İşin bir diğer ilginç yanı da burası: Tüm olup bitenler sırasında emperyalizm kelimesinin düzen muhalefetinin lügatinde neredeyse hiç olmaması.

Emperyalizm diye bir şey var, di mi ya!

İktidar başı sıkıştıkça Türkiye’nin emperyalist bir tehdit altında olduğunu ısrarla vurgularken muhalefet ise böyle bir olgu, kavram, durum hiç yokmuş gibi davranıyor.

Bu yazı yayınlandığında neler olmuş olacak bilemiyoruz ama malum herkes yeni videoyu (the video) bekliyor. Alkışlar da yumruklar da hazır. Gardını alanlar da var, heyecanla ıslık çalacaklar da. Benim öngörüm siyasi iktidardan sağlam bir parçanın koparılacağı yönünde ve hatta diyebiliriz ki bu parça çoktan koparıldı bile.

Ama yine de genel beklenti yüksek ve yaşanan tüm tantananın üstüne son vuruşla sağlam bir cila atılması gerekiyor. Öbür türlü, etkisi de olmayacak! Belli. Bilirsiniz, şovun, gösterinin en can alıcı yeri heyecanın doruğa çıktığı tepe noktasıdır. O olmadan katarsis, yani duygu boşalması da olmaz. Ve düzende, toplumda, siyasette boşalacak çok duygu birikmiş durumda. Yarın, nasıl bir duygu boşalması yaşanacak göreceğiz.

Ama işte tüm bu operasyonel video tantanası bazı kelimelerin, kavramların da hatırlanmasına, geri çağrılmasına, arada geçivermesine, can simidi olarak görülmesine vesile oldu. Yeri ve zamanı gelince akla gelen, kullanıldıktan hemen sonra da geri kaldırılan bazı kelimelerdi bunlar. Hatırlanan kelimelerden birisi de emperyalizmdi.

Gerçi siyasi iktidara yakın çevreler, bir süredir (özellikle son 2-3 yıldır) emperyalizm kavramını daha fazla kullanıyordu ama videolu operasyon bir referans olarak emperyalizmi de gündeme getirdi. İşte operasyon var denildi, kuşatma var denildi, tehdit var denildi.

Doğru mu? Yani yaşananlar emperyalist bir operasyon mu? Eh, öyle gibi ama yanıt sanırım emperyalizmden ne anladığınıza göre de değişiyor.

Değişiyor, çünkü emperyalizm geçici bir durum, öyle gerektirdiği için tercih edilen bir yönetim tarzı, hatta keyfi bir idari biçim olarak algılanıyor. Bir tek sağda değil. Solda da… Hatta solda emperyalizm ya hiç sevilmiyor ya da diğer başka her şeyi (sınıf, kapitalizm, sermaye) bastıracak bir ağırlıkla en başa yazılıyor. Öyle bir kavram emperyalizm.

Siyasi iktidar seviyor, kullanıyor. Hem de giderek daha fazla. Bir niyet, bir tarz, bir kural olarak kavrayarak. Peki ya düzen muhalefeti? İşin bir diğer ilginç yanı da burası: Tüm olup bitenler sırasında emperyalizm kelimesinin düzen muhalefetinin lügatinde neredeyse hiç olmaması. İktidar başı sıkıştıkça Türkiye’nin emperyalist bir tehdit altında olduğunu ısrarla vurgularken muhalefet ise böyle bir olgu, kavram, durum hiç yokmuş gibi davranıyor. Ara sıra öylece geçse bile ana söylemde kendine yer bulmuyor. Bir yerde çok olan diğer karşıt tarafta yok oluyor. İlginç!
Ama emperyalizm çok olarak da yok olarak da ortalıkta: Bir bütünlük içinde kavranmıyor. Daha çok bir tavır, bir tutum olarak görülüyor.

Peki öyle mi? Yani emperyalizm kötü adamların, art niyetli kişilerin, karanlık güçlerin bir özelliği mi?

Emperyalizm ne zorunlu bir tercih ne de keyfi bir davranış biçimi. Emperyalizm meta üretiminin getirdiği bir sonuç: meta üretimi arttıkça, çeşitlendikçe, karmaşıklaştıkça daha belirgin hale gelen bir öz, bir işleyiş. Kapitalizmin “bir diğer özelliği” değil; bizzat kendisi. İkisi tek ve bir. Ama öyle kavranmıyor.

