“Gemiler Giresun'a, yar olayım sesine. Bir daha vuraydı nefesin nefesime…”
İçinde Giresun geçiyor ama galiba Trabzon yöresi türküsü bu. Hoş zaten eskiden Giresun da Trabzon yöresinden sayılıyordu. Bu türkünün bir de Yunanca versiyonu var; “Tin Patrida M'ehasa” (Την πατρίδα μ' έχασα) diye başlıyor. “Vatanımı kaybettim” demektir… Kaybettik vatanımızı. Söz verdik, bulacağız ama. Ve o gün hep birlikte yeni dünya kuracağız…

Gemiler Giresun’a… (Bulancak mektupları-2)

“Bir gün bir şehirden kalkarsın, bir başka şehre doğru yola koyulursun. Terk ettiğin şehri tanımamışsındır daha, sokaklarında adamakıllı yürümemişsindir. Geride bıraktığın şehir, nüfus kağıdındaki bir kayıt bilgisinden ibaretse, o şehri terk etmiş bile sayılmazsın. Sonra neden geldiğini bilmediğin bir başka şehir kucaklar seni. Sarar, sarmalar. Bütün sokaklarında yürürsün, bütün duraklarında beklersin, bütün martılarıyla selamlaşırsın… Fakat bu kez de o şehir terk eder seni, fark edersin ki nüfus kağıdında kaydı bile yoktur bu terk edişin.”

Yıllar önce, bunları, Bulancak’ı ve az ilerisindeki Giresun’u düşünerek yazmıştım. Giresunluydum ama talih bizi daha Giresun sokaklarına adım atmadan başka şehirlere savurmuştu. Sonra öğrendim, köyünden ilk kez çıkıp ülkede hiçbir şehrin yüzünü görmeden Avrupa şehirlerine dağılanlar vardı bir kuşak önce. Ülkenin yazılmamış tuhaf göç hikayesidir. 

Tuhaftır ve çok hüzünlüdür. “Yanıyorum ateşimi körükle, boğuluyorum beni derin denizlere at” diyor göçürtülmüş bir Ege türküsü. Umulmadık bir zamanda kaybedilmiş şehirlerin hüznüdür bu. Yanarken harlı yanmak, sığ sularda boğulurken derin denizlerde kaybolmak istersin. Bilirsin ki, derinlerde bir yerdedir kaybedilmiş şehirlerin acısı. Dindirmek için kendi içindeki ateşte yanman, kendi içindeki denizde boğulman gerekir.

Çocukken koptum, dönüşüm lise yıllarındadır. Bu dönüşün Bulancak kısmını ilk mektupta anlattım. İkinci mektup daha çok Giresun’a dairdir. 

***

1979… 12 Eylül’e yuvarlanıyor ülke, sokakları savaş alanı. Giresun’da da öyle. Meydanı MHP tutuyor, il örgütü ve ocakları orada. MHP’den az ileride konuşlanmış Emniyet, bu partinin bir tür lojistik merkezi gibi hareket ediyor. O zamanlar şehrin banliyösü sayılan “Çıtlakkale” Mahallesindeki liseden şehir merkezine ulaşmak için otobüslere topluca biniyoruz. Otobüsün giriş çıkış kapılarında saldırı ihtimaline karşı tertibat alıyoruz. Okuldan şehre ulaşmak, sonra geri dönmek bir gerilim filmi tadında.

“Depboy”a çıkınca Kurtuluş Sosyalist Dergi (KSD) binası solda kalıyor. Halkın Kurtuluşu ara sokakta. Dev-Lis’e ulaşmak için biraz daha yürümek gerek. Oraya varmadan sağda Eğitim Enstitüsü var. Öğrencileri çakı gibi. 1980’de Giresun stadındaki 19 Mayıs törenlerine yönelik boykotu birlikte planlıyoruz. Enstitülüler izleyici sıralarında, biz 19 Mayıs kıyafetleriyle alandayız. Tören daha başlamadan seyirci sıralarında slogan atılmaya başlıyor. Alandaki bütün liseliler o anda oturma eylemine geçiyor. Devlet erkânı koşar adım uzaklaşıyor stattan.

