IMF Başkanı Georgieva 13 Ekim’de kemer sıkma politikalarına karşı çıktı; ertesi gün Arjantin yönetimine “siyasal kararlılık” sorumluluğunu hatırlattı.

Ekim 2020’de IMF’nin iki yüzü

IMF 13 Ekim’de her yıl düzenlenen uluslararası ekonomik toplantıyı başlattı; dünya ekonomisine ilişkin  ekonomik, finansal ve malî raporları yayımladı. İngilizce  adlarını da sıralayayım: World Economic Report, Global Financial Stability Report ve Fiscal Monitor… 

Raporlar, geleneksel, neoliberal “kemer sıkma” politikalarından ayrılan öğeler içeriyor. Bu yazıda bunları değerlendireceğim.

IMF’ye bir açık mektup 

30 Eylül 2020’de çeşitli ülkelerden 307 araştırma kurumu ve 197 bilim insanı, IMF’ye hitap eden bir açık mektup yayımladı. İmzacılar arasında ben de yer alıyordum.

Açık mektup bir olumlu tespitle başlıyor: IMF, son yıllarda eşitsizliklerin büyümeyi ve istikrarı bozucu etkilerini vurgulayan yayınlar, raporlar yayımlamaya başlamıştır. Bu yönelişin IMF’nin  yürüttüğü ülke programlarına taşınması beklenebilirdi. 

İmzacılar bu beklentinin gerçekleşmediğini; ülke politikalarında eski uygulamaların sürdürüldüğünü  tespit ediyorlar: “IMF, bugünkü kriz hafiflemeye başlar başlamaz ülkelere kemer sıkma politikalarına dönüş  önermektedir. Pek çok ülkeyi uzun vadeli kemer sıkma programlarına bağlamış durumdadır. Bundan dehşet duymaktayız.” 

Açık mektup şu çağrı ile son buluyor: “Küresel ekonomi, şu anda bir yol ayrımındadır: Yeniden kemer sıkma politikaları ve borç krizleri mi izlenecek? Veya, eşitsizlikle savaşmayı, hedefleyen bir makro-ekonomik yöneliş mi? Ekim 2020 toplantısının arifesinde IMF’yi, geçmiş hatalarından vazgeçmeye; kemer sıkma politikalarının karanlık defterini kapatmaya davet ediyoruz.”  

Ekim 2020 IMF belgelerine bu çağrının ışığında göz atalım. 

IMF’nin Ekim raporlarında “kemer sıkma” konusu

IMF’nin yeni başkanı Kristalina Georgieva’nın Ekim toplantısındaki konuşması, aynı tarihte yayımlanan üç rapor sözünü ettiğim “kemer sıkmaya son ver…” çağrısına olumlu bir yanıt olarak okunabilir.

Tek tek referans vermeden bu metinlerden aktarımlar yapacağım.

Tüm belgeler, korona salgınının patlak  verdiği Mart ile Eylül 2020 arasında çeşitli ülkelerin kamu maliyelerinden dünya ekonomisine     12 trilyon dolarlık (dünya millî gelirlerinin %8’ini aşan) talep pompalanmasını alkışlamaktadır. Bu beş ayda kamu borçlarının dünya millî gelirine oranı 17 puan (%83 → %100)  artmış olacaktır. 

Raporlar açık bir tavır koyuyor: “Bu yüksek kamu borç düzeyleri âcil bir tehlike oluşturmuyor. Yakın dönemli öncelik, kamu maliyesi desteğine erkenden son vermemektir. Bunlar, 2021’de de sürdürülmeli; ekonomik canlanmayı sürekli kılmalıdır.”  Bu ifadeler, neoliberal malî disiplin ilkesinden Keynes’gil doğrultuda  bir kopuştur. 

