Türkiye'den söz ediyoruz, tamam, ama onun çok ötesinde ve demokrasinin bataklığında da gördüklerimizi söylemek zorunda kalıyoruz.

Görünen köy kılavuz ister

Türkiye'den söz ediyoruz, tamam, ama onun çok ötesinde ve demokrasinin bataklığında da gördüklerimizi söylemek zorunda kalıyoruz. AB Zirvesi'nin tam bir zırvalıkla bittiği günlerdeyiz. Milyonlarca gizli işsiz evlerde maskeleriyle oynuyor, arada bir dışarıya kaçıyorlar. Cirolar ve üretim yerle bir olmuş durumda. İkinci dalga ilan edildi bile. 

Krizdeyiz ve başka bir şey oluyor. 

Tersinden söylenir, malum: “Görünen köy kılavuz istemez.”  Öyle mi gerçekten tekelci veya tekelli kapitalizm çağında? 

Sakın, köy tam da göründüğü için “kılavuz ister” olmasın?  

Kılavuz, insanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli filtreleri içeren, üreten ve dağıtan yegâne modern mekanizmadır.  İyi. 

İyi de, nereden başlayabiliriz? 

Şuradan: Görünen köy mutlaka kılavuz ister. Köy göründüğü için, ister. Misal: Yıkılmış bir cumhuriyetin tüten kalıntıları önünde, bu “köy”ün halini artık kılavuzsuz kimse anlayamaz. Bu yıkımı kimse kılavuzsuz anlamlandıramaz. Anlamlandırılabilseyldi “kılavuzsuz” bu yıkımlar yaşanmazdı. 

Peki, kılavuz, doğuştan tanrısal bir teşhis ve tedavi yöntemiyle donatıldığı için mi, kılavuzdur? Süper güçlerle donanmış bir tanrısal kişilik midir? Bir mesih? Bir tür peygamber?

Hiç değil. 

Bir sonuçtur. Sınıf mücadelesinin sonucudur. Kurumdur. Bize bakalım mesela: Ortada artık bir “muktedir”in, Batı başkentlerinde “bu adam delirmiş olmalı” dedirtecek şeylere tevessül etmesi var. Mussolini ve Hitler'in son günlerini görüyorlar sanki muktedir ve çevresinin girişimlerinde. Nasıl görmesinler? Yaygın Türk medyasında, Cumhuriyet vs. diğerleri dahil,  Avusturya'nın başkentinde yaşananları, Avusturya parlamentosunda Ankara ve uzantılarının nelerle suçlandığını giren/gören oldu mu? 

Türkiye'de, 1917 sayesinde kurulabilmiş bir cumhuriyetin kurucu kadrolarına ve simgesine açıkça ilan edilmiş bir savaş hüküm sürüyor ve bu, derinleşecek, yaygınlaşacak. Hava, öyle. var. Adam ve tetikçileri, yüksek yoğunluklu bir içsavaş için bağırıyor resmen. 

Ülke yıkılırken, o ülkenin kurucularına, uzak geçmişteki yegâne başarının yaratıcılarına, aydınlanmacı cumhuriyetin kurucu babalarına böyle saldırırsanız,  doğacak tepkinin de muhatabı olursunuz. 

Daha doğrusu, hedef olursunuz ve bu kaderden kaçamazsınız. 

Bunlar, tepki falan doğacağına inanmaz oldular. Düzen solunun Türk ve Kürt versiyonlarına bakınca haksız olduklarını söyleyebilir miyiz? 

Kılavuzsuzluk bir Avrupa olgusu

Türkiye'nin yönetenleri, artık tüm itidallerini kaybetmiş görünüyorlar. Böyle dönemler, çok acılı olur.  Boyun eğmiş milyonlar, delirmiş yöneticilerin çektirdiği acılarla terbiye edilirler, ama sonunda onlar da delirirler ve içinde debelendikleri düzeni düşünmez olurlar. Ya çürür giderler ya da boyun eğmeyi bırakıp başkaldırırlar. Genelde,  ikisi bir arada olur. 

Devrim, tam da böyle dönüm noktalarında yüzünü gösterir. 

İktidar sahiplerinin, yerle bir ettikleri köyün herkes tarafından, özellikle de köy sakinleri tarafından görüldüğünden ve boyun eğdirildiğinden emin olduğu bir sahne bu. 

Tekeller çağında, medyanın halkların beynini hamura çevirebildiği bir çağda, görünen köy mutlaka kılavuz ister ve modern zamanlarda biz bu kılavuza “parti” diyoruz. İşçi sınıfı partisi. Parlamentodaki satılık “lacilerden” söz etmiyoruz. Hayatın içinde, aydınlanmanın, eşitlikçiliğin ve özgürleşmenin çağdaş simgesinden söz diyoruz. “Önce siyasi iktidarın, ardından da fabrikalar ve tarlaların, her şeyin emeğin olacağı” bir düzenin kurucu unsurundan. 

Emekçi sınıfların ve aydınlanmanın tarihsel bir ürünüdür bu kılavuz. Bir savaşımın sonucudur. Her türlü metafizik rengi, içerdiği mücadele tarihi nedeniyle çok kolay bertaraf edebilir. Sadece işçi sınıfı partisi, içinden çıktığı tarihin bir ürünü olarak ve tüm tarihselliğiyle felsefi idealist yapıştırmaları  geçersiz ilan edebilir. 

Peki, sorun ne? 

Bu kılavuz tek bir kişi değil, bir toplumsal aktördür ve tarihseldir. Bir kurumdur. Kurum olduğu için tarihselliği çok daha belirgin bir biçimde içerir ve ilerici yürüyüşün bir ürünüdür. 

Sadece Türkiye'den söz etmiyoruz.

Asılnda Avrupa'dan söz ediyoruz. Son AB Zirvesi paramparça bir kuruma işaret etti. Avrupa, dikiş tutturamıyor.  Avrupa Parlamentosu aradan gün bile geçmeden neredeyse, AB Zirvesi'ndeki bütçe komedisini falan onaylamayacağını bildirmiş oldu. Göreceğiz.

Avrupa'nın kılavuzu yok. Avrupa'da KP yok. Yunanistan ve biraz da Portekiz'deki komünist partiler belki umut veriyor, ama bu büyük gediği kapatacak kadar güçlü değiller. Bütün kıtaya yetişemezler. 

Türkiye gibi büyük bir birim değiller çünkü. 

Biz şimdilik aklımızın bir yerine yazalım: Bizde var öyle bir kılavuz, daha da gelişmesi gerekiyor 100'üncü yılında. Toprak da zangır zangır titriyor. 

Uşaklaradır sözümüz ve çiziktirdikleri ağlak mektupları “ak saçlı” gibi sıfatlarla yutturarak imza toplamayı iş sananlara: Avrupa ve demokrasisinde, o görünen köyde ne kılavuz var ne de onu mümkün kılabilecek bir hareketlenme. Karanlık, Türkiye'de değil, çünkü yıkıma rağmen (ve belki de bu yıkım nedeniyle) Türkiye'nin üzerinde devrim kelebeği dolanıyor, Batı Avrupa'da ise böyle bir kelebekten de bizdekini andıran kılavuzlardan da söz etmek, mümkün değil.  Korkunç bir çürüme hüküm sürüyor.

Tam bir çöl. 

Çölde, yineliyoruz: Görünen köy kılavuz ister.