Örneğin Covid salgını dönemi emperyalizmin çok yalın hallerini gördüğümüz bir dönem oldu: Maskelere el konmasından tuttun ventilatör sıkıntılarına, ırkçılık da içeren komplo teorilerinden ilaç sıkıntılarına kadar her yerde, her anda vardı. Ama sanırım en bariz hali, aşı rekabeti ve aşı tekeli ile yaşandı: Emperyalizmin merkezinde geliştirilen aşı önce emperyalizmin merkezinde kullanıldı; örneğin Almanya, Fransa bile uzun süre aşı tedarik etmekte zorluk yaşadı. ABD, İngiltere ve İsrail tek bir blok olarak emperyalist hiyerarşiyi ve merkezi işaret ettiler; o hiyerarşiyi hatırlattılar. Dünyanın aşılanma haritası, emperyalizmin güncel haritası oldu.  

Yani ortada tavır, tutum ve davranışlar değil bir sistem vardı: kimse salgın, insan hakları, demokrasi, özgürlük vs. demedi. Kimse kimsenin gözünün yaşına, nefessiz kalan ciğerlerine bakmadı. Düzen nasılsa, salgında öyle işledi…

İşin ilginç yanı muhalefetin siyasetteki “emperyalizm” alerjisi örneğin tüm salgın süreci değerlendirmesine de yansımış durumda. Bir tarafta emperyalizmi bilip, görüp “Eeee, dünyanın düzeni böyle; sen de güçlü ol, sen de aşıyı kap” diyenler. Öbür tarafta ise patent, aşı ve salgın tartışmalarına emperyalizmi hiç karıştırmayanlar.

Ne adına? Teorik titizlik adına!

Bir kavram olarak emperyalizmden kaçış muhalif kesimlerde o kadar belirgin ki örneğin en “bilimsel” kurumların (örn. Türk Tabipleri Birliği’nin) herhangi COVID açıklamasında, aşı metninde, patent tartışmasında bile bu kavrama rastlamak mümkün olmuyor. Kapitalizm geçiyor, kapitalist (belki, mecburen) geçiyor ama emperyalizm, emperyalist hiç geçmiyor.*

Olmasın ama söylemeye gerek var mı bilemiyorum, yine de hatırlatayım: olmayan, aslında tam da olmadığı yerdedir.

Geriye ise şirketlerin ahlaksızlığı, insana düşmanlığı ve serbest piyasa ekonomisi kalıyor. Aşı ile ilgili yaşanan süreç, iki üç zenginin keyfi açgözlülüğü ya da kötü devlet “adamlarının” beceriksizliği, yalanları olarak görülüyor, anlatılıyor. Ya da biraz daha gelişkin olarak ise bazı uluslararası kuruluşların, anlaşmaların büyük şirketlerin çıkarı için dayattıkları bir durum olarak görülüyor.

Bunlar yok mu? Var ama ötesi, bütünlüğü yok.

Muhalefet böyle.

Peki iktidar söylemi içinde nasıl yer alıyor emperyalizm? Orada ise daha primitif bir düşünce düzeyinde geziniyor. “Onlar ve bizler” biçiminde. İyi bize karşı kötü onlar! Bütünlük, içiçe geçmişlik, bir sistem işleyişi yok tabii ki. Hatta iktidarın emperyalizm tahlilini “emperyalizme karşı emperyalizm için” olarak okumak da mümkün. Kendisine alan açan her tür emperyalist siyasetin olumlandığı, sevildiği, beğenildiği, angaje olunduğu ya da en azından ses çıkarılmadığı bir anti-emperyalizm.

Hatta az çok biliyoruz ki Türkiye sermayesi de emperyalist olmak istiyor. Oyunu kuralına göre oynamak olarak da kodlanıyor bu! Şu son 5-6 yıl içinde dolaşıma giren haritalar hatırlanabilir sanırım. Suriye’nin bir kısmının, Acaristan’ın, Kıbrıs’ın ve Batı Trakya’nın Türkiye’ye dahil edildiği farklı haritalar. Emperyalizm zaten biraz da haritacılık değil midir? Sınırların tayin edilmesi ve değiştirilmesi değil midir?

Ama işte gelin görün ki emperyalizm çağında aklınızda bir ya da birkaç harita varsa biliyorsunuz ki başkalarının da aklında binlerce harita dolaşıyor. Ve gücü gücüne yetene şeklinde işliyor sistem.

Güçlünün haklı olduğu, operasyon çektiği sistem.   

Burada niyetler, tercihler değil bütünlük var: İç içe geçmiş; kendini kişilikler, dönemsel çıkarlar olarak dışa vuran.

Ve Türkiye anti-emperyalist olmadan anti-kapitalizmin mümkün olmadığını, anti-kapitalist olmadan da antiemperyalizm fasarya olduğu bir dönemi yeniden yaşıyor!

Öğreniyor mu? O ayrı...