Neoliberal politikalardan kopuş, bir adım daha ileri gidiyor: “Düşük faiz oranları,  özel yatırımlarda zafiyet ve  kamu sermaye stokunun aşınması, kamu yatırımlarının önceliğini gerekli kılıyor. Yatırım çoğaltanları yüksektir. Kamu yatırımlarının  millî gelirin %1’i kadar artması, GSYH’yi %2,7, özel yatırımları  %10 yukarı çekecek; 20 ile 33 milyon arasında istihdam artışı sağlayacaktır.” 

Bu ifadeler, yakın geçmişin IMF programlarının açıkça reddedilmesidir. Geçmişte krizlere karşı kamu yatırımları yoluyla mücadele önerileri, bu yatırımların millî gelirler üzerindeki net etkisini ölçen çoğaltan katsayısı “sıfır”, hatta “negatif” varsayılarak kesinlikle kabul edilmemişti. Artan kamu yatırımı, daha da fazla özel yatırımın  dışlanmasına (“crowding-out”) yol açacağı için… Ayrıca, devletin ekonomik varlığını doğası gereği verimsiz ve israfçı gören neoliberal yobazlığa dayandığı için…

Raporlar, bu kadarıyla kalmıyor. Kapitalizmin egemen sınıflarını tedirgin edecek vergi reformları öneriliyor: “Kamu borcunun sürdürülebilir bir patika izlemesi için vergilerin müterakkîliği   (“artan oranlılığı”) yükseltilmeli; şirketlerin, vergilere hakkaniyetli katılımı sağlanmalıdır. Üst gelir dilimlerinin vergi oranları  artırılmalı; servet ve değer artışları vergilenmelidir.” 

Bunlar, Keynes’gil maliye politikalarını sol doğrultuda genişleten bir söylemdir. 

Yukarıda değindiğim “açık mektup”, IMF’nin ülke politikalarına dikkat çekiyordu. Ekim 2020 IMF belgelerindeki bu genel söylem, ülkelere de taşınmakta mıdır? 

'Bir halkla ilişkiler aldatmacası'

Eleştirel bir  teşhis Filipinli Walden Bello’dan geliyor: “IMF, Salgını Bir Halkla İlişkiler Aldatmacasına Dönüştürdü” başlıklı bir yazıyla… (CADTM, 13 Ekim 2020). 

Walden Bello’ya göre IMF başkanı Georgieva, Ekim 2020 toplantısında, “IMF, bu salgına bir trilyon dolarlık bir savaş bütçesi ile karşı çıkmaktadır” demeci ile yıpranmış itibarını aklama çabasına girmiştir. Ne yazık ki, salgın ortamında âcil nakit gereksinimi içinde bunalan, dış borçlarının  bir miktar silinmesi beklentisine sürüklenen IMF üyesi yoksul ülkeler, hayal kırıklığına uğrayacaktır. 

Bello, nedenini açıklıyor: “Borçların hafifletilmesine dönük IMF kaynakları bağış değil, yeni kredilerden oluşmaktadır. Bunlar, yoksul ülkelerin dış borçlarını hafifletmiyor; bunların ileride ödenmek üzere  yeniden yapılandırılmasında kullanılıyor. Bu amaçla IMF’den alınacak yeni krediler de, olağan IMF kredi programlarında uygulanan ağır koşullara ve denetime tabi olacaktır.”

Bu nedenle “borçların hafifletilmesi programı”ndan yararlanma imkânı olan 22 Afrika ülkesinden sadece dördü (Kamerun, Fildişi Sahili, Etiyopya ve Senegal)   başvurmuşlar. Diğerleri bu olağan-dışı olanağa refakat eden ağır koşullardan uzak durmuşlar. 

IMF’nin iki yüzü: Ülkelere insafsız, kamuoyuna cömert

Bu alt başlıktaki teşhisi de, Lara Merling “İki IMF’nin Öyküsü: Ekvador’un Yeni Kredi Programı” başlıklı yazısında yapıyor (Open Democracy, 1 Ekim 2020).

