Romantik, hayalperest ve özgürlüğüne hayatı pahasına düşkündü.  Ne de olsa o tam bir hobo idi, Türkiş hobo… 

Hey Joe!!! (Tanrı’nın Gizli Şerifi)

Hobo’ları bilir misiniz?

Yük trenlerine kaçak binen serseriler olarak da tanır insanlar onları; yanı sıra toplumun içine kaynamaya gayret etmeden günübirlik yaşayan, kısa süreli işler bulan, tencerede pişirip kapağında yiyen uyuşuk, ipini koparmış ele avuca sığmaz tuhaf insanlar olarak… Oysa pek çoğu özgürlüğüne düşkün, içkisinden sigarasından başka bir şey düşünmeyen saf insanlardır. 

Siz de benim gibi muhtemelen hiç Amerikalı hobo tanımamışsınızdır, ama Jack London ve John Steinbeck’in kitaplarından çok okumuşsunuzdur hikayelerini. Amerika’nın tarıma dayalı sisteminin endüstriye dönüşmesi esnasında ortaya çıkan göçebe işçiler…

Amerikalı bir hobo tanımamış olmamıza rağmen, aslında biraz gayret edersek geçmişimizde, eski mahalle hayatımızda bazı hobo benzeri insanların varlığına tanıklık ettiğimizi anımsarız. Örneğin çocukluğumun semtindeki bir abimiz vardı ki, o benim için tam bir Türkiş hobo idi. Joe lakaplı bu abinin adı Şevki An idi. Kendisinin kendisine taktığı sıfat ise Tanrının Gizli Şerifi…  

***

Joe, aşağı mahallemizdeki Fazlı Abi’nin kahvehanesine takılırdı. Fazlı Abi tipik bir Karadeniz insanıydı; ağır abiydi, muhafazakardı. Ağır şiveli konuşmasıyla Çam ağacına Cam ağacı, Cam’a da Çam derdi. Başına Uy! Koymayı da ihmal etmezdi. 

- “Uy! Çamın önüne oturdum, Cam ağaçlarını seyrediyorum” gibi…

Joe Fazlı’nın kahvesinde kâğıt oynar; yenildikçe hesaba yazdırırdı, mütemadiyen yolsuzdu, çünkü çalışmıyordu. Kendine göre bir centilmenlik kitabı vardı; oyuna başlamadan evvel arkadaşlarına tek tek iyi dileklerde bulunurdu:

- “Bol Şans Bayım!”

Amerikan filmlerinden fırlamış gibiydi; başında kovboy şapkası, altında püsküllü bir yelek ve deri pantolon, ayağında topuklu çizmeler… Kovboy ile Kızılderili arasında, yarı hayal dünyasında yaşayan; seversen çok eğlenceli, kendine uzak bulursan da çok gıcık bir tipti.   

Fazlı Abi ise tahmin edebileceğiniz üzere çok çok gıcık olurdu; biraz tipinden, biraz da taktığı borçlardan ötürü. Joe’nun Ford Mustang’ı vardı, yaklaşık 10 yıllık bir araba, 1974 model. Fazlı Abi bir gün çareyi bunun arabasını satmakta buldu. Arabanın satışına aracılık edecek, hem satıştan komisyon alacak hem de Joe’nun gittikçe kabaran hesabını kapatacaktı. Araba satıldı, ama Fazlı Abi umut ettiği tahsilatı yapamadı. Zira Joe parayı bir iki hafta içinde ezmişti. 

Paranın bir kısmını yıllardır hayalini kurduğu bir şeye yatırmıştı. Hayat hikayesini anlatan “Tanrı’nın Gizli Şerifi” adlı o kitabı nihayet 1984 yılında bastırabilmişti. Matbaadan aldığı gün Fazlı Abi’nin kahvehanesine gelmiş, girişten sonraki ikinci masaya hepsini dizmiş; burada imza günü yapacağım diye böbürlenerek Fazlı Abi’ye hava atmaya, belki biraz da kendini kanıtlamaya çalışmıştı. Kitap Birinci Bölümün Sonu diye bitiyordu, ama ikinci bölüm hiç yazılmamıştı.

***

1943 Yalova – Üvezpınar köyünde doğmuş, ilkokuldan sonra okumamış, ama yabancı dil kurslarına giderek İngilizce ve Almanca öğrenmişti. 

