Tüm çarkları sıkışmış, ekonomisi talan politikalarıyla iç edilmiş, adaleti bile isteye bitirilmiş, çalışanlarının tüm hakları budanmış, işsizliğin, yokluğun, yoksulluğun çözümsüz boyutlara ulaşmış ise zulüm ve yalandan başka çaren kalmaz. Din sosunu acı biberlere bulayıp kullanmayı becerebiliyorsan işin kolaydır, salla gitsin.

Hikâye…

Hikâyecilik zor iştir. İnandırıcı olmayı, okuru içine çekebilecek bir kurguyla yol alıp, ummadığı sürprizler sunarak şöyle ruhlara tat verecek bir gülümseme bırakmayı becerebileceksin.

Anlattıkların bir yaşanmışlığın izleri ise tanıklığını öylesine aktaracaksın ki okur sana eşlik edebilecek.

Ancak mesele siyaset hikâyeciliği ise ve sen yalan yazıyor bunu günün tüm iletişim araçlarını, sistemin tüm parçalarını kullanarak sunuyorsan hiçbir özene gerek yoktur, savur gitsin, ardına kattıkların zaten inanmaya hazırdır, karşı çıkanları da hain ilan edersin olur biter.

Ayasofya ile başlayıp yazılan hikâye tam da budur.

Tüm çarkları sıkışmış, ekonomisi talan politikalarıyla iç edilmiş, adaleti bile isteye bitirilmiş, çalışanlarının tüm hakları budanmış, işsizliğin, yokluğun, yoksulluğun çözümsüz boyutlara ulaşmış ise zulüm ve yalandan başka çaren kalmaz.
Din sosunu acı biberlere bulayıp kullanmayı becerebiliyorsan işin kolaydır, salla gitsin.

Yeniden fetih deyip namaza durursun, aynı anda kılıç kuşanıp asıl hedefin olan kurucu değerlere ve yaratıcısına hakaretler yağdırırsın. Öyle ki ortada muhalefet kalmaz namaz için sıraya girerler ve sonunda kazanan sen olursun.

Baktın ki bu hikâye tam istenileni karşılamadı o zaman 18 yıldır her seçim öncesi gündem yaptığın ‘petrol bulduk, doğal gaz bulduk’ müjdesini bu kez en üst perdeden ortaya sürersin, olur biter.

Oyalanır dururlar. Ayasofya ile 3 hafta bu hikâye ile en az 5 hafta. Sonra olayı katmerleştirir, uçak gemisi yapıyoruz dersin, olmadı aynı anda başka müzeleri cami yapmaya başlarsın elini güçlü tutmayı sürdürürsün.

Memleket ne döviz kurlarını konuşur, ne doğa-çevre-hayvan katliamlarını, ne kadın cinayetlerini ne İstanbul Sözleşmesini, ne adaletsizliği ne işsizliği.

Sal ekranlara medya maymunlarını, gazetelerinde manşetleri ortaklaştır gece-gündüz akıl yıkasınlar, büyüt hikâyeyi. Yoksa olacak gibi değil her yapılan araştırma aleyhine çıkıyor, vatandaş homurdanmaya başladı, böyle giderse sesler çoğalır.

Bu arada sokakları boş bırakmaya gelmez, İstanbul Sözleşmesi başa bela olmuşken, bir çocuğa defalarca tecavüz etmiş bir uzatmalı, bozkurt işareti ile bayrak önünde poz versin sakın tutuklama, ta ki sosyal medya ayaklanana kadar, tecavüzcü gitsin teslim olsun, bakanın çıksın aslında koruma altında olduğunu söylesin.

Ertesi gün sokak ortasında polislerin kadın dövsün, 83 milyon bu işkenceyi izlesin, valin polisleri görevden alsın, sadık bakanın aynı polisleri göreve iade etsin, gözdağını büyüt, büyüt ki hikâye büyüsün.

Adalet için ölüme yatmış Ebru ile Aytaç can çekişsin, çağrılara sağır ol, yetmedi bu insanların çevresinde ne kadar direnen varsa tutukla.

Sıra 30 Ağustos Zafer Bayramı’na gelmişken şimdiden önlem almalısın. Salgını gerekçe gösterdin mi işin kolay.
Hikâyen yazılmaya devam etmektedir.

Halk çoktan Ayasofya açılışındaki binlerce tekbir çeken taraftarını, krediler verip geleceklerini borçlandırarak tatile gönderdiğin yüz binleri, açık olan AVM ve çarşı-pazarları, aynı salgın günlerinde sınava soktuğunuz 3,5 milyon çocuğu çoktan unutmuştur. Yasaklarsın olur biter, bu arada Malazgirt Zaferi adlı beşinci sınıf müsamereye yol ver gitsin.

Eksen bu eksen, kaymıştı yerine oturuyor, hikâyesi şık olmalı.

Arkası yarın biçiminde akan bu hikâye, hafta boyunca yaşanır ve yeni müjdelerle devam eder.

Yüreğiniz elveriyorsa boyun büküp okuyun, bir parçası olun ya da tam tersini yapıp boyun eğmeyenlere ses verin.