Merling doğru bir tespitle  başlıyor: “IMF’nin  Araştırma Bölümü, IMF’nin uygulattığı   programların dünya çapında eşitsizlikleri artırdığını; büyümeyi olumsuz etkilediğini  ortaya koyan yayınlar yapmaktadır. Bu “yüz”, Ekim toplantısını açan Georgieva’nın konuşmasına ve son IMF raporlarına da yansımıştır. 

IMF’nin  “insafsız” yüzünü ise ülkelere uygulanan programlar ve bunları yürüten, denetleyen uzmanlar temsil eder. Merling örnek veriyor: “Ekim toplantısından hemen önce yürürlüğe giren IMF ile Ekvador arasındaki kredi anlaşması, Georgieva’nın konuşmasında uyardığı tüm politika reçetelerini içermektedir.” 

Sözü edilen Ekvador programı, geçen yıl uygulanmaya başlamış; ancak ağır önlemleri, işçilerin, köylülerin kalkışması sonunda dondurulmuştu. Bu kalkışmayı Ekim 2019’da “Ekvador’da IMF Ayaklanması” başlıklı bir yazıda anlatmış, değerlendirmiştim. 

Program yeniden uygulandı; tepkileri yine tetikledi, ama IMF kredileri de açıldı. Önümüzdeki yılın Başkanlık seçimlerine adaylığını koyan solcu Andres Arauz, seçimi kazanırsa IMF koşullarını uygulamayacağını şimdiden belirtti (TeleSur, 15 Ekim 2020).

Dahası da var: IMF Başkanı Georgieva, yönettiği uluslararası kurumun ikinci yüzünü, (hem de 14 Ekim’de) Arjantin’e gösterdi. Bu ülkeyle yürütülmekte olan “borç  erteleme” müzakerelerinden şöyle söz etti: “Ekonomik krizini aşmak için Arjantin siyasal kararlılık göstermelidir. Öncelik, ekonomi ile insanların desteklenmesini dengeleyen, güven uyandıran, kapsamlı bir ekonomik gündem oluşturmaktır.” (AFP, 15  Ekim). 

“Siyasal kararlılık, piyasalara güven uyandırmak, dengeleme”… Bunlar, IMF’nin, geleneksel, insafsız, ülke programlarının tipik terimleridir. 

Burada, Arjantin’le ilgili ek bilgi gerekiyor: 2015’te Mauricia Macri fanatik neoliberal bir programla başkanlığı kazandı; sol-Peronistleri iktidardan uzaklaştırdı. Dış borçlanmada ölçüyü hızla  kaçırdı; IMF ile kredi anlaşması yaptı; uygulanan program ağır bir krize yol açtı. IMF’den alınan 44 milyar dolarlık  kredi “buharlaştı”. Macri seçimi kaybetti; iktidarı yeniden sol-Peronistlere devretti. Şu anda yeni iktidar, IMF kredilerinin geri ödenme koşullarını müzakere ediyor. 

IMF Başkanı Georgieva ise 13 Ekim’de kemer sıkma politikalarına karşı çıktı; ertesi gün Arjantin yönetimine “siyasal kararlılık” sorumluluğunu hatırlattı; IMF’nin Arjantin krizindeki sorumluluğunu unutarak… 

IMF gibi kurumlar, “iki yüzlü” olabilirler. Başkan Georgieva ise kurum değil, bir insandır. Bir gün arayla iki konuşmada açığa çıkan bu karşıtlık, “şizofrenik çift kimlik” arızası olarak da yorumlanabilir. 

Ek: Geçen hafta bu köşede “Bir Darbenin Sonrasında Bolivya” başlıklı yazıdaki öngörüm doğru çıktı. MAS’ın adayı Luis Arce açık farkla ilk turda Başkan seçildi. Halkın birleşmesi bir kez daha faşizmi yenilgiye uğrattı.

Bolivya halkı seçim zaferini kutluyor.