Sanırım en çok salgın günlerinde görünür oldu ev işlerinin yaşamımızda ne kadar çok yer kapladığı. İşçi sınıfından kadınlar eskisine göre çok daha zor şartlarda ve büyük bir risk altında işe gitmek zorundalar.

Evde kalmanın bedeli

Kızıyoruz salgının hepimizi eşitlediğini söyleyenlere. "Evde kal" çağrısının ikiyüzlülüğü karşısında öfkeleniyoruz. Haklıyız! Daha fazla yalanı sindirecek halimiz kalmadığından mıdır bilmem, kiminle konuşsam mide ağrısından yakınıyor. Yapar, bunca pisliğe çok bile dayandı bedenimiz, ruhumuz..

Salgın boyunca sağlık emekçileri gibi çalışması kaçınılmaz olanların koşullarını ve evde kalmaları pekala mümkün olabilecekken işe gitmeye zorlanan işçilerin halini gördükçe artıyor kızgınlığımız. Yaşamlarını riske atmak zorunda kalmaları, elbette onları daha çok konuşmamıza neden oluyor.

Ama bir kesim var ki, pek sıra gelmiyor onlardan söz etmeye. Salgından önce de salgın sırasında da evde kalmak zorunda olanları kastediyorum. Salgın geçip gittiğinde de yine evde kalmaya devam edecek olan ev kadınlarını…

Zaten yemek yapması, beslemesi, giydirmesi, her daim evi temiz tutması, yıkaması, ütülemesi beklenen bu kadınların tüm günlerini alan mesaileri, bazen en yakınları tarafından bile iş olarak görülmüyor. Hiçbir karşılık almadan, kutsal bir vazife gibi sürdürmeleri bekleniyor görevlerini. Oysa ev kadınları da en az toplumsal alanda çalışan, üretenler kadar emekçidirler.

Sanıyorum en çok salgın günlerinde görünür oldu ev işlerinin yaşamımızda ne kadar çok yer kapladığı. İşçi sınıfından kadınlar eskisine göre çok daha zor şartlarda ve büyük bir risk altında işe gitmek zorundalar. Geçenlerde markette kalabalık arttıkça gerilen ve kendince geçerli nedenlerle “kasaya bakacak başka kimse yok mu” diye bağıran bir müşteriye “birazdan arkadaşım geliyor” diye yanıt verdikten sonra, sadece en yakınındaki benim duyabileceğim bir sesle “tuvalete bile gitmeyelim mi” dedi o kadınlardan biri. Bakışları, içindeki öfke ve çaresizliği saklayamıyordu. Haklısın diyebildim sadece…

Biliyoruz ki o kadın, hiç durmadan çalıştığı ve yüzlerce kişiyle temas ettiği o günün ardından evine gidecek, okula gitmediği için iyice sıkılmış olan ve ilgi bekleyen çocuklarına annelik yapacak. Yemek pişirecek, karınlarını doyuracak ve her zamankinden daha çok kirlenmiş olan evini temizleyecek. Tüm bunları yaparken de “hastalık kaptım mı, evdekilere bulaştırır mıyım” endişesini hep içinde taşıyacak. Ertesi sabah her şey yeniden başlayacak. Bu döngü insanı, salgın olmasa da hasta eder.

Bu süreçte evden çalışma şansı olan beyaz yakalı kadınlar, elbette işe gidenlerle kıyaslandığında daha avantajlı. Artık çalışırken saat sınırının ortadan kalktığını, her daim bilgisayar başında olmak zorunda olduklarını ve tüm bunları yaparken çocuklar ve ev işlerinin de kendilerini beklediğini saymazsak…

Salgın öncesi başka kadınlardan -kimi zaman aile büyükleri, kimi zaman hizmet satın aldıkları başka kadınlar- yardım alabilenler ise başka bir gerçekle yüzleşiyorlar. Salgından önce çocuklarına belirli sürelerde bakabilecek ya da evin işlerini yapabilecek birilerinin varlığı sayesinde biraz olsun kendilerine zaman yaratabiliyorlardı. Yaşamlarında “nefes alabildikleri” o küçük kaçamaklar salgınla birlikte uçtu gitti. Bu düzen, kadınlara en iyi ihtimalle sahte özgürlükler verebileceğini bir kez daha ispatladı.

Salgının sınıfları eşitlemediği gerçeğinin yanına, bu süreçte kadınların daha fazla sömürüye, şiddete ve eşitsizliğe mahkum edildiğini de koyalım. Tam da bu nedenle sosyalizm, en çok kadınlar için gerek.

Ev kadınları, işçiler, beyaz yakalılar, öğrenciler, sağlık ve eğitim emekçisi kadınlar ! Kutlu olsun birlik, mücadele ve dayanışma günümüz. Evde kutladığımız bu 1 Mayıs, eşitlik ve özgürlüğe yürüdüğümüz yolun son durağı olsun…