Öyle bir fırtına ki sahildeki şehirlerarası yolda 10-15 bin kişiyle “Fındık Mitingleri” yapıyoruz. Ordu’dan gelenler oluyor az biraz. Geri kalanı bu küçük şehrin potansiyeli. Şehir merkezinin nüfusu olsa olsa 30-40 bin civarında o zamanlar. Yuvarlak hesap şehrin yarısı yürüyor…

12 Eylül’den birkaç hafta önce okuldan kovuluyorum. Bir ay sonra okula askeriye el koyuyor. Komandolar yerleşiyor yoksul odalarımıza. Sonra okul kapatılıyor. Şehre uzun, karanlık bir gece çöküyor…

***

Birkaç yıl önce kitap fuarı vesilesiyle yeniden şehre düşüyor yolum. MHP meydanda daha görünür bir binaya taşınmış ama malum, artık Devlet Bahçeli kıvamında. Yan taraftaki stantta yüksek sesle bir Livaneli şarkısı çalıyor. (1979’da bu şehirde tanışmıştım bu parçayla). İlk bakışta sanki zaman 11 Eylül’de donmuş kalmış gibi. İyi tarafı var, saldırıya karşı tertibat almadan şehri gezme olanağı demek bu!

Yıllar önce yaptığımız gibi Depboy’a çıkan yoldan tırmanıyoruz. Sola kıvrılınca muhteşem bir binanın önünde buluyoruz kendimizi. Binanın bahçe giriş kapısı da binayı aratmayacak güzellikte. Burası 1940’lı yıllardan yakın zamana kadar Ticaret Lisesi olarak hizmet vermiş. Sonra Kale Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olmuş. AKP imam hatibe dönüştürdü. Aslı Rum okuludur.

Az ileride sağda mavi badanalı küçük bir kilise var. Burası artık bir çocuk kütüphanesi. Bina, 1800 yılında Fransız Katolik Kilisesi olarak inşa edilmiş. Fransızların burada bulunma nedeni liman üzerinden yürütülen ticari faaliyetler. Belli ki kilisenin dış görünümünde o günden bu yana yapılan tek değişiklik bina alnındaki haçın yerinden kaldırılması. Giresun’un sağ yanında ta 1922’den beri haça karşı kronik bir alerji var. Topal Osman refleksidir!

Amacımız buradan geçerek kaleye doğru, sola kıvrılıp Zeytinlik Mahallesi’ne ulaşmak. Kalenin güneydoğusunda yer alan semtte eski Giresun evleri hâlâ ayakta. Kısa bir yürüyüşten sonra Zeytinlik Mahallesi’nde bir eski Rum evinin önünde saygı duruşundayız. El yapımı demir kapının pirinç kollarından biri yerinde değil. Tuhaf, diğeri yerinde. Hemen ilk bakışta el emeği göz nuru bir ürün olduğunu belli ediyor kapı kolu. Bizim meraklı bakışlarımızı fark eden mahalle sakini bir kadın “kimse yok havu evde” diyor. Biz kimseye bakmıyoruz zaten, eve bakıyoruz. “Kimsesinin” çoktan göçüp gittiğinin farkındayız.

Evlerin bahçesinde sümbüller açmış, manolyalar patladı patlayacak; zeytinler meyveye durmuş, portakallar hâlâ dalında. Kale, denizle mahalle arasında bir duvar gibi yükselerek denizden gelen sert rüzgarları engelliyor, burayı daha bir ılıman yapıyor. Burası hâkim rüzgâr olan karayele kapalı, güneşten maksimum seviyede yararlanan bir alanda. Evlerin ayakta kalanları bir iki asırlık binalar. 1900’lü yılların başında yapılanlar çoğunlukta. Resmi kaynaklara göre böyle 140 adet tescilli ev var şehirde.

Biraz dikkatli bakınca evlerin yapımında yerel olmayan malzemelerin de kullanıldığını fark ediyorsunuz. Limandan Avrupa’ya fındık götüren gemilerin getirdiği ithal malzemeler bunlar. Marsilya kiremitleri kullanılmış örneğin. Merdiven taşları İtalya’dan, ama kim bilir hangi şehrinden. “Şima” ile kaynamış birbirine bu malzemeler. Kireç, yumurta akı ve suyun karışımıyla oluşan bir tür harç şima. “Giresun’un evleri şima ile kaynama” diye meşhur bir türküsü de var şehrin. 

