Oy verme günü de çeşitli oyunlardan korunaklı değil.

Eskisiyle yenisiyle bazı hurafeler

Uzama tehlikesi olduğunu bile bile şu hurafe sözcüğüne ilişkin sözlük açıklamaları ile başlayacağım. Kantarın topunu kaçırmayacağımı umuyorum.

Türkçe Sözlük, bizim artık yerinde yeller esen Türk Dil Kurumu’nun daha o kadar güvenilmez olmamış bir tarihte yayımlanmış ve benim elimdeki bir basımında, bu sözcüğün anlamını “boş inan” olarak veriyor. Aynı kurumun 12 Eylül’ün tırpanından geçtikten sonraki sözlüğünde ise “dine sonradan girmiş boş inanç” karşılığını buluyoruz. Bu kurumun eskiden, 12 Eylül’den falan önce çok iyi olduğunu söylemek istemiyorum elbette. Birçok yararlı çalışmalar yapmıştır kuşkusuz; ama, örnek olsun, dilimize katkısı tartışılmaz bir yazarımızın, Aziz Nesin’in üyelik başvurusunu kabul etmeyişini unutmak ne mümkün!

Üstat Ferit Devellioğlu’nun gerçek bir başvuru kaynağı olan Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat’inde ise aynı sözcüğün karşılığında şunu okuyoruz: “ inanılmaz, uydurma, yalan hikâye ve rivayet”. Yazının başlığında anlatılmak istenen de bu işte.

Ancak, burada durmuyorum ve aynı övgüye değer başvuru kaynağındaki açıklamanın sonrasına da bakıyorum. Oradan, eski bir Arap kabilesinde bu adı taşıyan bir kimsenin, şimdiki deyişlerden biriyle söylersek, böyle atmasyonlarla meşhur olduğunu ve atmasyonlarına da “hadis-i hurafe” denildiğini öğreniyoruz.

Güzel, diyelim ve eskiden yeniye doğru devam edelim.

Hurafe 1

Bir ülkede demokrasi olmazsa, kalkınma da olmaz; çünkü, yabancı sermaye gelmez, gelmeyince geri kalmış ülkenin tasarrufları, onun da ötesinde genel olarak imkânları yetmez; dolayısıyla ne kalkınma olur, ne huzur, ne şu ne bu…

Bunun aslı astarı olmayan bir hurafe olduğu pek çok kez gösterildi, anlatıldı, yaşandı. Gösterilip anlatılması esas olarak kâğıt üzerindedir, ussal kanıtlara dayalıdır; ama yaşanma kısmı insanlarla, kitlelerle ilgilidir; acı çekilerek, mücadele edilerek, ne yazık ki çoğu kez yenilerek yaşanmıştır. Bizim Fatih, Çarşamba günkü yazısında, Latin Amerika’ya ilişkin olarak yeterince ayrıntılı bir döküm vermişti. Zihni açık ve çalışkandır; daha birçok katkısını beklemek yerindedir. Bu tür katkılar insanların olup biteni anlamalarına çok yardımcı olmakla birlikte, öyle bir anlama çabası içinde olanlar için yaşamak ve yaşarken biraz mütecessis davranmak da pekâlâ yetebilir.

Hurafe 2

Bunlar ekonominin durumundan habersizler, iktisat biliminden falan anlamıyorlar; anlayanları da görev başına getirmiyorlar; o yüzden işler sarpa sarıyor. Oysa, iktidar sahipleri, işten anlayanları, liyakatli olanları görevlendirdiklerinde, işler düzelecektir; ne işsizlik kalacaktır, ne enflasyon, ne şu ne bu…

Bu konuda da pek fazla kurama kitaba dayalı kanıtlar getirmeye gerek yok. Sadece göreve getirilenlerin unvanlarına, diplomalarına, şunlarına bunlarına bakmak yeterli olabilir. Bugünkü beceriksiz, iş bilmez, işten anlamaz sanılan görevlilerin mesleki, akademik ve benzeri unvanları hiç de fena sayılmaz. Onların içinde de Amerika’da, Avrupa’da, şurada burada okuyup diploma almış olanlar yok değil. Ancak, sorun şu ki, öyle ilim bilim falan denilenler, hele onların toplumla ilgili olanları, o toplumu oluşturan sınıflardan bağımsız olarak gerçeklik kazanmıyor. Dolayısıyla, o diplomalar, belgeler neyim, tarafsız, nesnel, toplumdaki sınıflardan bağımsız bir güvenilirlik sağlamıyor. Kimin hizmetindeysen, onun çıkarlarını allayıp pullar, güzelleştirir, ortak çıkar konumuna yükseltirsin. Öğrendiklerinden, edindiklerinden yola çıkarak onlar dahil görüp yaşadıklarını sorgulamaya çalışırsan da başına geleceklere katlanmak durumundasın. Katlanacakların, düşünsel bozgunlardan da ibaret olabilir her bakımdan düpedüz yere serilmeye kadar da gidebilir. 

Şöyle de anlatılabilir: Olup biteni açıklamak ve öngörmek yerine ya da ondan çok sömürü olgusunu mümkünse gizlemek, değilse haklılaştırmak üzere kurgulanmış öğretilerle yetiştirilenler arasından sivrilenleri seçip işlendirmek neye yarar? Sömürünün ve sonuçlarının devamından başka…

Hurafe 3

Son yüz yılın en uzun kesintisiz iktidarı olan ve Cumhuriyetin neredeyse bütün kazanımlarını yok eden AKP dönemi son bulunca işler düzelir.  

