"Şaşırtıcıdır ama müritlerinin arasında Bulgar anarşistleri Bogomillerin dahi olduğunu öğreniyoruz."

Diyar-ı Rum'un pertevi: Şeyh Bedreddin

Diyar-ı Rum’un pertevi mi dedik?

Rum Diyarının ışığı anlamına geliyor. 

Rum Diyarı; on üçüncü yüz yılda, Endülüslü İbn-i Arabi’nin (1165-1240), Horasanlı Mevlana’nın (1207-1273), İranlı Hacı Bektaş’ın (1209-1271) hayata ve insana dair düşüncelerinin kesişip, harmanlandığı, kendisini yeniden ürettiği coğrafyanın adı. Toplumsal hafızada bunlar var.

Burası: Anadolu… 

Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Şaman, Budist… 

Bedreddin’in fikir dünyası toplumsal hafızası böylesine zengin bir coğrafyadan beslenerek, çoğalarak gelişiyor. Kimileri “Rum Pertevi” diyor ona, kimileri için de “Rum Diyarı’nın Hallacı” oluyor Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Mahmud. 

Biz ona kısaca Bedreddin diyoruz. Takipçilerine Bedreddiniler… 

İsyan bayrağını çektiğinde Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Şaman, Budist her inançtan yoksul köylünün, Kalenderinin, Haydarinin, Cavlakinin, Torlak’ın sahiplendiği Bedereddin’dir artık. Şaşırtıcıdır ama müritlerinin arasında Bulgar anarşistleri Bogomillerin dahi olduğunu öğreniyoruz.

Şimdi “Bir” diyerek başlayalım:

“Bir zamanlar benim dinimden olmadığı için komşumu suçlardım. Ama şimdi kalbim bütün biçimlere açık: O ceylanlar için bir çayır, keşişler için bir manastır, putlar için bir mabet, hacı için bir Kâbe, Tevrat levhaları ve Kuran kitabıdır. Ben aşk dinini vazediyorum ve hangi yöne yönelirse yönelsin bu din benim dinim ve imanımdır.” 

Bu, Endülüs’ten Rum Diyarı’na gelen İbn-i Arabi’dir. Takipçileri Şeyhü’l Ekber diyor. “En büyük şeyh” anlamına geliyor. Kitabi İslâm “Şeyhü’l Ekfer” demeyi münasip buluyor. “Kâfirlerin Şeyhi” olarak tercüme ediyoruz. Bedreddin’in su içtiği pınarlardan biridir. Zamanla o da tıpkı İbn-i Arabi gibi büyük din alimliğinden kâfir taifesine intisap ediyor.

Bedreddin’in beslendiği coğrafyanın kültürel zenginliğini ve dinler arasındaki ilişkiyi göz önüne sermek için Mevlana Celâleddin Rumi’nin cenaze töreninin girişini Michel Balivet’nin “Şeyh Bedreddin, Tasavvuf ve İsyan” kitabından aktarmak istiyorum. Buna “İki” diyelim:

“Sonra cenazeyi dışarı çıkardılar. Büyük küçük bütün insanlar başlarını açmışlardı. Kadınlar ve çocuklar da orada idiler. Büyük kıyamete benzer bir kıyamet koptu. Herkes ağlıyordu. Erkekler çıplaktılar, feryad ederek elbiselerini yırtarak gidiyorlardı. Hıristiyanlardan, Yahudilerden, Araplardan, Türklerden, vb. bütün milletler, bütün din ve devlet sahipleri hazır bulunuyordu. Her biri kendi adetleri veçhile kitapları ellerinde önden gidiyorlar, Zebur’dan, Tevrat’tan, İncil’den ayetler okuyor ve hepsi de feryat ediyordu…”

Mevlana şehirlerde yaygınlaşıp yükselirken, bu defa Rum Diyarı’na aşiret gelenekleri ve Şaman inancıyla harmanlanmış, isyancı Baba İlyas çevresinden Batıni- Alevi bir kol; İran’ın Nişabur’undan kalkıp, “güvercin donunda” Kapadokya ovasına konuyor. Bu Hacı Bektaş-ı Velidir. Bozkır insanını peşine takıyor. Kısa sürede etkisini o kadar arttırıyor ki çok geçmeden Osmanlının Yeniçeri Ocağı Bektaşi tarikatına eklemlenecektir. 

