Enkaza tek sorumlu bulanlar ve böyle duyuranlar, Türkiye'deki yıkımın ortaya çıkmasında payı bulunanlardır. 
İki düzenbaz sosyal demokrat partinin mafyayı aratmayan ricallerinde, koalisyon oyunlarına alet olan 'solcular' da, AKP'ye şimdilerde yamuk bakan her türden İslamcı da, bu yıkımdan birinci derecede sorumludur.

Enkazın sorumlusu neden hazır?

Almanya Avrupası Türkiye'deki tek adam rejiminden nefret ediyor etmesine, doğru, ama bunun makûl bir yanı yok. Çünkü, misal, AB yöneticileri de çok iyi biliyor, Türkiye'de cumhuriyet kurumlarının sıfırlanmasında ve ülkenin İslamcı bir “hurma cumhuriyeti” haline dönüştürülmesinde kimin ne kadar payı olduğunu.  Türkiye içinde ve dışında çok büyük bir koalisyon gerçekleştirdi bu yıkımı. İşler sarpa sardığında birbirlerinin gözünü oymaya hazır cemaatlerdir bunlar...

Ama bir günah keçisi lazım. 

Sistemi kurtarmak için bazı piyonları feda etmek lazım. 

Erdoğan'ın rolü, bu: İktidar bloku içinde olsun, başta “düzen solu” olmak üzere sahnedeki muhalefet içinde olsun, son derece inandırıcı bir günah keçisi. Böylece sermaye düzenini sürdürebilecekleri kanısındalar. Erdoğan'ın etrafının yavaş yavaş boşalması, onun da kendisinden önceki muktedirler gibi etrafına sadece hık deyici cahilleri toplaması bununla ilintili. 

Ortada bir zoka var. 

Aslına bakılırsa, sahnedeki herkes bu zokayı yutmuş durumda. İktidar ve muhalefet oyunundan, daha doğrusu kanlı vodvilinden söz ediyoruz. Herkes bir konuda anlaşmış bulunuyor: Bütün bu çöküşün tek sorumlusu Recep Tayyip Erdoğan. 

Öyle mi? 

“Reis” bu kadar önemli mi? 

Yoksa İkinci Paylaşım Savaşı dediğimiz büyük krizden tek sorumlu çıkarmayı başaran dünyanın zenginleri, oyunun sürmesi için nasıl bazı piyonları feda ettilerse, Türkiye'de de üzerine bir bardak soğuk su içilecek bir lider mi belirlediler. Mussoliniler, Hitlerler... Özellikle de Hitler'in, çevresindeki birkaç kişi imha edilerek büyük oyunun sürmesi sağlanmamış mıydı Nürnberg mahkemelerinden sonra? 

Ya da Churchill'in Hitler nefretine, bir anlam vermek kolay mı? Bizler için kolay. Çünkü bizler, zenginlerin/muktedirlerin birbirlerinden nefret ederek seviştiklerini, kan içinde sevgi gösterileri yaptıklarını hep söylüyoruz. Bunun teorik gerekçeleri de var. Eşitsiz gelişme yasası, misal. Kapitalizmde sermaye içi dengesizlik, sermayedarlar arası evliliklerin, ittifakların ağız burun kırmadan, birbirlerini epey bir yaralamadan gerçekleşmesini neredeyse imkânsız kılıyor. 
İkinci Paylaşım Savaşı dedik: Churchill gibi bir komünizm düşmanının, Hitler gibi bir başka komünizm düşmanından nefret etmesi, onun Rusya seferinde başarıya ulaşamamasından kaynaklanıyor olamaz mı? Başka nedenlerin yanında bu da var. Hadi, öyle diyelim. Sermaye sisteminde, piyasa ekonomisinde, zengin düşürmek ve düşeni yemek kanundur. 

Bize bakalım. 

Türkiye'yi “reis” takıntısı mı çökertti?

