IŞİD’le bile iş tutan “sermaye”nin Akepe düzenine, Anayasa bir kez daha uygulanmadı diye cayacağını savunuyorsanız ya dünyadan haberiniz yok ya da halkı kandırmaya çalışıyorsunuz demektir.

Hukuk yahut çimento*

Dedem ilginç bir adamdı. Ailenin tek hâkimi olmasına ve kimsenin karşı çıkma ihtimali bulunmamasına karşın aslında tümüyle tek başına karar verdiği eylemlerini gerekçelendirmeyi de ihmal etmezdi. Hikâyeyi babamdan dinlemiştim. Dedem fena halde zampara bir adam. Gece hayatına düşkün. İstanbul’un eğlence aleminin sıkı müdavimi. Bunun için de her gece evden bir şekilde çıkması gerek. Yine bir akşam yemeğinde çoluk çocuk oturuyorlar. Çorba içiliyor. Neredeyse herkesin çorbası bitmek üzereyken dedem ayağa fırlıyor ve “bu çorba çok sıcak, haşlandım, siz beni öldürmek mi istiyorsunuz? diye bağırmaya başlıyor. Herkesin şaşkın bakışları altında masaya bir tekmeyle birlikte sunturlu bir küfür de savuruyor, kapıyı çarpıp evden çıkıyor. Çocukları ertesi gün gazeteye baktıklarında meseleyi anlıyorlar. İstanbul’a çok meşhur bir Fransız revüsü gelmiş...

Akepe’nin çıkarttığı maraza bana bunu anımsattı. Ortada zaten uygulanmayan bir anayasa var. Parti, genel başkanını Anayasaya aykırı biçimde üçüncü kez seçtirmiş. Hukuk zaten seçmeli uygulanıyor. Bizden olana suçlu da olsa karakolda çay, karşı tarafa masum da olsa sopa ve bilmem kaç yıl hapis cezası. Kafasına göre Anayasayı değiştirecek ama bir bahane bulması gerek. “Bakın sistem tıkandı” diyebilmek için bu tarz bir krize ihtiyacı var. Fırsattan istifade belirli cemaatlere yönelik bir temizlik de yapacak. Meselenin hukukla ilgisi olmadığını anlamak için hukukçu olmak bile gerekmiyor. 

Hukuk deyince aklımıza bir çok şey gelebilir. Düzenin emrinde olduğu bellidir ama yine de çoğu zaman düzene dar gelir. Akepe şimdi yeni bir bollaştırma faaliyetine girişecek. Ola ki, yeni getirilecek hukuk düzeninde önümüzdeki dönemde sadece ismi Recep Tayyip Erdoğan olanların Cumhurbaşkanlığına aday olabilmesine dair bir düzenleme de yapılacak. Yasal mı, yasal. Meşru değil ama kimin umurunda? Zaten 2017 yılındaki referandumda sisteme 2,5 milyon mühürsüz oy pusulası enjekte edildiğinden beri atılan hiçbir adım, seçilen hiçbir kişi, yapılan hiçbir icraat hukuken meşru değil. Düzen muhalefetinin tabansızlığı veya işbirliği yüzünden uzay boşluğunu fethetmeyi hayal ederken hukuk boşluğunda yaşamaya mahkûm edilmiş bir ülke burası.

Geçen hafta yaşadıklarımız  ana muhalefet partisini de onun içindeki ve peşindeki kimi gazeteci, akademisyen ve “aydınları” da biraz sarsmış görünüyor. Çok üzgünler ve durmadan şunu söylüyorlar: “Efendim hukukun olmadığı ülkeye yabancı sermaye gelmez!”. Finans denen alanın cambazları ise daha teknik açıklamalar getiriyorlar. Bir tanesi aynen şöyle diyor: “Adaletin olmadığı ülkeye sabit sermaye yatırımı gelmez ama portföy yatırımı gelir. Hukukun olmadığı yere ise ikisi de gelmez.”