Evlerin hepsi duvarlarla çevrili geniş bir bahçe içinde. Su sarnıcı bahçelerin vazgeçilmezi. Ayrıntılardaki işçilik ve süslemeler gerçekten görmeye değer. Yıkık balkonların el işi korkuluk demirleri sağa sola atılmış vaziyette duruyor. Bazıları çok kötü restore edilmiş. El işi demirleri atıp parlak alüminyum korkuluk takan da var, ahşap doğrama yerine plastiği tercih eden de. Devrim yapamazsak bu evlerin de geleceği karanlık!

Evlere dokunarak denize doğru ilerliyoruz. Ortodoks Kilisesi (Gogora) hemen kıyıda yükseliyor. 18. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş bina şehrin Rum ahalisi mübadeleye tabi tutulunca boş kalmış. Bir ara cezaevine çevrilmiş. Şimdi müze. Kilisenin hemen altından geçen sahil yolu bölgenin denizle bağını tamamen koparıyor. Bu yol Menderes’in icadı. Aynı soydan Mesut Yılmaz genişleterek tüy dikmiş üzerine. Hâlbuki daha geçen yüzyılın başında denizin hemen kenarından yükselen bir şehir burası. Haliyle tek ulaşım yolu denizden gemilerle. Şimdi geniş bir otoyol var ve iki gün boyunca neredeyse bir tek deniz aracı çarpmıyor gözüme. Denizle bağı koparılıp atılmış bir şehir burası.

Yarımadayı boydan boya geçen “Sevgi Yolu”ndan ilerleyip yeniden merkeze ulaşıyoruz. Yol tenha. Denizi en iyi görebileceğiniz yer burası ama. Şehre tekrar ulaştığımız yerde eski bir caminin önündeyiz. Demek Müslüman mahallesindeyiz. Eski hükumet binasının sağında sahile doğru uzanan zanaatçılar çarşısını soruyorum. Kaldırıp atmışlar hoyratça. Şimdi yol geçiyor çarşının üzerinden. Bu yol işi belli ki bir tür Karadenizli hastalığı.

Tek tük tarihi binalar bu yol üzerinde de ayakta. Ama bir yüzyıl içinde böyle bir şehrin Zeytinlik’ten nevzuhur “Lazgotik” tarza evirilmesi hakikaten üzücü. Şehrin yeni bina stoku büyük bir çöplükten ibaret.

Çemberi tamamlıyoruz. “Depboy”, askeri gereçlerin bulunduğu yerlerin genel adı. Eskiden burada askeri gereçlerin depoları varmış. Şimdi o depolardan eser yok ama ismi ayakta. Depboy’dayız yine…

Fuar gezisinden bir hafta sonra yine döndük şehre. TKP temsilciliğinin açılışını yapacağız. Gittik, açtık, döndük. Şöyle tarif edeyim; Depboy’dan meydana doğru yürü. Eski Halkın Kurtuluşu’nun solundan sapmadan ilerle. Eski Kurtuluş’un az aşağısında TKP tabelasını göreceksin, şaşırma!

Bulancak mektuplarının sonuna geliyoruz. Tutuyoruz Elmalı Köyündeki dedeye verdiğimiz sözü. Vatanın taşının, toprağının, denizinin, deresinin, börtüsünün böceğinin sahibi biziz. Yağmacılara karşı uzun amansız bir mücadeledeyiz.

***

“Gemiler Giresun'a, yar olayım sesine
Bir daha vuraydı nefesin nefesime…”

İçinde Giresun geçiyor ama galiba Trabzon yöresi türküsü bu. Hoş zaten eskiden Giresun da Trabzon yöresinden sayılıyordu. Bu türkünün bir de Yunanca versiyonu var; “Tin Patrida M'ehasa” (Την πατρίδα μ' έχασα) diye başlıyor. “Vatanımı kaybettim” demektir… 

Kaybettik vatanımızı. Söz verdik, bulacağız ama. Ve o gün hep birlikte yeni dünya kuracağız…