Balıvet’den aktarmaya devam ediyorum:

“Çok sayıda Müslüman ve Hristiyan her gün Bektaşi tarikatının kurucusu Hacı Bektaş Veli türbesini ziyarete geliyor, yerli Hristiyanlar onu Azizi Haralambos’la özdeşleştiriyor. Bu inanç doğrultusunda türbeye girerken Hristiyan ziyaretçiler haç çıkarıyor, Müslüman hacılar ise bitişikteki camiye gidip ibadet ediyor. Her iki kesim aynı şekilde iyi karşılanıyor.” Buna da “Üç” diyoruz.

Bedreddin’in düşünce dünyasının şekillenmesinde 13’üncü yüzyılda Rum Diyarını derinden etkilemiş bu üç derviş topluluğunun, bu üç eşitlikçi “tasavvuf ehlinin” rolüne işaret etmek gereğini duydum zira yaklaşık yüz elli yıl sonra bu coğrafyadan yükselecektir Bedreddin.

Yalnızca Rum Diyarı’ndan olduğu için değil, Balkanlı anlamında Rumelilidir Bedreddin. Babası İsmail, bazı kaynaklarda İsrail, gazi geleneğinden gelen bir Osmanlı askeri şefidir. Günümüzde Yunanistan sınırları içinde kalan Simavna kalesini zapt ettikten sonra buraya askeri kadı olarak tayin edilen İsmail, kale komutanının sonradan Müslüman olacak olan kızıyla evleniyor. Yani anne tarafından Hristiyan’dır Bedreddin. Eşi ise Kahirede tanıştığı Habeşli bir cariye… 

Çok iyi bir eğitim gördüğünü okuyoruz. Edirne’den başlıyor. Bursa, Konya, Halep, Şam… Matematik, astronomi ve felsefe okuyor. Müderristir… Profesör anlamına geliyor. 

Yıl 1383 Bedreddin ilim ve felsefe merkezi olarak bilinen Kahire’dedir. Kısa aralıklarla uzaklaşmasını bir tarafa bırakırsak 1405 yılına kadar burada kalıyor. 

1395’te tanışıyor Şeyh Hüseyin Ahlati ile. Yazılanlara göre bu tanışma onun yeniden doğuşu oluyor. Alevi-Batini itikadından, Karmati eşitlikçi komüncü geleneğinden gelen Şeyh Hüseyin Ahlati’nin öğrencisi oluyor. Şeyhin ölümünden sonra, vasiyet gereği olarak şeyh postuna oturuyor. Adının başındaki “şeyh” unvanını buradan alıyor.

1405’te Kahire’den Rumeli’ye dönmek üzere yola çıktığında Sünni İslam’dan soyunmuş, malını ve mülkünü yoksullara dağıtmış, geçmişten kurtulmanın bir simgesi olmalı, bütün kitaplarını Nil’e atmış, sırtında derviş abası; “Rum ülkesinin Hallac-ı Mansur’udur” artık! Bunu, Hüseyin Ahlati’nin kendisine uygun gördüğü bir unvan olarak taşıyacaktır.

