Akepe Türkiyesi bir yandan alabildiğine 'Batıcıl' mesajlar verirken, Türkiye’nin en 'batıcıl' bilinen sermaye temsilcisinin yönetimindeki futbol takımının Rusya’da top sektiriyor olması...

Dört köşeli yıldız, meşin yuvarlağa karşı!

“Seçim” adı altında düzenlenen şeyin tamamlanmasının ardından, Akepe ve genel başkanının yeni dönemde karşı karşıya kalacağı dış politika “sınamalarının” bir bölümünü gözden geçiren bir yazı kaleme almıştım. O yazıda birinci başlık “İsveç’in NATO üyeliği ve ABD”, beşinci ve son başlık ise “Rusya-Ukrayna, Karadeniz” adı taşıyordu. 

Sona eren hafta bu iki başlıkta önemli gelişmelere sahne oldu. Öncelikle 11-12 Temmuz’da Vilnius’ta düzenlenecek NATO Zirvesi’nde İsveç’in üyeliğinin gerçekleşmesi için bir mekik diplomasisi yürütüldü. NATO’nun görev süresi dördüncü kez uzatılan Norveçli Genel Sekreteri Stoltenberg, Brüksel’deki NATO Karargâhında İsveç, Finlandiya ve Türkiye’nin Dışişleri Bakanlarının katıldığı bir toplantı düzenledi. Türkiye o toplantıda da İsveç’in üyeliğine yeşil ışık yakmadı. Bana göre bu, iki sebepten mümkün değildi zaten. Birincisi bütün baskılara rağmen Erdoğan’ın pazarlık sürecini uzatma, dolayısıyla “kârını” artırma niyetiydi. İkincisi ise, Erdoğan’ın bulunmadığı ve son sözü söylemediği bir etkinlikten böylesine bir kararın çıkma olasılığının bulunmamasıydı. 

Stoltenberg bu toplantı sonrasında 10 Temmuz Pazartesi günü Erdoğan ve İsveç Başbakanı Kristersson ile bir araya geleceğini açıkladı. Peşinen yazalım o toplantıdan da net bir sonuç çıkmasını beklemiyorum. Akepe Türkiyesi’nin İsveç’in üyeliğine onay verip vermeyeceğinin ortaya çıkacağı ve açıklanacağı görüşme ancak Biden ile Erdoğan arasında olabilir. Yeri gelmişken yineleyelim. Siz bakmayın ulusalcı şakşakçılara, Akepe genel başkanının İsveç’in NATO girmesi için ortaya koyduğu koşullar ciddiyet ve inandırıcılıktan uzaktır. Bu çerçevede gündeme getirilen “PKK’yı ve Fethullahçıları barındırma, destekleme” vs gibi edimlerin ana faili bellidir. 

Birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi PKK ve onunla bağlantılı kimi hareketler İsveç’te faaliyet göstermekte, yasal ve yasadışı yollarla finansman elde etmektedir ama ABD’nin PKK ile mesaisi bunların çok ötesindedir. Washington şu ya da bu gerekçeyle PKK ile arazide işbirliği yürütmekte, silah vermektedir. Aynı şekilde, İsveç’te Fethullahçılar’ın kimi önde gelenleri yaşamakta, yazmakta, çizmekte, kendince siyasi faaliyet yürütmektedir ama eteğine yüz sürmekten vazgeçmedikleri ağlak şeyhlerinin resmi koruma altında yaşadığı Pennsylvania ABD’nin bir eyaletidir. 

Dünyanın en güçlü ve tehlikeli terör örgütü NATO’ya İsveç’in de katılmasına dair diplomatik çabalar sürerken Erdoğan Ukrayna lideri Zelenski’yi İstanbul’da konuk etti. Nerede? Vahdettin Köşkü’nde. Uygundur deyip devam edelim. Görüşme sonrasında Akepe genel başkanının “Ukrayna NATO üyeliğini hakketmektedir” şeklindeki demeci bayağı tartışıldı. Yabancı uzmanlar, Türkçe bilen meslektaşlarından yardım bile istediler o cümlenin yapısı, içeriği ve anlamına dair. Kısa bellek ve yetersiz bilgi salt bizdeki “uzmanlar”a ait değilmiş duygusu veren bu gülünç telaş bazı konuları yeniden anımsatma gereği doğurdu.

Türkiye NATO’nun Doğu’ya, yani Rusya’ya doğru genişlemesine de Balkanlar’a inmesine de ilke olarak hiçbir zaman karşı çıkmamıştı zaten. Bunun tek istisnası bilinen sebeplerle “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin NATO ile işbirliği oldu. Oradaki itiraz da NATO’yla değil Kıbrıs’la ilgiliydi zaten. Dolayısıyla Erdoğan’ın o demecinin şaşırtıcı bir yanı yoktu. Kaldı ki, Erdoğan “hemen buyursun gelsin” de demedi. 

Ziyaretin bir başka boyutu ise daha çarpıcıydı. Zelenski Türkiye’den Kiev’e dönerken yanına daha önce yapılan esir değişimi çerçevesinde savaş bitene kadar Türkiye’de kalmaları gereken Neo-Nazi Azov taburunun 5 komutanını da aldı. Erdoğan’ın Ukrayna’nın NATO üyeliğine dair sözlerine pek de tepki göstermeyen Moskova bu yapılana öfkesini Kremlin Sözcüsü Peskov’un ağzından dile getirdi. Peskov, Türkiye ve Ukrayna’nın esir değişimi anlaşmasını ihlal ettiklerini söyledikten sonra, Türkiye’ye NATO Zirvesi öncesinde baskı yapıldığını anladıklarını da dile getirdi. Bu arada Erdoğan’ın Zelenski ile ortak basın toplantısında da yinelediği Putin’in Ağustos ayında Türkiye’yi ziyaret edeceği iddiasını da “ortada böyle bir hazırlık ve tarih bulunmadığını” söyleyerek yalanladı.

