Frantz Fanon bir psikiyatrist. Adının günümüzde halen yankı bulmasının nedeni ise hem Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın içinde yer alması hem de “sömürgecilik karşıtı” siyasetin bir nevi teorisyeni olarak görülmesi. Yani aslında psikiyatristliğinden ziyade psikiyatri bakışının getirdikleriyle siyasete kazandırdıkları üzerinden biliniyor. Daha çok ırkçılık, emperyalizm karşıtı, bağımsızlık mücadelesinin içinden birisi olarak tanınıyor.

Floyd’u anarken Fanon’u hatırlamak

Bir genelleme yapmak ne kadar doğru olur bilemiyorum ama psikiyatri tıp bilimi ve pratiği içinde toplumsal yanı en belirgin dallardan bir tanesidir. Sosyallik anlamında önde gelen dallar arasında elbette halk sağlığı, çocuk hastalıkları, göğüs hastalıkları da yer alır. Hatta tüm tıp pratiği eninde sonunda sosyal bir olgudur. Ama bu belirgin toplumsal yönü siyasetle birleştirmek konusunda psikiyatrinin bir tık önde olduğu sanırım söylenebilir. Bu anlamda psikiyatri sosyal olanı siyasi bir düşünme sistematiğine devşirme, siyasi bir bakış ve sorgulama kazandırma anlamında biraz daha farklı bir yere ve tabii ki tarihe sahiptir. 

Çünkü psikiyatri, safi insana dairdir. Yani elbette ki genel anlamda tıp da insana dairdir ama psikiyatri, insana çok özgü özelliklerle ilgilidir: düşünceler, duygular, bellek, bilinç, sosyal ilişkiler, kişilikler, anılar, yargılama vs. vs. Hâl böyle olunca da psikiyatrinin bir ucu biyolojiye, kimyaya çıkarken bir ucu da felsefeye, siyasete çıkmış ve tarihi boyunca da psikiyatrinin içinde siyasi figürler, akımlar hiç eksik olmamış.

Hiç eksik olmamış ama özellikle iki dönem hem psikiyatri pratiğini hem de psikiyatri düşüncesini siyasetin kıyılarına çekmiş: Ekim Devrimi’nin hemen öncesi ve sonrası (ki 1910’lardan 1930’lara genişletilebilir) ve 1968’li yıllar (ki bu dönem de 1960’tan başlatılıp 70’lerin sonuna kadar uzatılabilir). İşte bu iki dönemde hem psikiyatrinin içinde temel değişimler olmuş hem de psikiyatriyi psikiyatri yapan isimler ortaya çıkmış. Bu isimlerden birisi de hiç kuşkusuz Frantz Fanon.

Fanon, Fransız bir psikiyatrist. Adının günümüzde halen yankı bulmasının nedeni ise hem Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın içinde yer alması hem de “sömürgecilik karşıtı” siyasetin bir nevi teorisyeni olarak görülmesi. Yani aslında psikiyatristliğinden ziyade psikiyatri bakışının getirdikleriyle siyasete kazandırdıkları üzerinden biliniyor. Daha çok ırkçılık, emperyalizm karşıtı, bağımsızlık mücadelesinin içinden birisi olarak biliniyor. 

Ama Fanon, sömürgecilik karşıtı, Marksist-Leninist siyasi mücadeleden esinlenen siyasi görüşlerinden yola çıkarak psikiyatri pratiğine de yenilik getirir. Meslektaşları insanların kafataslarıyla ve ırklarıyla uğraşırken (evet, 1950’lerde Fransız ve Batı psikiyatrisi halen kafatasçıdır) o psikiyatriye sömürülenlerin gözünden bakacaktır. 

Peki, kimdir Frantz Fanon?

Öncelikle siyahidir. Tüm hayatını şekillendiren bir özelliktir bu. İleride yazacağı ve çok ses getiren kitaplarından birisinin de ismidir derisinin rengi: Siyah Deri, Beyaz Maske. 1925 yılında, bir Fransız sömürgesi olan Martinik’te doğar. Karayip denizinde, Venezuela’nın hemen kuzeyinde yer alan bir adadır Martinik. Orta sınıf bir ailenin sekiz çocuğundan beşincisidir. Hayatı ise sadece 36 yıl sürecektir. Ama bu kısa hayata kocaman bir ömür sığdıracaktır.