Böyle bir hurafenin git gide yaygınlaşmaya başlaması şaşırtıcıdır aslında. Şaşırtıcıdır; çünkü, bütün ezilmiş halklar gibi bizim halkımızın da bu tür durumlar karşısında şerbetli olmasına yetecek kadar zengin yaşantıları vardır. Hatta “gelen gideni aratır”  ya da “gelen gidene rahmet okutur” biçiminde söylenen atasözlerinin de onun dağarcığında olduğunu biliyoruz. Hele içinde bulunduğumuz somut durumda, gelmeye aday olduklarını beceriksiz bir şamatayla ilan edenlerin gelmişleri, geçmişleri, geleceğe ilişkin bol keseden vaatleri, onları kulak tırmalayan bir koro halinde yineleyip durmaları karşısında, böyle bir hurafenin yaygınlaşır görünmesini aldatıcı olarak nitelemek yerinde olur. Eğer yerinde değilse, bu yaygınlaşma sürüp giderse, yakın geleceğimize ilişkin öngörüleri anlatmak için hüsran, hayal kırıklığı ve benzeri sözler uygun düşecek demektir. 

Hurafe 4

İlk seçimde halkımız oylarıyla AKP’den kurtulacak ve bütün sorunları bir bir çözülecek, çözüm yoluna girecektir.  

Buraya kadar AKP iktidarından kurtulmakla halkımızın sorunlarının çözüm yoluna girmesinin nasıl bir boş inan olduğuna ilişkin birtakım ipuçlarına yer verildi. Daha fazlasına gerek yok. Sadece, pek çok argümanı özetleyici olması bakımından, öyle bir kurtuluştan sonra iktidarı devralacaklarını ileri sürenlerin, bütün sorunların kökeninde yatan düzenin, bırakalım köklü biçimde değiştirilmesini, az çok kayda değer ölçüde dışına çıkılması yönünde bile herhangi bir söz söylemedikleri belirtilebilir. 

Fakat, sıralarken 4 numaraya denk gelen bu hurafe ile ilgili olarak asıl üzerinde durulması gereken, hâlâ seçimden, elbette “serbest” seçimden söz edilebiliyor oluşudur. Oysa, genel ve eşit oy olarak bilinen evrensel hakkın kayyumlarla, vekil düşürmelerle, parti kapatma girişimleriyle neredeyse yok edildiği bir zamanda, oy verme gününe kadar, o gün ve sayımın da içinde bulunduğu ondan sonraki günlerde neler olabileceğini tümüyle kestirmek mümkün görünmüyor. Tümüyle kestirilemiyor olsa bile bazılarına değinebiliriz; çünkü, benzerlerine bugüne kadar rastlamış durumdayız.

Oy verme gününe kadar olabileceklerin bazıları üzerindeki çalışmaların epeydir başlatılmış olduğunu gösteren işaretler her gün çoğalıyor. Seçim sisteminin en çok oy alan partinin lehine, ama küçük ortağı da kollamayı ihmal etmeyecek biçimde değiştirilmesi bunlar arasında. Bununla birlikte, bu iki amacın her ikisini birden hayata geçirmek zor görünüyor. Zorluğu aşmak için “akla hayale gelmez” deyişinin yetersiz kalacağı yollar bulunması şaşırtıcı olmaz. Yerel düzeydeki seçim kurullarının da iktidar partisinin güdümüne sokulması yönünde tasarılar bulunduğu dillendiriliyor. Merkezdeki seçim kurulunun bileşimi üzerinde oynamalar yapılması da olasılık dışı sayılamaz. Ayrıca, seçmen kütüklerinin ne alemde olduğu, ne tür manipülasyonlara açık bulunduğu, açık değilse açık duruma getirilebileceği de bir başka konu. Seçim propagandaları döneminde olabilecekleri ise hiç akla getirmedik. 

Oy verme günü de çeşitli oyunlardan korunaklı değil. En son anayasa referandumu sırasında, futbol düşkünlerinin “maç devam ederken kural değiştirme” diye adlandırdıkları, belki de demokrasi tarihine böyle bir adla geçecek seçim kurulu kararı hatırlardadır. Nihayet, yok canım daha neler, dedirtecek asayiş olaylarının devreye girmeyeceğini kim ileri sürebilir? Son günlerde artan sokak saldırılarının oy verme günü ve hemen sonraki saatlerle günlerde nereye evrileceğinin ipuçlarını şimdiden göstermeye kalkanlar olursa, onlara paranoyak denebilir mi?

Neyse, uzatmayalım.

Uzatmayalım da sözü bir sonuca, üstelik umut kırıcı olmayacak bir sonuca bağlamak gerekmez mi? Bence gerekmez, her zaman gerekmez. Herkesin aklı fikri var, neden kendi başına sonuca ulaşamasın? Didaktizmin de bir sınırı olmalı; fazlası okuru sıkar, bunaltır. Yazarı bunaltması da ayrı. Sözgelimi, ben bunalmış durumdayım.