İktidarın bu talep ve önerilere alıcı olmasını beklediğimizden değil. Derdimiz, siyasi muhalefeti ve sendikaları, onların üyelerini/seçmenlerini bu taleplerin alıcısı olmaya zorlamak ve onlar üzerinden de iktidarı elinde tutanlar üzerinde demokratik baskı kurmak.

İktidarın tercihleri başka

İktidarın siyasi tercihlerinden/hedeflerinden bahsetmiyoruz; onlar artık zaten genellikle biliniyor. Aslında sermaye yönlü ekonomik tercihleri de bir sır sayılmaz. Ama bu çifte kriz olayı farklı; kapitalist Avrupa'nın önde gelen ülkeleri hatta ABD'nin bile işini/gelirini yitiren geniş kitlelere gelir destekleri sağlamak zorunda kaldığı bir derin istihdam krizinden geçiliyor. 

Biz bu çifte krize karşı Türkiye'de de alınması gereken ekonomik/ mali/ parasal önlemlerden söz edip duruyoruz. Gelişmiş kapitalist ülkeler içinde en anlamlı destekleri verenleri örnek gösterip Türkiye'de de benzer gelir/ücret desteklerinin (hatta bir "temel gelir" uygulamasının) harekete geçirilmesini talep ediyoruz. Türkiye'deki bütçe kısıtlarının farkında olarak, bir gerçek servet vergisinin getirilmesini ve gerekirse Merkez Bankası kaynaklarının (Hazine'ye kısa vadeli avans gibi) kullanılmasını öneriyoruz. Sermaye teşviklerinin kesilmesi, gereksiz kamu yatırımlarının derhal durdurulması, YİD kapsamında geçiş garantisi veya benzeri ödemelerin durdurulması/dönüştürülmesi önerileri de bunlara ekleniyor. 

İktidarın bu talep ve önerilere alıcı olmasını beklediğimizden değil. Derdimiz, siyasi muhalefeti ve sendikaları, onların üyelerini/seçmenlerini bu taleplerin alıcısı olmaya zorlamak ve onlar üzerinden de iktidarı elinde tutanlar üzerinde demokratik baskı kurmak. Ancak muhalefet ve sendikalar bağlamında bile (DİSK, KESK ve Birleşik Kamu-İş'i kısmen hariç tutarsak) çok büyük başarı sağlandığından söz edilemez. İktidar ise, gerek siyasi yapısı gerekse muhalefeti/ sendikaları/ toplumu baskılama kapasitesine sonsuz imanı gereği, bunlara tamamen sağır. Onun muhakeme biçimi ve öncelikleri tamamen farklı.

İktidarın düşünce kalıbı

Birincisi, malum, salgının geçici olacağı önkabulüdür. Bunun bilimsel bir temele dayanması şart değildir. Salgın geçici olmasa bile, ekonomi açısından geçici olması sağlanacaktır. Mesela, AVM'lerin yeniden açılma tarihinin belirlenmesinde ekonominin (ve varsa hanedanın) ekonomik gerekleri öncelikli olacaktır;  sağlık gerekçelerinin önceliğine yeterince dikkat edilmiştir. 

'İtalya, İspanya ve Fransa'da bazı gevşeme eğilimlerine bakarak kıyas yapılmamalı; o ülkelerde çok sıkı genel karantinalar uygulandı, yumuşatmalar onun üzerinden yapılıyor' tarzı gerekçeler iktidarımıza karşı ileri sürülmemeli. Türkiye'nin önlemleri gevşetme politikası (eyaletlere göre farklılıkları dikkate almazsak) daha çok Trump Amerika'sı ile benzeşecektir. Dolayısıyla ikinci düsturumuz şudur: 'Ekonominin sağlığı toplumun sağlığının önünde gelir'.