Hayatını değiştiren uğraklardan birisi 2. Dünya Savaşı olur. Yaşadığı ada, Fransa’nn Naziler tarafından işgal edilmesinin ardından “ırkçı maskelerini” takan “beyaz” yönetim altında zor günler geçirir. Fanon ise Fransa’nın özgürlüğüne kavuşması için Karayip’lerden önce Fas’a, sonra Cezayir’e, sonra da doğrudan savaşın içine katılmak üzere Fransa’ya geçtiğinde sadece 17 yaşındadır.

Savaşta cephede yer alır, yaralanır ama özgürlüğüne kavuşan yerlerde, Avrupa’nın göbeğinde diğer siyahi arkadaşları gibi pek de hoş karşılanmaz. Avrupalılar, Fransızlar, özgürlük savaşçısı olarak bir siyah görmek yerine beyaz Amerikalıları ya da Fransızları ya da hatta faşist bir İtalyan’ı görmeyi tercih etmektedir. Zaten müttefik güçleri Almanya içlerine doğru ilerlerken siyahi askerler Fransa’ya geri gönderilir. Sömürgecilik ve ırkçılık karşıtlığının ilk günleridir bunlar.

Fanon savaştan sonra Martinik’e geri dönse de çok kısa süre sonra tıp eğitimi için Fransa’ya, Lyon’a gelecektir. Öğrenciliği sırasında her parlak tıp öğrencisi gibi tiyatrodan felsefeye oradan da siyasete yönelir ve en sonunda psikiyatri asistanı olur. Uzmanlığını ise 1953 yılında tamamlayacaktır. İlk kitabını yani Siyah Deri, Beyaz Maske’yi ise asistanlığının son yılında, 27 yaşındayken yayınlar. 

Aslında kitap Fanon’un uzmanlık tezidir. Ancak “Siyah İnsanın Yabancılaşmadan Kurtuluşu Üzerine” başlıklı tez önerisi reddedilir. Fanon da hazırlamak istediği bu uzmanlık tezini kitap olarak basar. Sömürgeciliğin ve sömürülmenin siyah insanın bilincinde, zihin dünyasında yarattığı, ortaya çıkardığı etkileri lirik ve etkileyici bir dille işler. Ardından da psikiyatrist olarak Cezayir'e atanır.

O dönem bir Fransız “eyaleti” olan Cezayir’de sadece dönemin klasik psikiyatri anlayışıyla değil Cezayirli yoksul halkı ırksal/ulus olarak ilkel/hastalıklı olarak gören sömürge psikiyatrisi ile de tanışır Fanon. Bir yanıyla kendi hayatından bildiği, tanıdığı bir durumdur. Ama bir yandan da yaşananı tersine çevirecek düşünceleri vardır zihninde. Tedavi edenlerin akıl hastalarıyla olan ilişkisini dönüştürmeye, değiştirmeye çalışır; horlanan, ilkel görülen (ve öyle de olan) Cezayir insanıyla ilişkisi de başkadır: kısa sürede yerli personelin ve bölgede bağımsızlık için mücadele veren militanların gönlünü kazanır. Cezayir bağımsızlık savaşı 1955’te başlamıştır.

“Kendi ülkesinde sürekli akıl hastası olan yerlinin mutlak bir kişiliksizleştirme içinde yaşadığı bir ülkede” insanları zihinsel rahatsızlıklarından kurtaramayacağını belirterek psikiyatristlikten istifa eder ve 1957’de Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katılır. “Çoğu zaman hayal kırıklığına uğrasa da Cezayir kurtuluş mücadelesinin bir savunucusu ve sürekli yenilikçi bir psikiyatr” olarak kalacaktır. 

Cezayir geçici hükümetinin büyükelçisi olarak bağımsızlıklarına koşan Afrika’nın tüm sömürge ülkelerinde bulunacak ve ezilen olmak, sömürülmek, sömüren olmak ve tüm bunların insanlar üzerindeki etkisine, psikopatolojinin sosyal kökenlerine dair kafa yormaya, çalışmaya devam edecektir.

1960 Aralık ayında ilik kanserine, yani lösemiye yakalandığında adını yayıncıların değil de kendisinin seçeceği tek kitabı olan Yeryüzünün Lanetlileri’ni yazmaktadır. Artık sadece bir yıllık hayatı kalmıştır. “Saate ve ölüme karşı gerçek bir yarışta Fanon son bir mesaj vermek ister.” Ama Kime? 