3 Haziran 1965 günü 23 yaşındayken içinde bir uyku tulumu ve battaniyeden başka hiçbir şey bulunmayan sırt çantasını omuzladığı gibi İsviçre’ye gitmiş, 1974 yılına kadar orada yaşamıştı. Sırt çantasının üzerinde kendine uygun gördüğü lakabı yazmayı yazmıştı: “Tanrının Gizli Şerifi” Joe’nun kitapta kullandığı ismi Horse Lagardy idi. Başta Zürih olmak üzere çeşitli şehirlerde, geçici işlerde çalışmış; at ve sığır bakıcılığından, ürün kaldırma işinden traktör sürücülüğüne kadar. Kazandığını birkaç gün bile elinde tutamamış; içki ve kumar masalarında kaybetmişti. 

Hayatta yapayalnız bir adam olarak görüyordu kendini. Anlattıklarına bakılacak olursa çocukluğundan beri maceralı bir hayatı olmuş, belki de bunun için yerleşik bir hayata alışamamış, bir yerlere bağlanmaktan hep korkmuştu. Çok arkadaş bulmuş, ama hepsi bir dostluğa dönüşmeden kısa sürede bitmişti. 1976 yılında kendisine teklif edilen uyuşturucu satıcılığı işini reddetmiş. 

İsviçre’den sonra sırasıyla İtalya, Almanya, Hollanda, Danimarka, İsveç ve Fransa’da bulunmuş, en son 1977 yılında gittiği Kanada’da iki yıl kalmıştı. Burada Toronta dağlarında bir kurtla ölüm kalım savaşına girmiş, Ontario’da at sırtında dolaşan John Wayne ile tanışarak sohbet etmişti.  

14 Aralık 1980 tarihinde İstanbul’a dönmüş, birlikte döndüğü üç arkadaşıyla memleketi Yalova’ya gitmiş ve orada dokuz yıl önce babasının vefat ettiğini öğrenmiş, annesini de ölüm döşeğinde bulmuş. Duyduğu pişmanlık ve üzüntüyle orada kalmayı denemiş; 100. Yıl Caddesinde ev almış, Aydın İş Hanında da bir butik açmış. Yapamamış, tekrar İstanbul’a atmış kendini. Fatih’e semtimize yerleşmiş. Fazlı Abi’nin kahvehanesinin bulunduğu Yedi Emirler Sokağında, kahveye inen yolun yokuş sokakta (daha sonra yol geçeceği için belediye tarafından istimlak edilen) tek katlı viran bir evde yaşıyordu.  

***

Çok sıcak bir yaz günü yine bir kareye girmiş 51 oynuyordu Joe. Parti kendisinde kalınca hesaba yazılmasını istedi. Sinirleri iyice dehlenen Fazlı Abi tam bunu kovmaya kalkıyordu ki, kapıdan Mustafa girdi. Mustafa Joe’yu çok sever, yaşının büyüklüğünden dolayı da hürmet duyardı. Joe’nun ricası üzerine hesabı ödeyen Mustafa, bu hareketinden dolayı Fazlı Abi’nin fırçasından kurtulamamıştı: 

- “Ben tam onun kıçındaki deri pantolonu alacak, evine donla gönderecektim. Sen neden hesabı ödüyorsun?”

Bu olaydan sonra bir süre kahvede görünmedi Joe. Ayağı kesilmişti. En yakın arkadaşı Hamza ile sokağın köşesinde beyninin ince kıvrım aralarını dumanlıyordu. Bu bir yıla yakın bir zaman böyle sürdü, sanki evine gitmiyor, o sokağın (Çelebi Süleyman Sokağı’nın) köşesinde yatıp kalkıyordu. Ne zaman oradan geçseniz sanki belediye tarafından dikilmiş bir heykel gibi sokağın demirbaşı olmuştu. 

Oradan da kaybolduktan sonra semtin abileri Joe’yu Sultanahmet’te görmeye başladıklarını söylüyorlardı. Meydanın ortasındaki taşın dibine seyyar bir tezgâh açmış, jetondan kartpostala kadar bir dolu ıvır kıvır satıyormuş. Bir yandan eline süpürgeyi alıp çevreyi temizliyor, ortama sahip çıkıyor, kendini semte bir sakin olarak monte ediyormuş. Birkaç yılın sonunda Joe oradan da uzamış anlatılanlara göre. Bir daha da kendisini gören, haber alan olmamış.  

Tanıyanların tahminine göre dayanamamış, yine atmıştı kendini yurt dışına. Onu yaşatan tek şey macera tutkusuydu. 

Romantik, hayalperest ve özgürlüğüne hayatı pahasına düşkündü.  Ne de olsa o tam bir hobo idi, Türkiş hobo… 

Murat Beşer ([email protected])