Üçüncüsü, geçici olacak bir salgın nedeniyle  ekonominin ve kamu maliyesinin dengelerini iyice bozacak savrulmaların alemi yoktur. Bu başlık altında çok sayıda alt başlık bulunur: Kamu gelirleri azalır ve giderleri artar, kamu açıkları büyürken bunları daha da azdıracak adımlar atılmayacaktır. İşsizlik Sigortası Fonu gibi devletimizin borçlanma sığınağı ve sermaye teşvik aracı olan bir kaynağın, işsizlik ve kısa çalışma ödenekleri ile çarçur edilmesine izin verilmeyecektir. İşçiler, yeni getirilen "ücretsiz izin" uygulaması çerçevesinde yarım asgari ücretlik bir "nakdi ücret desteği" ile yetinmeyi bilmelidirler; nitekim onu bile alamayanlar vardır. Hele bu Fonu da aşan bir takım "gelir destekleri"nin lafı bile edilmeyecektir. Çünkü bunlar durduk yerde bir kamu maliyesi krizine yol açıp "normale" dönüşü geciktirici sapmalardır. Bütçe açıklarını şimdiden dizginlemek için, yükü tüketici kitleye bindirilecek yeni dolaylı vergiler (örneğin kolalı gazoz ve puroya Özel Tüketim Vergisi artışı, oyun konsoluna ek gümrük vergisi gibi) getirilmesinden de "kriz ortamı var gerekçesiyle" kaçınılmayacaktır.

Dördüncüsü, iktidarın oluşmuş tercihlerini değiştirecek yeni bir harcama öncelikleri sıralamasına gidilmeyecektir. Sermaye yönlü teşvikler zaten istihdamı da gözettiği için yerindedir ve iktidarın oy aldığı sınıf tabanıyla değilse de temsil ettiği sınıfla uyumludur. Saray'ın özel tercihlerini yansıtan yatırımlardan (saraylar, Kanal) geri adım atılıp muhalefeti haklı çıkarmaya yarayacak tavizler verilmeyecektir. Cumhurbaşkanımızın alicenaplığını/ büyüklüğünü tüm dünyaya gösteren, gelişmiş ülkeler başta olmak üzere yabancı ülkelere sağlık malzemeleri yardımları yapılmasından da geri durulmayacaktır. Bütün mesele, Ekonomik İstikrar Kalkanı denilen kriz paketinin büyüklüğünü devam kredileriyle, vergi ötelemeleriyle genişletirken, asla bütçe üzerine ilave yükler almamaktır.

Nihayet, beşincisi, 2020 bütçe hedeflerinin şimdiden tamamen kadük olduğu; vergi gelirlerinin tahminlerin çok altında, bütçe giderlerinin ise çok üzerinde kalacağı şeklindeki muhalefet propagandasına karnımız toktur. Dolayısıyla, 2020 yılı bütçe açıklarının öngörülenin çok üzerine çıkacağı, borçlanma limitlerinin aşılacağı yolundaki menfi söylemler yıl bitmeden çürütülmüş olacaktır. İktidarımız 2020 bütçe ve büyüme hedeflerine sıkı sıkıya bağlı kalmaktadır.

Kıssadan hisse

Gelelim sadede: Bu tür bir "hesap vermez" iktidar anlayışı, kendini Meclis'e karşı bile sorumlu hissetmeyen despot bir hükmetme tarzı, en çok I. Meşrutiyet dönemini andırmaktadır. Benzetme doğruysa, bir sonraki aşama Meclis'in süresiz tatile çıkarılması olacaktır. Açıkladığı çok cılız kriz destek paketinin dağılımı hakkında kendini Meclis'e bilgi sunma mecburiyetinde bile hissetmeyen; bütçe başlangıç sınırlarının kaçınılmaz olarak aşılması haline karşı bir "ek bütçe" hazırlığından dahi uzak duran bir anlayışın, demokrasi sınırları içinde tanımlanması mümkün değildir.  (Ek bütçe konusunda daha fazla ayrıntı için değerli meslektaşımız Prof. Aziz Konukman'ın 23-24 Nisan tarihli Birgün, 27 Nisan tarihli Evrensel gazetelerindeki yazılarına gönderiyoruz).

Meclis içi muhalefet başta olmak üzere tüm milletvekillerinin bütçede şeffaflığın sağlanması, ödenek üstü harcamalardan kaçınılması ve borçlanma limitlerine uyulması konularında iktidarı uyarmak, bu ilkelere uyulması söz konusu değilse -ki değildir-, "ek bütçe" ile Meclis'ten yetki alınmasını talep etmek ve gereğini yapmaya zorlamak görevleri bulunmaktadır. Yasama ve denetim yetkileri önemli ölçülerde aşındırılan TBMM'nin muhalif kanadı, "bütçe hakkı"nı bütünüyle elinden kaçırmamak bakımından bugünlerde hiç olmadığı kadar titiz, ilkeli ve kararlı davranmak zorundadır. Demokratik kamuoyu da bunun takipçisi olmalıdır.