Bu kesimin mantığı şöyle işliyor. “Türkiye’nin kronik bir finans açığı var. Çarkın dönmesi için dış kaynak gerekiyor. Bu kaynak da ya borçlanmayla ya da yabancı yatırım yoluyla temin edilebilir. Yatırım olursa daha iyi, sabit sermaye yatırımı olursa istihdam filan da yaratacağından çok daha iyi. Ancak yabancı yatırımcı kendisini hukuken güvencede hissetmezse yatırımdan kaçınır, biz de kalkınamayız.”  

Son otuz yıldır sakız gibi çiğnenen, en çok da düzen muhalefeti tarafından dillendirilen bu saçmalığın neresinden tutsak elimizde kalıyor. 

TKP bir süredir her gün gündeme dair “podcast”lar yayınlıyor. Cuma günü yayınlanan ve şuradan dinleyebileceğiniz programda Genel Sekreter Kemal Okuyan bu konuya da değindi ve özetle bunun bir kayıp sayılamayacağını zira yabancı sermaye denen kutsal ineğin başımıza gelenlerin yani yoksulluğumuzun, uğradığımız zulmün baş sorumlularından biri olduğunu vurguladı. Bunların hepsi doğru üstelik dahası var.

Birincisi sermayenin hukuk aradığı argümanı, yanlışlığından bağımsız olarak Türkiye halkına ağır hakarettir. Derin bir aşağılık kompleksinin göstergesidir. Hukuku, adaleti kendiniz için, halk için istemeyecek, kimileri gibi kapısında nöbet tuttukları sermaye için talep edecekseniz köleleşmişsiniz demektir.

İkincisi ve daha önemlisi, sermayenin böyle hak, hukuk filan gibi dertleri yoktur. Sermaye dediğimiz canavar kurallar içinde değil kuralsızlık içinde semirir. Bulunduğu kabın şeklini almakta hiçbir güçlük çekmez. Bir ülkeye pençe atacağı zaman orada hukuk var mı, yasalar uygulanıyor mu filan gibi salakça sorular sormaz. Temel kaygısı “hangi dişliyi ne kadar yağlarsam ne kadar kâr edebilirim”den ibarettir. Sosyalistler, Komünistler bunu zaten biliyorlar elbette ama yazılarımı başka okuyanların da olduğu inancıyla bu konuyu açma ihtiyacı duyuyorum. 

Dünyada en çok yabancı sermaye çeken ülkelerden biri Çin Halk Cumhuriyeti’dir. Çin’de burjuva anlamında bir hukuk devleti bulunduğundan söz edebilir miyiz? Bu çok bilinen bir örnek, geçelim. Çin de dahil, son yıllarda birçok ülkenin sermayesi nereye yatırım yaptı biliyor musunuz? Mısır’a. Hani şu “çok demokrat ve tonton” Sisi tarafından yönetilen Mısır Arap Cumhuriyeti’ne. Bu yatırımların arasında ülkemizden Koç grubununkiler de var örneğin. Eminim onlar da Mısır’ı şahane bir Anayasası ve saat gibi işleyen bir hukuk sistemi olduğu için seçmişlerdir. Devam edelim.

2020 yılının Şubat ayında Rusya Ukrayna’ya yönelik bir askeri saldırı başlattığında Rusya’da Batı’nın milyarlarca dolar yatırımı vardı. Şimdi Batı’nın “kan dökücü, katil, zorba” gibi sıfatlarla andığı Putin’in Rusyası’nda mükemmel bir hukuk sistemi, yargı bağımsızlığı filan vardı da biz mi bilmiyorduk? Putin o ana kadar sırf iş başında kalabilmek için kırk kere filan anayasa değiştirmiş, Başbakan olduğunda o makamın, Devlet Başkanı olduğunda o makamın tek yetkili kalmasını sağlamıştı. Peki, onu da saymayalım isterseniz.

