'Bizde ise polisin modası geçti, imam modası var. Gayet mantıklı bu da. Cumhuriyeti yıkanlar yıkıntıları üzerinde bir imamlar düzeni kurdu. Dağ taş imam. İmamlıktan başka her şeyi yapıyorlar yalnız. En işe yaramazları ise maaşlı din elemanı. O kadar çoğaldılar ki, düzen canları sıkılmasın diye iş yaratıyor onlara. Duaya, salaya yapılan fahiş zamma bir de böyle bakabiliriz.'

Diyanetin başı, Mahmut Şevket’in iskeleti

AKP Cumhurbaşkanı, evlilik dışı ilişkiler ve eşcinsellik üzerine sarf ettiği ayrımcı ifadeleri üzerine Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'a yönelik eleştiriler için, "Diyanet İşleri Başkanımıza yapılan saldırı devlete yapılan saldırıdır” dedi, malumunuz. Demek artık devlet dediğimiz şey büyük ölçüde dinden oluşuyor. Bilmiyorduk, öğrendik. Dışı laik, içi imamın abdest suyu kıvamında yeni bir devlet bu. Ezana zam yaptılar, duaları caminin dışına çıkardılar haliyle. Beş vakit namaz oldu 10 vakit. Salalar dualara, dualar ezanlara karışıyor. İmamlar, müezzinler bile şaşırdı sayısını.

AKP Cumhurbaşkanının bu sözünün aslını Büyük Fransız Devrimi'nin en ilginç tiplerinden biri olan Joseph Fouche’ye borçluyuz. Fouche, devriminin “terörist”lerinden biriydi. Ününü giyotin sepetine papaz başı düşürerek yapmıştı. Devrimin ateşi sönünce ışık hızıyla yeni kral Napolyon’a biat etti. Yükseldi, polis Nazırı oldu. “Terörist”leri kovalamaya başladı. “Herkesi affederin, katilleri, fahişeleri, hırsızları ve hatta imparatoruma suikaste kalkışanı bile, fakat polise silâh çekeni asla; çünkü, polise sıkılan kurşun hedefini bulduğu anda ortada devlet diye bir şey yoktur” demişti bir defasında. Aslı budur.

Bizde ise polisin modası geçti, imam modası var. Gayet mantıklı bu da. Cumhuriyeti yıkanlar yıkıntıları üzerinde bir imamlar düzeni kurdu. Dağ taş imam. İmamlıktan başka her şeyi yapıyorlar yalnız. En işe yaramazları ise maaşlı din elemanı. O kadar çoğaldılar ki, düzen canları sıkılmasın diye iş yaratıyor onlara. Duaya, salaya yapılan fahiş zamma bir de böyle bakabiliriz.

Lafı uzatmayalım. Diyanet Başkanının tartışılan sözü ne? Zina ve eşcinsel ilişki haram! Zorda kalınca “Din İşleri Yüksek Kurulu”ndan fetva da aldı destek için. Fetvaya göre de İslam'da zinanın ve bütün çeşitleriyle eşcinsel ilişkinin her türü açık ve kesin bir şekilde harammış. İyi tamam da ne olacak bu durumda? Taşlayacak mıyız yoksa boğazlayacak mıyız harama bulananları? Ne yapacağız?

AKP devleti çaresiz. Savcıya işaret çakıp Diyanetin başını eleştiren Ankara ve Diyarbakır Barosu’na soruşturma açtırdı. Soruşturma açtırmadıkları kimse kalmadı gerçi ama olsun. “Cumhuriyet Savcıları” Diyanetin başını Cumhuriyete uymaya davet etti diye baroları soruşturacak. Nerden baksan tutarsız…

Çoluğa çocuğa tecavüz edenlere göz yumanlar, “bir kerecikten bir şey olmaz” diyerek himaye edenler, suçlarına sessiz kalanlar yetişkinlere cinsel hayatları üzerinden ayar vermeye çalışıyor. Bunun adı da din. Aralarında "inançlarına" saygı bekleyenler bile var... Nerden baksan ahmakça!

***

Peki “laik” halkımızın tepkisi ne buna? Kavganın alevlendiği gün Cemil Kılıç adlı laik ilahiyatçıya sordular durumu. “Diyanet Başkanı Kuran'a uygun konuşmuyor” dedi o da. Yani laik muhalefetin Diyanet Başkanının Kuran’a uygun konuşmaya davet etmekten başka çaresi yok.

Orada işler karışık yalnız. Kuran her türlü “meal”e cevaz veriyor ama işler sertleşince tercihini Cemil Kılıç’tan değil Ali Erbaş’tan yana yapıyor. O da bunu bildiğinden, “Peki Osmanlı Padişahlarının cariyelerini ne yapacağız?” diyor. Kuran olmazsa Osmanlı; muazzam gerçekten.

Cevapları açık halbuki, İmam nikâhı diye bir şey var, çok kolay. Yapıyorsun, iş bitince bozuyorsun. Her şey kitaba uygun hale geliyor. Üstelik İslam’da cariyelik var ve kölelerle yatmak için imam nikâhına gerek yok.

Madeline C. Zilfi’nin “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kölelik ve Kadınlar” adlı kitabından daha önce de burada söz etmiştik. O çok övdükleri Osmanlı en altta kölelerin ve kadınların durduğu sert bir hiyerarşi üzerinde yükseliyordu. “Dar’ül Harp” denilen topraklar Müslümanların hükmettiği “Dar’ül İslam” denilen topraklara, Gayrimüslimler Müslümanlara, reaya memurlara, köleler özgür insanlara ve nihayet kadınlar erkeklere tabiydi. Hepsini kitabına uydurmuşlardı.