Fanon, Avrupa proleteryasından, siyasetinden hayal kırıklığına uğramıştır. Devrim Avrupa’da çoktan boğulmuştur ve “Batı dünyasının işçi sınıfı, doğrudan doğruya kâr elde ettiği sömürgelerin kaderine ve kederine” ilgisizdir. Bu nedenle Fanon’un sözü yeryüzünün lanetlilerinedir. Aklı da sömürgeleştirilmiş ve bu durumu farkedip ondan kurtulabişecek olanlaradır. Meslektaşları o dönemde Cezayirlilerin ya da Afrika’nın, dünyanın sömürülen yerlerinde başkaldıranların “korteksinin gelişmemiş olduğunu” ya da “beyin önloblarını çok az kullandıklarını” tartışırlarken Fanon “isyan ediyoruz, çünkü nefes alamıyoruz” der. 

Son kitabı, son sözü, Yeryüzünün Lanetlileri ölmeden iki hafta önce basılır. Paris’te. Gizli olarak. Ve basılır basılmaz da toplatılır. Kitabın bir kopyası, Tunus üzerinden o dönem ilik kanseri tedavisinde önemli bir merkez olan Methesda’ya, Amerika’ya ulaştırılır. Fanon orada, tedavi altındadır ama hayata da veda etmek üzeredir.

Kitap, ölümünün hemen ardından değil belki ama yıllar içinde Latin Amerika’dan Türkiye’ye, Sri Lanka’dan Afrika’ya geniş bir okuyucu ve izleyici kitlesine ulaşacaktır. Psikopolitik kısmı, ezilenin yabancılaşması [delirmesi, kafayı yemesi] geri plana çekilir ve Fanon’un daha çok politik şiddet tezleri önplana çıkarılır.

Kendi adıma, Fanon’la Marksizm, emperyalizm, siyasi devrim ve toplumsal yapı konularında pek anlaşamayacağımızı rahatlıkla söyleyebilirim. 

Fanon, sömürge karşıtı hareketlerin, bağımsızlık mücadelerinin reel sosyalizmin koruyuculuğu altında yol aldığı bir dönemin insanı. Hareketli, acılı  ve muzaffer. Ama teorik temeller olarak haklı mı, doğru mu? İşte o tartışılır. Türkiye’de özellikle Kürt siyasi hareketinin sahiplenmesi üzerinden belli bir yeri de var ama Fanon örneğin emperyalizmi içiçe geçmiş bir sistem, kapitalizmin kendisi olarak kavramamış. Muhtemelen ve ne yazık ki 60’larda kimse öyle kavramıyordu (ki günümüzde bile öyle kavranmıyor). Daha çok niyetler, uygulamalar, baskılar ve kültürel coğrafya üzerinden bir işleyen bir emperytalizm anlayışına yaslanıyor Fanon. Ama Marksizm’de de, yeryüzünün lanetlilerinin isyanında da inat ediyor, heyecan duyuyor.

Fanon gibi şu geçtiğimiz iki hafta içinde kabarıveren “ırkçılık karşıtlığının” da düzenin mekanizmalarına çok da dokunmaması, bu anlamıyla kapitalizmi görünmez kılması ve sınıfların, devrimin ve düzen değişikliğinin güme gitmesi olasılığı önemli bir eksiklik. Yeryüzünün Lanetlileri’nin yazıldığı dönemde sözleri çok keskin ve radikaldi belki ama içerdiği sivriliğe düzen değişikliğinin eşlik etmemesi ya da bunu çok da mümkün görmemesi gibi. 

Ama öte yandan Fanon’un en siyasi kitabının içine bile psikiyatriyi siyasi bir dertle işlemesi etkileyici. İkisini, siyaseti ve psikiyatriyi hiçbir zaman birbirinden ayırmamış, hep oradan bakmış. Örneğin Yeryüzünün Lanetlileri’nin sonunda yer alan ve gördüğü, izlediği, anlamaya çalıştığı, tedavi ettiği olgulara ait bölüm kitabın teorik yanı kadar etkileyici. 

Yazıyı bitirmeden son bir nokta. Fanon tüm kitaplarını, Yeryüzünün Lanetlileri de dahil Fransızca yazmış. Ama Yeryüzünün Lanetlileri ne yazık ki Türkçe’ye İngilizce’den çevrilmiş. Hem de biraz anlam kaymaları taşıyarak. İnsan, bu şiirsel ve öfke dolu metni okurken keşke orjinalinden ve daha akıcı bir dille çevrileseymiş demeden edemiyor.

Bu da Fanon’a borcumuz olsun!