Lakin, şu düzen içi muhalifler 'halkın gerçek gündemi' dedikçe onlara sormak gerekir: Bu “halk” dediğiniz kimdir, kimlerdir?

Gündem diye diye

Elbette iki yanı var: Bir yandan gündem şudur budur diye, bir yandan gündem şu değil bu değil diye tutturmak. Son zamanların en yaygın, bu anlamda en moda tutturması bu. Özellikle çok sıkı, çok amansız muhalefet yaptıklarını sanan, sanmakla da kalmayıp bunu yeri gelsin gelmesin ileri süren düzen içi muhalifler için bu bir tür turnusol kâğıdına dönüşmüş durumda. Eğer gündemde olması gereken konu ise, tamam, üzerinde durulabilir, atıp tutulabilir, muhalefetin en sert olanından ne anlaşılıyorsa o yapılabilir. Yok, o gündeme, ortalıkta dolanıp duran, daha doğrusu, dolaştırılıp durulan gündemlerden “gerçek” olanına uymuyorsa, ya üzerine gidilmeye değmez, ya da, daha kötüsü, “ucube tek adam rejiminin” hinoğlu hinliklerinden biridir, yanılıp şaşırıp gündemine alırsan, zokayı yutmuş, onların oyununa gelmiş olursun.

En son, ama bir öncekinden farksız sözüm ona salgın önlemlerinin ilanıyla birlikte, birkaç gündür, tam kapanmaydı değildi, kısmiydi eksikti, sosyal devlet anlayışına uyuyordu uymuyordu tartışmaları, daha uygun sözcüklerle, konuşmaları, karartmaları, atışmaları başladı. Ne zaman sonlanacağı belirsiz görünüyor. Fırsattan bilistifade içki yasağı denebilecek başlık örnek verilebilir. Buna birazdan döneriz. Şimdi devam edelim.

Olabilir, iktidara kazık kakmış görünümleriyle her türlü muhalefetin sinirlerini bozan, umutlarını kıran, akıllarını kullanım dışı bırakan bazı becerileri kazanmış olmaları mümkündür; hatta onca zamandır devasa bir devlet aygıtını ellerinde tutmakla kalmayıp her türlü meşruluğu, bir ara çok kullandığımız  deyişle “burjuva legalitesi”ni hiç takmadan, alışılmışın dışında yollarla zorladıktan sonra, öylesi becerileri kazanmamış olmaları düşünülemez bile. Bunlar arasında, anlatımın doğruluğu yanlışlığı bir yana, “gündem değiştirme” denilebilecek bir beceri de bulunabilir. Böylece, asıl yakıcı, can alıcı gündemin unutulmasını, büsbütün unutulup gitmesini değilse de, en azından bir süreliğine geri planda kalmasını sağlamayı öğrenmiş olabilirler.

Ancak, bu noktada, birden çok itiraz dile getirilmese bile akla geliyor. Öğrendiklerinin geçerliliği, işlerine yararlılığı, nelere ya da nasıl bir birikime dayandığı, birikim denebilecek herhangi bir dayanağının bulunup bulunmadığı ve benzeri açılardan birtakım itirazlar…

Sözü uzatmadan şu kadarıyla yetinmek yine de en iyisi olacak: İnsanın insan tarafından sömürülmesine, bunu gerçekleştirmenin ve sürdürmenin git gide olmazsa olmaz koşulu olarak zorbalığa dayanan bir düzen, koruyucu ve savunucularına, yetenekler, beceriler, gelişmiş nitelikler kadar, onlarla birlikte ve zaman zaman onlardan çok, ilkellikler, gerilikler, beceriksizlikler kazandırır. Genellemeyi biraz daraltarak yinelersek, günümüze doğru yaklaştıkça ve düzenin ömrü uzatıldıkça, sahipleriyle bekçilerinin niteliksizleşmesi, dahası bunun aldatıcı bir üstünlük görüntüsü altında ortaya çıkması kaçınılmazdır. Dolayısıyla, bir ara sonuç olarak yazılabilir, bu düzenin insanlara öğütledikleri ve uyma zorunluluğu getirdikleri onlara zararlı, yasakladıkları ise yararlıdır; belki birkaç istisna dışında, böyledir.

Bu noktada az önceki fırsattan bilistifade diyerek değindiğimiz, artık yararlandıkları fırsat uygun mudur değil midir tartışılır, son içki yasağına sözü getirebiliriz. Ama yasağın kendisine, açık ya da gizli amacına, hukuka ve akla mantığa aykırılığına değil, hatırlattıklarından birine.