Türkiye'yi İslamcı bir kurnaz politikacı mı ortadan kaldırıyor? Tek başına yapabilir miydi bunu? Türk-Kürt zenginleri direnç gösterdi de biz mi görmedik? Kendisine sadece Türkçüler, İslamcılar, bir de her tür densiz liberaller mi yardımcı oldu?  Avrupa ricalinin Erdoğan nefreti, makûl bir nefret mi? Ne farkları vardı? Bunlar ne istedi de Erdoğan ve AKP vermedi? 

Çöküşün tek sorumlusu “tek adam zihniyeti” falan olamaz. Bu tek adam gidince her şeyin değişmiş olduğu illüzyonunun yaratılması gerekiyordu; o illüzyon şimdiden yaratılmış görünüyor. “Tek adamın” bütün olanlardan sorumlu tutulması için gerekli altyapı hazır.  Ekonomisi batakta ve kısa bir süre içinde büyük toplumsal çalkantıların patlak verebileceği bir ülkede, AKP'yle veya AKP'siz,  bir devamlılık arandığı gözleniyor. Bütün bu çöküntünün faturasının tek kişiye çıkarılması ve sistemin bu sayede kurtarılması yolunda hesaplar yapılıyor. Peki, tutar mı? Zor. 

AB, ağır bir krizin içinde çırpınıyor. Böyle durumlarda Türkiye'deki felaketlere fazla zaman ayıramazlar. Büyük yıkımın sonuçlarını hesaplayacak halleri de yok. Kolay bir yol buldular: Türkiye dağılıp ortalıkta göz gözü görmez olunca, faturayı bir “reis”e çıkartırlar, olur biter. 

Düzen solu ve AKP'yle uzak veya yakın akraba, İslamcılığın, İslam'la siyaset yapmanın her çeşidi, en çok da “muhalif” çeşitleri,Türkiye'nin cesedinden sorumludur. Hani şu “bir türlü gömülemeyen, ama sürekli tecavüz edilen cesedin” (Orhan Gökdemir) sorumlusudurlar hep birlikte.  

İçeride ve dışarıda durum, benzer: Türkiye'nin asıl dış bağlantı merkezi Avrupa Almanyası, iktidardan düşmesine sevineceği “reis”in her şeyden sorumlu tutulmasından neden mutsuz olsun ki? 

Enkaza tek sorumlu bulanlar ve böyle duyuranlar, Türkiye'deki yıkımın ortaya çıkmasında payı bulunanlardır. 
İki düzenbaz sosyal demokrat partinin mafyayı aratmayan ricallerinde, koalisyon oyunlarına alet olan “solcular” da, AKP'ye şimdilerde yamuk bakan her türden İslamcı da, bu yıkımdan birinci derecede sorumludur. 

Hepsi birer Ali Babacan veya Ahmet Davutoğlu'dur.  Avrupa'nın yöneticileri de Babacan-Davutoğlu türünden oluşuyor. 
Herkes memnun: Türkiye çöküyor, ama tek sorumlusu var. 

Buna inanmak, solculukla tüm bağları koparmak demek.  

Ancak ortadaki enkazın sahipleri arasında sayılmaları gereken Türk-Kürt sosyal demokrat partilerindeki mafya boğazlaşmalarından belediye başkanlığı, milletvekilliği vs. kapmak için sıraya girenler, üstelik parsa için örgütlerini satanlar buna inanır. 

Almanya Avrupası, Türkiye'nin parçalanma sürecinde tehlikeli çapakların Avrupa'ya sıçramaması için herkesi rahatlatacak bir günah keçisini yıllar içinde bizzat yetiştirdi. Şimdi finale gelindiğine inananlar var, ama maalesef Avrupa'da da sistem çatırdıyor. 

Kuşkusuz sistem ek bir krize girer Ankara'daki İslamcılar iktidardan düşerse. İyi de, sorumluluk? 

Reismiş... Tek adam rejimiymiş...  

“Ulan hepiniz oradaydınız be!”