çıktığı kabul ediliyor. Önceki öngörülere göre Türkiye millî geliri 2020’de yüzde 5 oranında küçülecek; bir sonraki yıl, aynı tempoda büyüyecekti. 

Uzmanlar, bu yanılgıları (belki de fazlasıyla) düzeltiyor: “Salgına karşı uygulanan önlemler sayesinde Türkiye’nin 2020’de pozitif büyüme sağlayan az sayıda ülke arasında yer alacağı… 2021’de ise GSYH’nın yüzde 6 oranında genişleyeceği öngörülmektedir” (paragraf 3 ve 6). 

Uzmanların notunda bir olumlu tespit daha var. Kasım 2020’deki politika revizyonuyla ilgilidir: “Son dönemde, para politikasını sıkılaştırma ve kredi genişlemesini frenleme doğrultusundaki yönelişler olumludur” (paragraf 5).  Ama, ileride bunların “yetersizliğine” de işaret edilecek; ek beklentiler sıralanacaktır (paragraf 7). 

On yıl öncesine giden, süregelen kırılganlıklar…

IMF uzmanlarına göre Türkiye ekonomisi 2020’ye kırılganlıklar içinde girmiştir: “Son on yılın büyümesini, büyük ölçüde dış kaynakların beslediği kredi ve talep genişlemesi sürüklemiştir. Sonuçta oluşan yüksek dış finansman gereksinimi, azalan rezervler, yüksek enflasyon ve artan dolarlaşma Türkiye’yi benzer yükselen piyasa ülkelerinden ayrıştırmıştır” (paragraf 1). 

Türkiye’deki bozuklukların kaynağını, IMF uzmanlarının on yıl öncesine taşıması ilginç. Sık sık vurguladığım kronolojik bilanço (eksik olarak) kabul ediliyor. Hatırlatayım: 

AKP iktidarı, on yıl önce yabancı sermaye akımları daralmaya başlayınca iç talebi zorlama yöntemlerle pompalamaya başladı. 2020’de de sürdürülen bu önlemleri ve olumsuz sonuçları uzmanlar özetliyor (paragraf 4, 7): “İdari” yöntemlerin yol açtığı güven kaybı, yabancı sermaye çıkışları, cari açıkta artış, döviz fiyatlarını korumayı hedefleyen müdahaleler ve benzer ekonomilerden olumsuz doğrultuda ayrışan Türkiye…  

Bu betimlemede önemli bir eksik var: 2003’te devralınan IMF programının “enflasyon hedeflemesi”, dış kaynak girişlerine “büyük ölçüde” değil, tam teslimiyete dayanıyordu.  Olumsuz koşullarda savunma / uyum araçları, bu modelde engellenmişti. AKP, bu araçları “çapaçul” yöntemlerle işletmeye kalkıştı; beceremedi. Şimdi de IMF uzmanları tarafından eleştiriliyor. 

Salgına karşı kamu maliyesi yetersiz kalmıştır

IMF uzmanları, 2020’de salgına karşı uygulanan izlenen ana politikaların, “indirilen politika faizleri, kamu bankaları ve idari önlemler ile sürüklenen para ve kredi genişlemesine dayandığını” vurguluyor. Bu yöntemler, ekonomiyi canlandırmış; ancak, yukarıda açıklanan kırılganlıkları artırmıştır. 

Uzmanlara göre salgın ortamında Türkiye’deki kamu dengelerinin imkân verdiği hareket alanı (“fiscal space”) yeterince kullanılmamıştır: “Doğrudan malî destekler, esas olarak vergi ertelemeleri ile sınırlı kalmış; istihdam destekleri de eklenirse GSYH’nın sadece yüzde 2,5’ine ulaşabilmiştir” (paragraf  3). 

Bu eleştirel tespitlere, Saray’ı tedirgin edecek öneriler ekleniyor: Kamu-özel ortaklığı düzenlemelerinin bütçe ile bütünleşmesi, denetim altına alınması ve Türkiye Varlık Fonu yönetiminin, çıkar çatışmalarını önleyecek doğrultuda düzeltilmesi (paragraf 13 ve 14)…  

Türkiye’de iktisatçılar öteden beri, IMF uzmanlarının bu eleştiri ve önerilerinin çok daha fazlasını vurguladı. 

Örneğin, salgın ortamında gelir kaybına uğrayan emekçilere 2020’de bütçeden aktarımların millî gelirin yüzde 1’ini aşmadığını Oğuz Oyan, Mustafa Durmuş ve Aziz Konukman açıkladılar. Bu katkı, “benzer” ülkelerin çok gerisindedir. IMF uzmanlarının hesapladığı yüzde 2,5’lik oran büyük ölçüde şirket ve bankalara dönük teşviklerden oluşmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın dahi 2020’de bu desteklerden pay almadığı anlaşılmaktadır. 

