Afrika’da, Libya’da, Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de, her yerde Fransız ve Türkiyeli şirketler ve devletleri arasında bir paylaşım gerilimi doğuyor.

Fransa ve Türkiye neyi paylaşamıyor? 

Fransa ve Türkiye arasındaki gerilim geçen haftalarda en üst seviyeye çıktı ve şimdi ardıl dalgaları kendini gösteriyor.

Öyle ki NATO, Türk savaş gemilerinin Libya açıklarında Fransız savaş gemilerine füze atışı için radar kitlemesi yaptığına ilişkin soruşturma sonucunu kamuoyu ile paylaşamayacağını bildirdi.

Diyelim ki Yunanistan ile Türkiye arasındaki gerilimin tarihsel bir arka planı var, ama sınır komşusu bile olmayan bu iki ülke arasındaki siyasi gerilim neden bu kadar yükseldi? Paylaşılamayan nedir diye sormamız gerekiyor.

Sanırız bu soruyu yanıtlamaya; insanlık tarihindeki sıçramaya yol açan başlıca olaylardan biri olan Büyük Fransız Devrimi’nin, nasıl oldu da acımasız ve sinsi bir sömürgeci devlete yol açtığını irdelemekle başlamalıyız.

Fransız Devrimi çağ açıcı bir olaydı ama eninde sonunda bir burjuva devrimiydi. Burjuvazi inanılmaz bir hızla gericileşti ve diğer halkları sömürgeleştirmeyi siyasi ajandasının başına yazdı. Daha Napolyon döneminde bir yandan karşı ordunun askerlerine “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” bildirisi atılıyor, bir yandan ilhak ve hegemonya yolları aranıyordu. Jakobenlerin köleliği kaldırdığı Haiti’ye Napolyon’un savaş gemileri “restorasyon” için çoktan yola çıkmıştı.

Aşağıdaki harita kanla ve halkların acılarıyla inşa edilen süreci özetliyor.

Haritadaki yeşil bölgeler Fransa’nın ilk sömürgelerini gösterirken, mavi bölgeler 2. Dünya Savaşı’na ve hemen sonrasına kadar Fransız sömürgesi olan coğrafyaları işaretliyor. Kuzey Batı Afrika’nın hemen tamamının, Suriye ve Lübnan’ın, Vietnam, Laos ve Çin’in bir kısmının Fransız egemenliği altında olduğu görülüyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyetler Birliği’nin etkisi ve bütün uluslardaki sömürge karşıtı hareketin yükselmesi Fransa’nın egemenliğini geriletti, yerlerine bağımsız ulusal devletler ortaya çıktı. 

Ancak Fransa hiçbir zaman eski sömürgelerini biçim olarak bağımsız da olsalar bırakmadı, işbirlikçi burjuvazilerine dayanarak Fransa’ya artı-değer taşımanın yollarını çoğunlukla buldu. Gerisinde bıraktığı toplumsal gerilim tohumlarından, Fransız dilinin hâkim olmasından yararlandı. 

“Ellerinizi kirletmeden Afrika ile ilgilenemezsiniz” sözünü Fransız sermayesi üretti. Fransa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Afrika’ya 150 kadar askeri müdahalede bulundu.

Bir süredir çeşitli boşlukları değerlendiren Fransız burjuvazisi tekrar bir emperyalist yayılma peşinde. Libya’ya 2011’de yapılan askeri müdahalenin başlıca aktörlerinden biri Fransa’ydı. Bugün iç savaşın taraflarından biri.

İktisadi ve siyasi açıdan çok zor durumda bulunan Lübnan’daki patlamadan iki gün sonra Macron bir leş kargası gibi Beyrut’ta bitti. Bir ay sonra tekrar geleceğini ve önerdiği siyasi reformları denetleyeceğini söyledi. Bir ay sonra gerçekten tekrar Beyrut’a gitti, ama bu reformların ne Fransa’nın Lübnan’a ektiği mezhepler yönetimi ile, ne de zenginliğin %60’ının nüfusun %1’inin elinde olması ile ilgisi vardı. Fransa manda yönetimine tekrar dönmek, Lübnan bankalarını ve ülkeyi yönetmek istiyordu.

Doğu Akdeniz’de ise henüz belki ortada paylaşmak için kavga etmeyi gerektirecek kadar doğal gaz yok, ama Doğu Akdeniz nasıl paylaşılacak mücadelesi var.

Ayrıca bu henüz tümü keşfedilmemiş gazın yoksul bölge halkları tarafından kullanılması yerine bir boru hattıyla AB’ye taşınmak istenmesi ayrı bir sömürgecilik olarak gözüküyor. Tıpkı Osmanlı’nın son döneminde Ege ovalarına saplanan demiryolu hatları gibi.

Peki, tamam Fransız emperyalizmi kötü anladık ama Türkiye ile aralarında gerilim nerden doğdu?

Sonuçta 150-200 yıl kadar gecikse de Türkiye’de de bir burjuva devrimi oldu. Türkiye sermayesi özgün tarihsel koşullarda yayılmacı emeller için ancak yeni zemin bulabildi. Türkiye de Afrika’ya, giriş kapılarından biri olarak Libya’ya, Ortadoğu’ya yayılmak ve Akdeniz’de egemenlik alanları yaratmaya çalışıyor. Demin söylediğimiz gibi, Doğu Akdeniz’de şimdilik uğruna savaşılacak kadar büyük doğal gaz yatakları bulunmuş değil, ama denizi kullanma hakkı tartışılıyor.

Afrika’da, Libya’da, Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de, her yerde Fransız ve Türkiyeli şirketler ve devletleri arasında bir paylaşım gerilimi doğuyor.

Birinci Dünya Savaşı öncesi olsaydı, donanmalar çoktan savaşmıştı veya savaş olasılığını bilerek adımlar atılıyordu.

Şimdi ise emperyalizmin büyük denklemi içinde bölgesel güçler arasındaki gerilim emperyalizmin NATO gibi başlıca kurumları tarafından yumuşatılıyor, bir savaşa izin verilmiyor. Her iki tarafın da kulağı çekiliyor.

Ama barış için değil, daha büyük bir paylaşım savaşına hazırlık için.