Doğanın kendi içinde ortaya çıkışından beri insana sunduklarının sayılamayacak kadar çok ve çeşitli, aynı zamanda yoklukları durumunda insan yaşamının sürmesini imkânsızlaştıracak ölçüde vazgeçilmez olduğu bilinir. Bunlar arasında varlığı bu kadar yaşamsal olmayanlar da bulunuyor. Olmasaydı, hayat yine de sürer giderdi, diyebileceklerimiz. Ama tatsız tuzsuz olurdu; haydi o kadar abartmayalım, tadı tuzu epeyce eksik olurdu. Bunlardan biri, keyif verici içeceklerdir. Adı üstünde, yararları aslında keyif vermekle sınırlı olmakla birlikte, daha geniş kapsamlı olumlu etkilerinin görülebildiği de hem ilkel insanlardan bu yana edinilen deneyimlerle hem de yakın çağlarda bilimsel bulgularla anlaşılmıştır. Olumlu etkiler dediğimiz sonuncular bir yana, şu keyif verme işlevinin insana özgü bir ihtiyacı karşıladığı söylenebilir. Bu türden bir içkinin, bir ya da birkaç dostla, yoldaşla, bir sevgiliyle, hele de bir göl ya da deniz kıyısında, şırıl şırıl akan bir suyun başında, o kadarına bile gerek yok, kimi zaman üstüne el yapımı sevimli bir örtü serili derme çatma masanın çevresine dizilmiş tahta iskemleler üstünde, söyleşenlerin sesini bastırmadan tınlayan bir müziğin ya da kuş cıvıltılarının eşliğinde yudumlanması, insan soyundan olanlara hep bir dinginlik, yaşama sevinci, güzellikleri paylaşma duygusu vermiştir. Kuşkusuz bu saydıklarımın yaratıcısı değil, ama yokluğunda aranan bir eşlikçisi olmuştur. 

Böylesi yaşantıları hoyratça engelleyenleri başlıca iki kümede toplamak mümkündür: Biri, krallar, padişahlar, astığı astık kestiği kestik yöneticiler ile bu yasakçıların hık deyicisi daha sıradan bir kalabalık; öbürü o yasaklamaların kökenine akıl erdiremeden iman eden çok daha kalabalık topluluklar. Bu sonuncular, doğanın nimetlerinin çoğunu hiç bilmeden göçüp giderler. Ötekilerin en azından bir bölümüyse yasakladıklarını kendileri için yasak saymazlar. Geçmiş ve bugün gece gündüz ayık gezmeyen böyle yasakçılarla doludur.

Kabullenilemez birçok şeyi gündem saptırma başlığı altına atarak önemsizleştirenlerin şimdilerde gerçek gündem saydıkları, halkın gündemi dedikleri ise, malum, ekonomidir, daha açık söylenişiyle pahalılıktır, işsizliktir, geleceksizliktir. İşsizlik ile pahalılığın emekçi halkın değişmez gündemi olduğu bellidir. Devrimci mücadelemizin iki unutulmaz Hikmet’inden doktor olanının bir zamanlar bu adla bir örgüt kurmuş olmasından da biliriz. Lakin, şu düzen içi muhalifler “halkın gerçek gündemi” dedikçe onlara sormak gerekir: Bu “halk” dediğiniz kimdir, kimlerdir? Habire sayarlar: İşçiler, çiftçiler, emekliler, esnaflar, sanayiciler, dürüst işadamları… Uzatmayalım, o “beşli çete” dedikleri ile dört beş maaş alanlar dışında, sömürücüleri sömürülenleri el ele, herkestir halk. Hoşlanmadığım bir deyimin yeri geldi, kullanmaktan çekinmemeli: Zurnanın zırt dediği yer de burasıdır işte. İyi ki o “beşli çete” ortaya çıkmıştır ve bu muhalefete, kötülüklerin gerçek kaynağını, binde biriyle de olsa hedefe yerleştirme şansı doğmuştur. 

Tamam, muhalefete muhalefet etmek pek de sevimli bir tutum sayılmaz. Hele iktidarın bu kadar uzatılmış, bu kadar dizginlerinden boşalmış bir ömür sürdüğü dönemlerde… O halde muhalefetle uğraşmak da ne oluyor? Eğer muhalefet olarak ortalıkta dolaşanların, dolaştırılanların da denebilir, kötülüklerin kaynağındaki toplumsal düzeni hedef tahtasına koymadan söyledikleri ve yapıp ettikleriyle, halkın umutlarını kırıp ayakta kalma güçlerini törpülemek dışında bir etkileri olmuyorsa, sürüp giden kayıkçı kavgasını göstermek, sergilemek, anlaşılır kılmak hem haktır hem de ihmal edilemeyecek bir görev. Daha ne olsun!