Osmanlının her yanında köle pazarları kuruluyordu haliyle. Buralarda “ikinci el” köleleri ucuza satın almak bile mümkündü. Özellikle Sarayda elini sallasan köle-cariye kadınlara değiyordu. Sultanlardan bazıları -Zilfi, III.Osman’ı örnek veriyor- bu kadar bol kadının arasında sıkılmış, erkeklere meyletmişti. Yani cariyelik düzeni homoseksüel eğilimleri ortadan kaldırmamış, tam tersine kışkırtmıştı. Osmanlı’da kadın aşkı Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkar, “Hürriyet”ten sonra kadının bireye dönüşmesi ile birlikte taçlanır. İsteyen, merak eden bakar, araştırır.

Bir not daha; Üsküdar’daki son köle pazarını Cumhuriyet kaldırdı. Bu bilgiyi de İlahiyatçı Mustafa Öztürk’e borçluyuz. Cumhuriyet yoksa kölelik sürer...

Özeti şu; Diyanetin başını kitaba uygun konuşmaya davet etmek gibi şeyler boş işlerdir. Bunları terk edip, Aydınlanmaya yaslanmak gerekir. Başka yolu yoktur…

***

Sadece köleliğin ve “oğlancılığın” değil, sınırsız Alevi düşmanlığının kökleri de Osmanlıdadır. Sarayın, İran Safevi Devletinden duydukları nefret zamanla Anadolu’nun Alevi Türklerinden nefrete dönüştü. Osmanlıdan İslamcılara miras kaldı. Daha yakın zamanda düzenin “resmi tarihçisi” fesli Kadir Mısıroğlu, "namaz yok, oruç yok, bin bir yalan, rezillik! Siz kimsiniz ulan!" demişti Aleviler için.

Meali Alevilerin İslam’dan sayılmadığıdır. Aleviler Ali’ye tapar, Kuran’a inanmaz, yıkanmaz, abdest almaz, namaz kılmaz, oruç tutmaz, yaptığı yemek yenmez, evlenilmez, ana bacı tanımaz gibi lakırdılar standart Osmanlı-yobaz dinci söylemi değil mi?

Fakat, CHP’li Belediyenin hazırlattığı bir kitapçıkta Alevileri İslam’dan ayrı gösterdi diye koşup suç duyurusunda bulundular... Pantolon giyen kız çocuklarının cehenneme gideceğini söyleyen İlahiyatçı İhsan Şenocak bile “tepki gösterdi” duruma. Halbuki sorsan Alevilikle ilgili söyleyebileceği tek bir olumlu sözü yoktur.

Ama aslında biz de Müslümanız” diyerek kurtulamaz kimse bu şiddetten. O kadar Müslümansan Ali Erbaş’ın ve İhsan Şenocak’ın dediği gibi yaşayacaksın. Yoksa gelip Aydınlanmaya sığınacaksın!

***

Bizimki gibi eski imparatorluk bakiyelerindeki durum bu. Eskiden Şeyhülislamlık vardı, şimdi Diyanet var. Cumhuriyet düşük yoğunluklu kullanıyordu kurumsallaşmış dini, yıkanlar bağlarını çözdü, serbest bıraktı. Ölçüsüzlüklerinin arkasındaki motivasyon bu. Zina yapanlarla ve eşcinsellerle başladılar. Yakında Aleviler ve Ateistlerle devam ederler. Duramazlar çünkü, işlevleri bunu gerektirir. Söylediklerinin değerini ise doğru olup olmaması değil, devlete ve ona hükmeden efendilere hizmet edip etmemesi belirler. “Kitabına” gayet uygundur. Devlet dini kullanır, kontrol eder. Şeyhülislam da Diyanetin başı da emir kuludur nihayetinde. Ne istenirse ne emredilirse onu söyler.

İyi, fakat eleştirilemeyecek bir devlet yoktur. Devleti dine buladınız diye devlet kutsal bir şeye dönüşmez. Kavuk taktı diye Diyanetin başı dokunulmazlık kazanmaz. Polis, polis olduğu için değil yasalara uyduğu için meşrudur. Sınırı aşana ise kim olursa olsun dokunmak, eleştirmek caizdir!

***

Hürriyet-i Ebediye tepesinde taş kesilen

Mahmut Şevket’in iskeleti!

Seni oraya diken sınıf

Zırnık kadar bile vermedi bize hürriyeti;

Yıkıl karşımızdan!

Yangınları haykıran Yangın Kulesi tepeden bakma bize

Bir gün elbet

Seni borazan yapacağız kendimize,

İstanbul’un ağzı

Haykıracak kızıl inkılâbımızı!”

Sokağa çıkamadığımız 1 Mayıs’ın en büyük hediyesi bu. Yazıyı planlarken düştü önüme. Kurucularından biri olduğum TÜSTAV bulmuş, gün yüzüne çıkarmış. Nazım’ın “İstanbul’da 1 Mayıs” şiiriyle karşıladık son 1 Mayıs’ı. Şairin teşhisi yine yerinde. Bütün bu çürümüşlüğün temelinde Mahmut Şevket’in iskeletini Hürriyet-i Ebediye tepesine diken sınıfın, o “Hürriyet”ten emekçilere zırnık koklatmaması yatıyor. Hürriyet de Cumhuriyet de şaşı baktı işçi sınıfına. İmamlar düzeni bu mirası devraldı. Bu yüzden tarihe yeni bir Hürriyet ve yeni bir Cumhuriyet borcumuz var.

Ama şairin dediği gibi, bugün toz kondurmuyoruz keyfimize… Bugün “Mayıs Bir”! Bir Mayıs’ta İstanbul bizim olmuş gibidir!