Usuldür. Osmanlı ailesinin fertleri birbirlerini öldürerek iktidar oluyorlar. Yıldırım unvanlı Bayezid 1400’ün başında Timur karşısında yenilip esir düşünce oğulları birbirleriyle ölümüne zıtlaşıyor. Kardeşlerden İsa, kardeşlerden Musa’yı Bursa’dan kovalıyor ama tahta oturması nasip olmuyor. Kovulan Musa öbür kardeş Mehmet’le bir olup İsa’yı öldürüyor. Böylece kardeşlerden biri eksilmiş oluyor. İyi ama bir de Süleyman var. Musa Rumeli’ye geçerek Süleyman’ı öldürüyor ve Edirne’de tahta geçiyor ama ne fayda! Bizans’ın paralı askerlerini yedeğine takan Mehmet geliyor ve Musa’nın ordusunu dağıtıp, usuldendir, Musa’yı öldürüyor, Edirne’de tahta çıkarak siyasal düzeni yeniden tesis ediyor. Bu ara döneme Fetret Devri diyoruz. Sonradan ortaya çıkan tartışmalı bir kardeş daha var. “Düzmece Mustafa” deniliyor. Onu ortadan kaldırmak Murad’a nasip oluyor. Usul bu!

Bedreddin isyanı Fetret Devri’ne denk geliyor.

Bedreddin Edirne’ye geldiğinde Musa Çelebi Osmanlı Rumeli’sinde hükümdardır (1411-1413). Yani henüz başı omuzlarının üzerindedir. Musa, Mehmet, Süleyman çekişmesinde Bedreddin, Musa’nın tarafında onun kazaskeri (askeri hakim) olarak yer alıyor. 

ileride Torlak Kemal ile birlikte isyanın askeri şefi olacak olan Börklüce Mustafa ise Bedreddin’in kethüdasıdır. Yardımcısı anlamına geliyor.

Kardeşi Mehmed’ e yenilen Musa Çelebi, usule uygun olarak bu dünyadan göçertilirken Bedreddin İznik’te sürgün, Börklüce Aydın’da isyan hazırlığındadır. 1413 yılındayız…

Ve Börklüce faslındayız:

“Mezkur köylü, Türklere va’z ve nasayihde bulunuyor ve kadınlar müstesna olmak üzere erzak, melbusat, mevaşi ve arazi gibi şeylerin kâffesinin umumun mâl-i müştereki addedilmesini tavsiye diyor idi. Diyordu ki: ‘ben senin emlakine tasarruf edebildiğim gibi sen de benim emlakime aynı suretle tasarruf edebilirsin.’ Köylü avâm-ı halkı bu nevi sözlerle kendi tarafına celb ve cezb ettikten sonra Hristiyanlar ile dostluk tesisine çalıştı.”

Bunları Michel Balivet, Dukas Tarihi’nden aktarıyor. Türkçesi ve Türkçesinden anladığımız en özet haliyle şu:

Adı geçen köylü, Börklüce oluyor. Ve kadınlar hariç her şeyin toplumun ortak malı olması gerektiğini propaganda ediyor. 

Şimdi 1416’dayız. 

Börklüce Karaburun’da, Torlak Kemal Manisa’da isyan hazırlığındadır.

Gerek Joseph Von Hammer gerekse İ. Hakkı Uzunçarşılı “Büyük Osmanlı Tarihi” adını verdikleri kapsamlı çalışmalarında Bedreddinilerin isyanına özel bir bölüm ayırıyorlar ve “ihtilal” girişimi olarak değerlendiriyorlar. Hammer, Bedreddin isyanını beş yüzlü yılların başında İran’da patlayan tarihteki ilk Komünist Zerdüşt/Mazdek isyanına benzetiyor. Hammer’den aktarıyorum:

“… Bedrü’d-din’in isyanı İran’da Zerdüşt ruhbanının çıkardıkları ihtilalin fena bir taklidi olmakla beraber, ancak İran’ı kana boğmuş olan şu ihtilal, Bedrü’d-din isyanının ne olduğu hakkında doğru bir fikir verebilir. Cüretkâr bir adam olan Zerdüşt rahibi Mezdek en müstebidâne bir surette idare olunan memlekette hürriyet, müsavvat (eşitlik) ve mallarda ortaklık kaidelerini ilan etmişti. Bu prensiplerin tutuşturduğu ihtilal ateşi süratle yayılarak (…) tedricen bütün İran eyaletlerine sirayet etti. Börklüce ile Torlak’ın ve Bedrü’d-din’in vefatı Osmanlı Devleti’ni Avrupa’da ve Asya’da o türlü bir tehlikeden kurtarmış oldu.”

