Alkol bu: yasaklarsanız başka bir şeye dönüşür. Keza Türkiye'de de dönüşüyor. Ara ara gündeme giriveren metil alkol zehirlenmeleri, zaten malum. Neredeyse bir katliama dönüşmüş durumda.

'Her Ramazan, bir ay ara veriyorum!'

Yok, yazılara değil. Zaten ara veren de ben değilim. Herkesin bildiği ama psikiyatristlerin bir başka bildiği bir durumdan bahsediyorum. On bir ay pek takmayıp Ramazan'da ağzına içki koymayanlardan... Lokantaların kapanmasından. Fırınların camlarının gazetelerle kapatılmasından belki de…Belki de karın doyurmanın ve hatta bir duble rakı almanın “kaçak” bir işe dönüşmesinden.

Gerçi şimdi pandemi var. Kısıtlamalar, yasaklar, tedbirler Mart’ta ortalıkta görünmezken Ramazan’da geriş geliverdiler. Ve Ramazan “gerekliliklerine” de uydular mı? Evet, fazlasıyla. Uzun yıllar Körfez bölgesinde yaşamış bir arkadaşımın yorumuyla “Türkiye ilk kez Kuveyt gibi bir yer oldu Ramazan’da”. Pandemi bulunmaz bir nimet oldu yani! Kültürel olanı da aştı, ideolojiyi dayattı.  

İslamiyet'te alkol neden ve nasıl yasaklandı bilemiyorum. Çeşitli rivayetler var. Oraya da geleceğim ama tarihin cilvesi mi diyelim, ne diyelim, alkol kelimesi neredeyse tüm dillere Arapça'dan geçmiş bir kelime: El-kuhl'dan geliyor. Arapçada "kuhl" kelimesi "göze çekilen sürme" anlamına geliyormuş. Ama esas kökeni de khl'mış, eski İbranice'den: Kara; koyu mavi/siyah anlamında. Mesela küheylan kelimesi de aynı kökten geliyormuş.

Sonra 11. yüzyıl gibi, Arap İslam dünyası yayılabileceği tüm sınırlara dayanıp büyük bir zenginliğe konduğunda imbikten damıtma tekniği ortaya çıkmış. Ve kelime Endülüs etkisiyle "el-kuhul" şekliyle Avrupa'ya geçmiş. Bugünkü "al-cohol" yani alkol'ün kökenini oluşturmuş. Önce İspanyolca’ya geçmiş, oradan da Fransızca'ya. Sonra da neredeyse tüm dünyaya yayılmış. Ama günümüzdeki anlamını yani ferahlatan, keyif veren içecek anlamını ise neredeyse 17. yüzyılda edinmiş.

Nereden nereye diyesi geliyor insanın. 

Tarih boyunca farklı yeri olmuş alkollü içeceklerin. Mesela Orta Çağ Avrupası'nda suyu arıtmanın, temiz tutmanın yolu olmuş. Ve aynı zamanda büyük bir ticari faaliyetin de parçası olmuş: Büyük toprakları yöneten kiliseler ya da manastırlar bira ve şarap üreterek hem "temiz" sıvı ihtiyaçlarını karşılamışlar hem de toprak/mal ticareti ile alkol ekonomisini oluşturmuşlar. Günümüzde Belçika, Kuzey Fransa ve Hollanda'da bu tür kilise bağlantılı yerel bira üretimlerini bulmak halen mümkün (Ve tabii ki kapitalizm sağ olsun, bu biraları artık Türkiye'de, en yakın markette de bulmak mümkün).

Ama dinler alkolün hep keyif verici, neşelendirici etkisinden ziyade baştan çıkarıcı, dürtüleri öne çıkaran, kontrolü zayıflatan, saptırıcı etkisini vurgulamışlar. Hatta Ortadoğu kökenli dinlerde alkolün temel yeri bu; yani baştan çıkarmak: “Hz.  dem yasak meyveden Havvâ’nın verdiği içkinin etkisiyle yemiştir.” Yoksa, aklı başında olsa yemeyecektir! Ve tüm bunlar da başımız gelmeyecektir. 

Ama yine de muhtemelen, biraz esriten bir içecek olduğu için, İslamiyet dışındaki Ortadoğu dinlerinde şarap, bira, likör hem gündelik yaşamda hem de dini törenlerde yer almış. Hatta Hammurabi’ye ve ondan öncesine kadar götürülen bazı kanunlarda içki içmeyi ve meyhaneciliği düzenleyen maddeler yer almış. Yani mesele bir kere dünyevileştikten sonra hep düzenlemek ve dizginlemek gerekmiş. 

Zaten egemen sınıflar bu tılsımlı içeceğin hemen her çeşidini halk sınıflarına yasaklamaya çalışmış: Gerektiğinde yasalarla yeri geldiğinde de dini kurallarla. Ama rahatlatan, keyif veren yanıyla da kâh açıktan bazen de gizliden gizliye yaşamış gitmiş alkol. 

