'...Türkiye’de düzen Batının parasına ve parayla birlikte dünyadaki sistemin mekanizmalarına ihtiyaç duyuyor. Türkiye’deki toplumsal düzen iktisadi açıdan sermaye akışının yanı sıra, Batının ideolojik, siyasi ve askeri desteğine de mahkum...

Doların saltanatı yıkılıyormuş

Türkiye’de doların saltanatının yıkıldığının iddia edildiği saatlerde dolar, lira karşısında bir kez daha tarihi seviyeleri test ediyordu. Paramızın değer kaybının günlük yaşantımızı nasıl etkileyeceğini ilerleyen günlerde hep birlikte tekrar göreceğiz. Süreci tekrar anlatmaya gerek yok, çünkü herkes Ağustos 2018’den sonra yaşananları hatırlıyor.

Baştan aşağı dışa bağımlı bir ekonomide çarklar daha hızlı dönmeye başladığında fiyatlardaki kur etkisine, hayatın nasıl pahalılaştığına tanık olacağız. Birileri dalga geçer gibi doların saltanatı hakkında hamaset yaparken, bizim için ağır ve acılı bir fatura hazırlanıyor.

Ama mesele bundan ibaret değil. Çünkü Batı karşıtı söylem hazırda tutulurken harıl harıl Batıdan borç dolar arayanların yönettiği bir ülke burası.

Evet, Türkiye’yi yönetenler ekonomiyi finanse etmek için dolar arıyorlar. Bu ihtiyaç yalnızca muhalifler tarafından dillendirilmiyor artık. Bu arayışı iktidar da saklamıyor. Çünkü işin saklanabilir bir tarafı kalmamış, AKP de Türkiye’nin dışarıdan kaynak bulma zorunluluğunu kabul etmiş durumda.

Bu kaynak için IMF’yle çeşitli gerekçelerle gerçekten görüşmemiş olabilirler. Ancak IMF’ye dair itirazı dillendirirken dahi, başka odaklarla görüştüklerini söylüyor ve aslında kaynak ihtiyacını itiraf ediyorlar. AKP çevreleri farklı merkez bankalarıyla görüşmeler yaptıklarını yalanlamıyor ve AKP’li siyasetçiler hummalı bir şekilde borç para arıyor.

Bu amaçla, ABD ve Fransız bankalarının liderliğinde, basına kapalı bir toplantıda bir grup bankerle bir araya gelen Berat Albayrak toplantıyı açarken üç gün önce attığı meşhur twitinde olduğu gibi ezanımızı susturamazsınız diyerek söze başlamamıştır herhalde.

Türkiye ekonomisi Albayrak’ın görüştüğü o bankerlerin sağlayabileceği paraya kökten bağımlı. Bu bağımlılık da bir günde veya birkaç yılda oluşmadı. Ancak AKP, kendi iktidarı sırasında yaptıklarıyla bu bağımlılığı tarihte görülmedik biçimde derinleştirdi. Kamuya ait işletmeler özelleştirildi, yabancı sermayenin önündeki tüm engeller kaldırıldı, sanayi ithalata bağımlı hale getirildi, kamunun kaynakları bir avuç patrona peşkeş çekildi, tarım çökertildi…

Türkiye’yi yöneten AKP, Batıya karşı işine geldiği zaman hamaset dolu nutuklar atarken, Türkiye’nin ekonomik yapısının Batıya bağımlılığı derinleşti.

Bu yapısal zorunluluklar nedeniyle şimdi AKP’li yöneticiler, merkez bankası veya başka bir kurum aracılığıyla finansman sağlaması için yalvaran gözlerle ABD’nin kapısında bekliyor.

AKP geçmişte Batılı merkezlerle yaptığı benzer pazarlıklarda farklı yöntemler izledi. Bu pazarlık sürecinde Batıyla mesafe bazen söylemsel olarak açıldı, bazen kapandı. Zaman zaman Batılı ülkelerin arasındaki çelişkilere oynanırken zaman zaman da Batı ittifakının birliğine vurgu yapıldı. Dünyanın içinde olduğu karmaşık durumdan, stratejik yarılmalardan, dünya düzeninin hegemonik bunalımlarından, savaş ve çatışmadan, göçmen ve mültecilerden faydalanıldı. Hakim ton değişse de öz değişmedi. Türkiye bazen sınırları zorlasa da Batıyla olan bağlarını koparmadı, çünkü farklı düzlemlerde kurulmuş bağımlılık zinciri orada aynı şekilde duruyordu.