Hammer, vahşice katledilen bu üç büyük isyancıyı nazikçe “vefat” ettirirken isyanın bastırılmasının yalnızca Osmanlıyı değil, Asya ve Avrupa’nın diğer taht ve taç sahiplerini de rahatlattığını yazıyor.

Börklüce Karaburun’da, Torlak Manisa’da üstlerine gelen Osmanlı ordularını iki kez üst üste dağıtıyor.

Uzunçarşılı şunları yazıyor:

“Dede Sultan diye anılan Mustafa’nın üzerine mühim bir kuvvetle memur edilen İzmir sancak beyi Aleksandr bunlara mağlup ve maktul oldu; bunun üzerine Saruhan sancak beyi olan Ali Bey de bozguna uğratılıp kendisini zor kurtarıp Manisa’ya kaçtığından durum nazikleşti…”

Osmanlı ordusu ufalanırken Bedreddiniler büyüyüp çoğalıyor. İznik’te sürgün Bedreddin, yoldaşlarının kıyam ettiği haberini alınca gizlice Sinop üzerinden Makedonya’ya geçiyor… Yanında bizim büyük ozanımız:

“Ben gayri zuhur ve huruç edeceğim 

Toprak adamları toprağı fethe gideceğiz.

Ve kuvveti ilmi, sırrı tevhidi gerçeklendirip milletlerin ve mezheplerin kanunlarını İptal edeceğiz…”

Osmanlı sultanı Çelebi Mehmed ileride Fatih Mehmed’in babası olacak olan on iki yaşındaki Murad’ı , “cellatlık talimi” için olmalı, “beş tuğlu” Beyazıd’ın yanına katarak isyancıların üzerlerine salıyor. 

Büyük şairimizin artık Bedreddin’in omuz başında olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Gördüklerini yazıyor ne bir fazla ne bir eksik: 

“Aydının Türk köylüleri,
      Sakızlı Rum gemiciler,
                  Yahudi esnafları,
On bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafa’nın
Düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
          Kalkanları kakma, tolgası tunç saflar
Pare pere edildi ama,
Boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
On binler iki bin kaldı…”

Börklüce çırılçıplak edilip çarmıha gerilirken geride sağ kalan iki bin yoldaşının tek kafalarının kesilmesi izletiliyor.

İkisi de Dukas’yı okumuş, bunu referanslarından anlıyoruz. Ancak Uzunçarşılı kendi tarihinden utanmış olmalı, değinmiyor. Hammer açık sözlü, Dukas’dan aktarıyor: 

“… Binâenaleh Padişah, henüz on iki yaşında bulunan oğlu Murad’ı Avrupa ve Asya eyaletlerinin bütün kuvvetleriyle , bu meczuplar mezhebini tenkile memur etti. Refakatinde Beyazıd Paşa olduğu halde hareket ederek ordusunu asilerden ayıran derbentleri geçti. Yolunda erkek, kadın, genç, ihtiyar, her kim tesadüf ettiyse askerin kılıcıyla maktul oldu…”

Çok açık, yalnızca Bedreddin’in savaşçıları değil; eşikte beşikte; yaşlı, genç, kadın, erkek… Osmanlı ordusu biçiyor.

Sonra Torlak Kemal…

Sonra… Biz ona Bedreddin diyoruz. Diyar-ı Rumun pertevi…

Yazının hazırlanmasında yararlanılan kaynaklar:

Michel Balivet, Şeyh Bedreddin Tasavvuf ve İsyan, Tarih Vakfı Yayınları 3.Baskı, 2011, İstanbul

Joseph Von Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, 1.Cilt, Üçdal Neşriyat, Mehmet Ata Tercümesi, İstanbul

Nâzım Hikmet, Benerci Kendini Niçin Öldürdü içinde Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Adam Y., 1990, İstanbul

Ord. Prof. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, 1.Cilt, Türk Tarih Kurumu Y. 1990 İstanbul