İşin ilginç yanı İslamiyet’te de içkinin yeri olmuş. Örneğin Emeviler devrinde hemen hemen her hükümdar alkol kullanmış. Toplumsal refahın artması ile bu dönemde alkol egemenler tarafından çok da dert olarak görülmemiş. Abbasilerde de kullanımı sürmüş. Farklı dönemlerde İslam topraklarında Arap, Yahudi ve Hristiyan tüccarlar içki ticareti yapmaya devam etmişler. Hatta İslam tarihi içinde ister içki ile ister başka bir madde ile sarhoş olmayı makbul gören mezhepler de ortaya çıkmış. 

Ama şu değişmemiş: alkol ile emekçi sınıfların ilişkisini egemenler ve onların düşünce üreten kesimleri (ruhban sınıfı, din alimleri vs.) düzenlemiş. Bu nedenle alkolün tarihine meta'nın ve sınıflar mücadelesinin tarihinin gözünden bakmakta fayda var. Günümüzde de! 

Zaten bugün Türkiye’de öyle bir noktaya geldik ki alkolün yol açtığı sorunları değil de alkole yönelen kısıtlayıcı düzenlemeleri, vergi yükünü ve bunun sonucunda ortaya çıkan sorunları konuşur hale geldik. Hatta Türkiye (birçok şeyde olduğu gibi) alkolde de ikiye bölünmüş durumda: Alkol açık ve net bir muhalefet simgesine dönüşmek üzere.

Ve tabii ki aynı zamanda iktidar sembolüne de! Alkol, siyasetin tam da göbeğinde. 

Toplumun da: Örneğin iktidara yakın (ya da mecburen yakın) "sanatçıların" meze masası başında çekildikleri fotoğraflarda rakı bardaklarını sakladıkları bir ülkeye dönüşmedik mi? Bardağı kaldırtan nedir ki? Yukarıya ya da aşağıya, masa altına! 

Ya da üniversitelerin, üniversite gençliğinin tüm sorunu alkolmüş gibi üniversite lokallerinde dahi alkol satışı ve kullanımı sonlandırılmadı mı? Alkol giderek daha önemli hale geldi. Önceden hiç de böyle değildi. Mesela 2000'lerin hemen başında, örneğin Hacettepe'de, başarılı geçen zorlu bir ameliyatın ardından öğle arasında öğretim üyeleri lokalinde içilen soğuk biralar olağan bir şeydi. Hayatın akışına dahildi!

Şimdi bilim, ilim, irfan kılığında alkol önem kazanıyor! Tam da aksi istenirken.

Ama alkol bu: yasaklarsanız başka bir şeye dönüşür. Keza Türkiye'de de dönüşüyor. Ara ara gündeme giriveren metil alkol zehirlenmeleri, zaten malum. Neredeyse bir katliama dönüşmüş durumda.

Ama bir sonucu daha var alkol ile oynamanın. Alkole bindirilen ekonomik, ideolojik ve siyasi yük, diğer maddelerin yaygınlaşmasını sağlıyor. İlginç değil mi! Ama alkole yönelik kuşatma başka maddelerin önünü açıyor. Örneğin İstanbul, atık sularında tespit edilen maddeler konusunda, New York ve Barselona'dan dünyada sonra üçüncü konuma yerleşmiş durumda. 

Evet, bildiğiniz atık sularında yapılan analizler bunlar! Bu analizler farklı maddelerin (yasadışı uyuşturucu, psikoaktif maddeler) arttığına işaret ediyor. Bu artışın tesadüfi olduğunu ya da yoldan çıkan, iflah olmaz, bir türlü hak yolunu bulmayan gençliğin eseri olduğunu mu düşüneceğiz? İnsanların ağız tadıyla eğlenmesine yönelik bu kadar düşmanlık varken yaşananlar az bile.     

Tamam, bugün alkol etrafında yaratılan idari ve yönetsel hava bir yanıyla dini bir ağırlık taşıyor. Örneğin şu an hafta sonu alkol satışının yasaklanmasını açıklayacak herhangi bir bilgi yok! İşte alkol sosyal mesafeyi ortadan kaldırıyor vs. vs. Ülkede sosyal mesafeyi en başta yasak koyanlar kaldırmadı mı? Bu nedenle bilginin hükmü de yok. 

Yok ama tüm bu alkol kuşatması süreci alkol almayı, kullanmayı, alkolle eğlenmeyi piyasanın kucağına itiyor. Büyük kentlerin merkezi noktaları gittikçe meyhane görünümü kazanıyor. Ve evet bunun, sanayisizleşen bir toplumun giderek yerleşen boş zaman anlayışı ile de yakından ilişkisi var. 

Artık sözkonusu olan kıraathanelerinde bile özel bir anlam taşımaksızın, öylesine, sadece soluklanmak için biranın tüketilebildiği 70’ler Türkiyesi değil. O Türkiye’yi gömdüler, gömdük! Şimdi artık alkol de büyük bir endüstri, büyük bir gelir kapısı. Dini yönelimli tüm tedbirler ise alkolü sürekli piyasanın kucağına itekliyor. İlginçtir ve belki de ilginç değildir.

Sayılar da bunu söylüyor. 

Türkiye’de alkol tüketimi düşmüyor, alkole bağlı sorunlar azalmıyor…

Ramazan’da ara versek de Türkiye sıkıntılı ruhuna iyi gelecek bir şeyler arıyor!

Koyu, mavi/siyah değil. Mümkünse kırmızının tonlarında.