Şimdi size başka bir hikâye1 anlatayım. Fransa’nın dünyaca ünlü bir inşaat malzemeleri firması var. Bizde de yatırımları vardı diye hatırlıyorum. Bu firmanın adı Lafarge. Şu an itibarıyla çoğunluk hissesi İsviçreli bir sermaye grubuna ait. Çimento üretiminde bir dünya devi... Lafarge 2010 yılında Suriye’de 600 milyon Avro harcayarak bir çimento fabrikası açıyor. Yani Muhaberatmış, Esat rejimiymiş filan bakmıyor yatırımı yapıyor. 2011 yılından itibaren Fabrika “asilerin” bölgesinde kalıyor. Sorun yok, bunlar da zaten “Katil Esad’a karşı mücadele eden özgürlük savaşçıları”. Fabrika çalışıyor, kârlar cebe atılıyor. 2014’te yeni bir gelişme oluyor. Bölge bu kez İŞİD’in ve Al-Nusra’nın denetimine geçiyor. Lafarge tınmıyor. IŞİD’in ve El-Nusra’nın hukuk düzenlerini ‘tatmin edici” bulmuş olsa gerek ki faaliyetini sürdürüyor.  O sırada  Fransa IŞİD’e karşı savaşıyor, Lafarge örgüte tahkimatta kullanılan çimentoyu sattığı, örgütten petrol satın aldığı gibi düzenli olarak da rüşvet dağıtıyor. Kimi basın organlarına bakılırsa dağıtılan rüşvetin miktarı toplam 13 milyon Avro civarında. Lafarge çimentosuyla inşa edilen İŞİD “tesislerinde” yüzlerce kişi hiç kuşkusuz hukuka uygun şekilde (!) infaz ediliyor. Firma BM’nin 2014 yılında aldığı İŞİD’le her türlü ticari ilişkinin durdurulması kararına karşı faaliyetini sürdürüyor. Hatta o dönemde bir Lafarge yöneticisi Amman’daki Fransız Büyükelçisi’ye görüşerek “şirket çıkarları için bölgede çalışmaya devam edeceklerini” itiraf ediyor. Gelin görün ki İŞİD bunlarla yetinmiyor, bir gece fabrikaya el koyuyor, çalışanlarını rehin alıyor, bunlardan Hristiyan olan dört tanesi canlarını kurtarabilmek için “hak dinine” dönüyor. Rehineler para karşılığı kurtarıldıktan sonra Şirket mecburen faaliyetine son veriyor.

Hikâye burada bitmiyor. Lafarge hem Fransa’da he ABD’de kovuşturuluyor. İsnat edilen iki suç var. İnsanlık suçuna ortak olma ve terörün finansmanı. 2019’a kadar ilginç gelişmeler oluyor. Şirket bir İsviçre grubu tarafından satın alınıyor ve LafargeHolcim adını alıyor. Lafarge’ın yönetim kurulu başkanı  ve konuya dahli bulunan üst düzey çalışanları kovuluyor. Elbette yüklü tazminatlar ödenerek. Fransa’daki yargı sürecinden çıkan hapis cezaları yüksek kefalet bedelleri karşılığında infaz edilmiyor. ABD’deki yargı sürecinde2 ise firma suçunu kabul ederek ve 778 milyon ABD doları tazminat ödemeye razı oluyor. Daha çok ayrıntı var ama araştırmacı gazetecilik işini bu işin profesyonellerine bırakmak en doğrusu.

Benim söyleyeceğim şu: IŞİD’le bile iş tutan “sermaye”nin, iş güvencesinin, toplu sözleşme ve grev hakkının işlemediği Akepe düzenine yatırım yapmaktan zaten yıllardır uygulanmayan Anayasa bir kez daha uygulanmadı diye cayacağını savunuyorsanız  ya dünyadan haberiniz yok ya da halkı kandırmaya çalışıyorsunuz demektir. 

Her ikisi de susmak için yeterli sebeptir.

“Vatan yahut Silistre” vurgusuyla okuyunuz...