AKP’nin bir kez daha cephanelikte ne varsa kullanacağı, Batıyla yürüttüğü pazarlıkta siyasi, iktisadi veya askeri her türlü yönteme başvuracağı aşikar. Bu süreçte geçmişte olduğu gibi dalgalı, inişli çıkışlı bir söylem tutturacağı da…

Ama ortada yapısal bir gerçek var. Her kritik dönemeçte hatırlanan veya dışarıdan AKP’ye hatırlatılan bu yapısal gerçek Türkiye’nin uzun vadeli yönelimlerine damgasını vuruyor. Türkiye’de düzen Batının parasına ve parayla birlikte dünyadaki sistemin mekanizmalarına ihtiyaç duyuyor. Türkiye’deki toplumsal düzen iktisadi açıdan sermaye akışının yanı sıra, Batının ideolojik, siyasi ve askeri desteğine de mahkum. Emperyalizm dediğimiz dünya sistemi bu mahkumiyetin üzerine kurulu zaten.

Ama AKP bu konuda yalnız değil. Türkiye’deki tüm düzen partileri bu gerçeği veri alarak siyaset yapıyor. Muhalefet AKP’yi Türkiye’nin bağımlılık zincirlerinden dolayı eleştirmiyor. Başta CHP olmak üzere düzen muhalefeti AKP’nin dış siyasette attığı stratejik adımlara ve içerideki otoriter yönelimlere karşı çıkıyor, çünkü yabancı sermayenin ve genel olarak Batılı hükümetlerin tedirgin edilmesinin yanlış olduğunu düşünüyor.

Hem içeride hem dışarıda siyasi ve toplumsal gerilimler azaltılacak. Bir tür normalleşmeyle sağlanacak huzur ve güven ortamında Türkiye ekonomisinin finansmanının maliyeti düşürülecek. Başka bir deyişle daha yüksek miktarda sermaye girişi, daha ucuza sağlanacak. CHP’nin merkezinde durduğu muhalif bloğun iktidar planının, yapısal reformlar diye adlandırdıkları programın özü bu.

Bu program her başlıkta kendisini Türkiye’nin dışa bağımlılığını yeniden üreterek somutluyor.

AKP’ye bu ekonomik felaketten dolayı kızarken çıkış yolu olarak IMF ve benzeri çözümleri gösteriliyor. Kapı arkasında harıl harıl dolar ararken bayrak, ezan edebiyatı yapan AKP’nin ikiyüzlülüğü teşhir ediliyor ama bu teşhir sırasında herkesin dolara mecbur olduğu söyleniyor. Bir yandan Batıya üstünlük taslayıp öte yandan ABD’li yetkililere adeta yalvaran AKP’li yöneticilerden bahsederken, AKP, ABD ile arayı bozmakla suçlanıyor.

Bu yaklaşımda derin bir problem var. Türkiye’nin adım adım oluşturulmuş dışa bağımlılığının değişmez bir kader olduğunu telkin eden problemli bir yaklaşım bu. Bu değişmez bağımlılığı veri aldığı için de üretilen her kurtuluş reçetesi dışarıyla bağlantılı oluyor. Doların saltanatını yıkan büyük ülke hayaliyle ortalıkta gezen AKP’lilerle dalga geçerken dahi aslında doların saltanatının kalıcılığına iman ediliyor.

Bu siyaset tarzıyla Türkiye’yi karanlıktan çıkarmak ve memleketi kapıda bekleyen büyük iktisadi ve siyasi felaketlerden korumak imkansız.

Oysa doların saltanatını yıkmak mümkün. Üstelik ülkenin kurtuluşu da tam orada. Asıl mesele AKP’nin bunu yapamayacağı gerçeği. Esas sorun piyasanın kurallarını değişmez bir mekanizma gibi gören kim varsa doların ve paranın saltanatını yıkamayacak olması.

Ama bunu yapabilecek olanlar var. Paranın saltanatını değil emekçi halkın ihtiyaçlarını esas alan bir toplumsal düzen kurmak isteyenlere kulak vermenin şimdi tam vakti.