Akademide 12 yıl boyunca öğrencilik yaparak ulaşılması zor bir rekora imza atan, hem mektepli hem de alaylı sanatçı apoletlerini sağ ve sol omuzunda taşıyan Tekbaş ele avuca sığacak türden bir adam değildi. Akla gelecek ya da gelmeyecek her türden çılgınlığı gözünü kırpmadan yapabilirdi.

Dünyanın Tekbaş’ı (2)

1971 yılında Güzel Sanatlar’a birincilikle girmişti Kâmil Tekbaş. Aynı gün radyoda spikerlik, tiyatroda oyunculuk ve Güzel Sanatlar’ın imtihanları çakışmıştı. O ise Ankara’dan nefes nefese koşturarak yetiştiği akademiyi tercih etmiş; Avrupa’lardan boyalar getirten zengin çocuklarının arasında başlamıştı geçim ve okuma mücadelesine. 

Bu onun İstanbul’a ilk ayak basışı değildi, daha önce de bir sinema yarışmasına girmek için gelmişti. Bir elinde minik bir zincir sallıyor, sırtında mintan; girmişti Laleli Anadolu Tiyatrosu’ndan içeri. Jüri kendisini çok beğenmiş, ama o dönemin ünlü oyuncularından birinin torpilli akrabası seçilmişti. 

İstanbul’a geldiği gün parayı bitirmişti, yatacak yer yok, mevsim kış. İlk geceyi Yenikapı’da bir balıkçının kayığında geçirmişti. Ertesi gün tir tir titriyordu, üstelik karnı aç. Sirkeci postanenin önüne gelmiş. Bakmış ihtiyar bir adam mektup yazmaya çalışıyor. Sormuş buna okuman yazman var mı, yazar mısın diye. 

- “Yazarım amca, sen bana iki tane kâğıt iki tane kalem al, ne olur ne olmaz kalemin ucu kırılır falan.” 
Mektubu tek kâğıda yazıyor. Adamın eline sıkıştırdığı parayla da malzeme alarak, postanenin kapısında resim, karikatür çiziyor, mektup yazıyor. Cebine ilk koyduğu parayla en güzel lokantaya gitmiş, ardından sıcak bir oda tutmuştu. 

***

Kader rotayı akademiye doğru yöneltince sayısız yük binmişti sırtına Tekbaş’ın. Mesela yurtta kalacak yer yoktu. Ankara’dan tanıdığı tiyatrocu Cüneyt Gökçer’in yanına gittiğinde sağladığı güven sonucu tiyatronun anahtarlarını emanet etmişti Cüneyt Bey buna; hem orada kalsın hem de dekoratör olarak işin ucundan tutsun, harçlık çıkarsın. Kime Niyet Kime Kısmet oyunu için bir yandan sahne boyuyor, bir yandan da bir taksi eşliğinde İstanbul’un duvarlarını afişliyordu. Bir akşam oyun kapalı gişe. Kapıdaki görevli geldi:

- “Kapının önünde zabıt arabası var, seni görmek istiyorlar.”

Çıkıyor dışarı, zabıtaları kahve içmeye buyur ediyor ama, adamların bakışları sert, vücut dilleri kararlı: 

- “Bırakın çayı kahveyi beyefendi, siz şehirde afiş yapıştırmadık direk bırakmamışsınız, ceza keseceğiz.”

- “Bakın memur bey, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı en ön sırada oyunu izlemek için oturuyor” deyince zabıtalar yumuşuyor. Ceza kesmek yerine oyunu izleyebilecekleri bir iki sandalye rica ediyorlar. 

Gündüz akademide akşam tiyatroda geçiyordu. Buradan para kazanmadı, yatacak yer karşılığında çalışıyordu.

Zaten almak da istememişti, Cüneyt Bey’in borçları vardı, çalışmaya başlamasının dördüncü ayında tiyatroya icra gelmişti. 

***

1952 Ankara doğumlu Tekbaş, Altındağ semtinden. Sivas kökenli Alevi bir ailenin çocuğu, vazife gereği gelmişler Ankara’ya. Babası Ziraat Bankası’nda müdür, anne ev hanımı. Yedi kardeşin üç numarası, ama babasının vefatının ardından ailesiyle münasebeti kesmiş. 