Salgın sonrasında IMF, Batı ülkelerinde doğrudan kamu harcamalarını, açıklarını   yükselten uygulamalara tam destek verdi. “Kamu maliyesinde kemer sıkma” ölçütlerinin   ertelenmesini savunan bu politika revizyonunu daha önce gözden geçirmiştim (“Ekim 2020’de  IMF’nin İki Yüzü”, Sol Haber, 23 Ekim 2020). Batı hükümetleri de emekçilerin gelir kayıplarını telafi eden cömert bütçe destekleri uyguladı. 

IMF uzmanları, bir yandan salgına karşı merkezî bütçeden yeterli destek vermediği için Türkiye’yi eleştiriyor.  Öte yandan, “yükselen piyasa ekonomisi” olan ülkemizde bu esnekliğin “geçici olması gerektiğini” de vurgulayarak… Salgın-sonrasında “borç oranında azalmaya dönmek için kamu maliyesinde orta dönemde millî gelirin yüzde 1,5’ine ulaşan bir daralma” uygulanmalıdır (paragraf 12). 

Durgunluk öngörüsü; kalıcı toplumsal bunalım…

Salgın sonrasında umulan “normale dönüş” döneminde IMF uzmanları, Türkiye’nin ağır-aksak büyüyeceğini öngörüyor: “2022 ve sonrası için büyümenin (yaklaşık yüzde 3,5 olan) eğilime yerleşeceği; salgın hafifledikçe istihdamın adım adım yükseleceği öngörülmektedir” (paragraf 6). 

Bu öngörü, son dört yılda ekonomiyi etkileyen durgunlaşmanın süregeleceği; ağır toplumsal bunalımın da   kalıcılaşacağı anlamına geliyor. 

Salgın geriledikçe üretim ve istihdam elbette artacaktır. Ama bu yeterli değildir. 2020’de çalışma yaşındaki nüfus yüzde 1,8 artmıştır. Toplumsal bunalım, yüzde 27’yi aşan (geniş tanımlı) işsizlik oranı aşağı çekilmedikçe son bulmaz. Çalışabilecek yaştaki nüfusun istihdam oranı yüzde 43’ler civarında; faal nüfus oranı yüzde 50’nin altında seyrederken son bulmaz. 

Türkiye ekonomisi için IMF’nin öngördüğü yüzde üç buçuk oranında bir büyüme eğilimi (“potansiyeli”) 2020’deki bu toplumsal bunalım göstergelerini hafifletemez. Kritik büyüme eşiği, bazı meslektaşlarımıza göre yüzde 5’tir. 

Öteye gidelim. Millî gelire yüzde 6 civarında katkı yapan tarım, toplam istihdamın yüzde 18’ini barındırmaktadır. Bu verimsiz insan gücünün önemli bölümleri, özellikle genç kuşakları üretken sektörlerde çalışma beklentisindedir. Bu özlemi, beklentiyi adım adım karşılayan bir büyüme temposu gerçekleşmeli ki, toplumsal bunalımın nesnel kaynağı olan azgelişmişlik aşılabilsin…  

IMF uzmanlarına göre, bu durgun büyüme eğilimine, millî gelirin %3,5’ine ulaşan cari işlem açıkları da refakat edecektir. Kısacası ekonomi, orta vadede kronik dış açıklara da mahkûmdur. İç talep pompalanırsa, cari açık yükselecek; “piyasalar” döviz krizini tetikleyebilecek; büyüme, öngörülen eğilimin (potansiyelin) dahi altına çekilecektir. 

IMF uzmanları, makro-ekonomik politikalarda AKP’nin son yıllarda zedelediği neoliberal reçeteye tam dönüşü savunuyor. IMF, OECD, Dünya Bankası; yani dünya kapitalizminin komuta merkezleri… Hepsi, Türkiye’ye aşağı yukarı aynı “revizyonları” öneriyor.

Karşılığında ne vaat ediliyor? Defalarca açıkladım: Durgunlaşma, toplumsal bunalımın, dış bağımlılığın kalıcılaşması… Neoliberalizmin, emperyalizmin yarattığı bu tür durgunlaşmalara bir de sahte gerekçe icat edilmiştir. Orta gelir tuzağı…

Kökten, devrimci alternatifler, bu nedenle sürekli tartışılmalı; tasarlanmalıdır…