Zelenski’nin İstanbul seferinin bir diğer veçhesi, Fener Rum Patriği Bartholomeos’u ziyareti ise başlı başına bir yazı konusu olabilir. Benim boyumu aşar ama sanırım bunu Sevgili Orhan Gökdemir’den bekleyebiliriz. Ben ana başlıkları vermekle yetineyim. Fener Patrikhanesi ile Moskova arasındaki çekişmenin bir derin tarihsel boyutu var, bir de daha yakın döneme ait politik bir cephesi. O cephe çok zengin ve öğreticidir. Soğuk savaş, ABD patentli Fener Patriği Athenagoras ve sağcı siyasetin “milletin adamları” arasında ilk sırada saydığı Adnan Menderes. Hani şu Patrikhane’yi ziyaret eden ilk T.C. Başbakanı olan Menderes. 

Buraya kadar yaşanan gelişmelerin düzen içinde doğrusal ve “mantıklı” bir çizgi izlediğini varsayabiliriz. Türkiye bir NATO üyesi ve bunun gereklerini yerine getiriyor. Sermaye mutlu, kalemleri, akademyası mutlu. Dört köşeli yıldız, önüne çıkan halkları sivri uçlarıyla paralaya paralaya ilerlemekte, “medeniyet” tam gaz gitmekte.

Heyhat! Hayat böylesine yalın ve doğrusal bir macera değil, diplomasi hiç değil.  

“Hayat fena halde futbola benzer. Dört doğru pas yüzde doksan goldür.” Bu sözler kime ait bilmiyorum. Ben ilk kez Serdar Akar’ın yönettiği ve senaryosunu Önder Çakar’la birlikte yazdığı “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” filminde duydum. 2000 yılında çıkan filmi, internetteki bilgilere bakılırsa salonda sadece 150 bin kişi izlemiş. Ben olsam okullarda gösteririm. Ne yazık ki konumuz bu güzel film değil, sadece futbol. “Futbol sadece futbol mu?” sorusuyla başlayabiliriz. Uzun zamandır öyle olmadığını biliyoruz. Kapitalizm futbolu da berbat bir gösteri etkinliği haline getirdi. Avrupa’nın büyük futbol kulüplerinin bütçeleri kimi küçük ülkelerin bütçelerinden fazla. Sonuçta meşin yuvarlağı ayağınızla ittirip üç direkli bir kaleye sokmaya çalıştığınız  bir oyunda milyarlarca Avro dönüyor artık. Avrupa’da en çok parası olan kazanırken, Türkiye gibi kimi ülkelerde ise siyaseten arkası sağlam olanın “kazandığı” bir oyalama faaliyeti. Futbol artık bir spor değil, ekonomik, ticari ve siyasi bir etkinlik sahası. 

Uzatmayalım, Akepe Genel Başkanı bir yandan da NATO genişleme pazarlıkları, bir yandan Ukrayna liderini ağırlamakla meşgulken, spor sayfalarında kalmasını bekleyebileceğimiz bir haber ön sayfalara fırlayıverdi. Fenerbahçe Spor Kulübü Profesyonel Futbol Takımı yaz kampı için Rusya’yı seçmişti. Daha önce herhangi bir Türk spor kulübünün yaz kampı için Rusya’ya gittiği olmuş mudur diye araştırmadım. Olsa bile Fenerbahçe’nin gitmesinin taşıdığı anlamla karşılaştırılamaz. Neden? Hayır, Fenerbahçeli olduğum için değil! Yönetimden başlayalım. Kulübün başında Ali Koç var. ABD, Batı, sermaye, hatta özel sektör  deyince akla ilk gelen holdinginin, Koç Holding’in sahiplerinden biri. Koç Holding ile Akepe arasındaki ilişkileri  Orhan Gökdemir daha yeni yazdı. Oradan okuyun lütfen! 

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri saldırısı başladıktan sonra neredeyse bütün spor dallarında Rus takımları, sporcuları uluslararası organizasyonlara katılmaktan men edildiler. Rus futbol takımları da UEFA tarafından devre dışı bırakıldılar. Ali Koç’un tapulu malına dönüştürülen Fenerbahçe ise yaz kampı için Rusya’yı seçmekle kalmadı, ülkenin önde gelen takımlarından Zenith’le de bir hazırlık maçı yaptı. Bu duruma en sert tepki de Ukrayna kulübü Dinamo Kiev’den geldi. D. Kiev, geçen yıl İstanbul’da oynanan Şampiyonlar Ligi ön eleme maçında “Putin lehine” tezahürat yapılmasına da atıf yaparak Rusya’da kamp ve maç yapan Fenerbahçe’ye “onursuz, utanmaz, vicdansız” gibi sıfatları uygun gördü. İstanbul’daki maç sonrasında ben bir şeyler karalamıştım. Okursanız bu meseleye gelen bakışım hakkında aklınızda belirebilecek “ne diyor bu adam?” yönündeki sorular büyük ölçüde yanıt bulacaktır. 

Benim dikkat çekmek istediğim nokta, D.Kiev-Fenerbahçe polemiğinde kimin haklı, kimin haksız olduğu değil. Akepe Türkiyesi bir yandan alabildiğine “Batıcıl” mesajlar verirken, Türkiye’nin en “batıcıl” bilinen sermaye temsilcisinin yönetimindeki futbol takımının emperyalizmin paryalaştırmak için her yolu denediği Rusya’da top sektiriyor olması. 

Alın size, hayatı, dünyayı ve diplomasiyi siyah ve beyazdan ibaret görme konforundan vazgeçemeyenler için yeni bir sınama...