Akademide 12 yıl boyunca öğrencilik yaparak ulaşılması zor bir rekora imza atan, hem mektepli hem de alaylı sanatçı apoletlerini sağ ve sol omuzunda taşıyan Tekbaş ele avuca sığacak türden bir adam değildi. Akla gelecek ya da gelmeyecek her türden çılgınlığı gözünü kırpmadan yapabilirdi. Karlı bir kış gününde okulun rıhtımında ellerindeki kanyakla ısınmaya çalışırlarken denizde çırpınan martıyı buz kesmiş sulara atlayarak kurtaran oydu. Çok sevdiği, kendine örnek aldığı Muhammed Ali’nin boksu bırakmasına üzülerek, onu yeniden ringlere döndürmek için maç teklif eden de oydu. Okula ünlü pantomim sanatçısı Darius geldiğinde, çocukların “sen daha iyi yaparsın” gazına gelerek ertesi gün sahneye çıkan; yoga ve Kung Fu arası hareketlerle bacağını kafasının arkasına dolayan, Darius’un da takdirini kazanan; okula gelip “çocuklar aranızda öğrencilerin sorunlarını anlatacak biri çıksın” diyen Kültür Bakanı hanımefendiye Feridun Akozan’ı göstererek “Cesur insanları severim ama pasif rektörleri hiç sevmem. Burada öğrencilerin hiçbir sorunu çözülmüyor” diyerek okuldan atılmanın eşiğinden dönen; Akademi öğrencileri ucuz kâğıt alsınlar diye Unkapanı’ndan top kâğıt alıp satan; televizyonlarda David Carradine’ın çekirgeyi oynadığı Kung-Fu dizisi henüz gösterilmeye başlamamışken, bu sporun hocalığına başlayan, (bu sporu -okuldan kaydının silindiği kısa zaman aralığında gittiği- Hindistan’da ve Çin’de öğrenmişti) Alibeyköy’de okul açıp 10 yıl hocalık yapan; kaldığı yurtta karyolasının başucuna kocaman bir Atatürk resmini yerleştirdikten sonra, tek başına gazete çıkaran, çıkardığı gazetenin sloganına “Dün Atatürk, bugün Ecevit, yarın Tekbaş” yazan; belediye başkanı ve milletvekili olmak için adaylığını koyduğu 1989 yılında Taksim’de miting yapan, Turgut Özal’a, Nejat Eczacıbaşı’na, Sıla’ya fal bakan, yüksek stresin pençesinde kıvranan Antalya valisi Erol Tezcan’a rahatlaması için karşısına geçip kaval çalan, öngördüğü tüm -bilhassa- siyasi kehanetleri 2013 yılına (Gezi başlayana) kadar mesken edindiği İstiklal Caddesi’nde halka yüksek sesle anons eden; hepsi oydu. 

***

Bakırköy Belediye Başkanı Ahmet Bahadınlı destek amacıyla ona Caroussel’de bir mekân tahsis etmişti, ama o Beyoğlu sevdalısıydı. Bazen -eski yerinde olmayan- Hala Mantı’nın önünde, bazen de mesai saatlerini tamamlayarak kepenk indiren bir mağazanın önünde; yer zaman fark etmez o hep aynı iştahla bir yandan gelene geçene Atatürk sevgisi ve iktidar eleştirisi içerikli nutuklar atıyor, öte taraftan arkasındaki duvara bayrak, portre, gazete kupürleri türünden bir şeyler asıyordu.    

Cumhurbaşkanlığına talip olduğunu açıkladığı 2014 yılında Bakırköy’de evinin önünde sopalı adamların saldırısına uğradı. Aylarca hastanede yattı, kırılan bacaklarına çift platin takıldı. O tarihten sonra bir daha adım atmadı çok sevdiği İstiklal Caddesi’ne. Son dönemde mekân olarak Kadıköy’ü İskele Caddesi’ni bellemişti. Akşamları da son vapura yetişiyordu, Burgazada’ya kalkan… 

Ancak salgın günleri Tekbaş’ı da semtin fotoğraf albümünden çıkarmış, kendisinden haber alınmaz olsa da, o mutlaka bir gün gelecek ve o gür sesiyle memleketin aldığı vaziyeti sizlere rapor edecek.  

Murat Beşer ([email protected])