Kadir Sev dinin siyatte nasıl kullanıldığına ve bilime referans olduğu noktada neler olacağını yazdı.

Din bilime referans olursa

“…herhangi bir sebeple hastalığa düçar olunması durumunda; ‘Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Çünkü Allah, yarattığı her hastalık için mutlaka bir şifa ve deva yaratmıştır…’ (Ebû Dâvûd, Tıb,1) buyurarak tedavinin önemini veciz bir şekilde beyan etmektedir.” 

(DİB Başkanının 7 Nisan Dünya Sağlık Gününde yaptığı konuşmadan)

818’de İran-Afganistan arasında Sicistan adlı bir bölgede doğduğu rivayet edilen, İslam Ansiklopedisine göre “hadisçiliği” ile ünlü Ebû Dâvûd, yukarıdaki veciz sözleri etmese, Korona salgınında pusulasız kalacaktık!

Ne günlerde yaşıyoruz; doktora gidin demek için bile dinsel referansa başvuruyorlar.

Din siyasettir;

Egemen güçler, uysal yurttaşlara ve daha çok da kullara gereksinme duyar. Yüzyıllarca cemaatler eliyle yönetilmiş olan bu coğrafyada, kul üretmenin en güvenilir, kolay ve ucuz yöntemi beyinleri dinsel dogmalarla doldurmaktır. Düzen siyasetinin ne iktidarı ne muhalefeti bu gerçeğe gözlerini kapatabiliyor. Böyle olunca da muhalefetin elinde; “gerçek İslam bu değil” söyleminden başka kullanabileceği araç kalmıyor.

Oysa gerçek İslam uğruna binbeşyüz yıl boyunca milyonlar kırdı birbirini.

Ortalık, kutsallık büründürülmüş siyasal partiler olan mezhepler ve tarikatlardan geçilmiyor. Her biri gücü oranında hasat yapıyor bu ülkede; alabildiğince yağmalıyor. Ve hepsi, gerçek İslam’ı temsil ettiğini savunuyor.

Din Devletinin kurumları oluşturuldu;

Anayasada “Türkiye Cumhuriyeti Laiktir” yazdığına bakmayın. Anayasa Mahkemesi laikliği yıllardır, “din özgürlüğü” olarak tanımlıyor. Bu yoruma göre Devlet dinsel referanslarla yönetiliyor olsa bile laikliği bozulmuyor.

Kısa da sürse bir aydınlanma süreci yaşadık. Önemli kazanımlar elde edilmişti. Hepsi tükendi.

Devletin bütün kurumları dinsel dogmalarla uyumlu olabilecek bir anlayışla yeniden biçimlendirildi. Başta sağlık, eğitim, adalet, turizm, spor olmak üzere Devletin her kurumuna ve toplumsal yaşamın her alanına, kılcal damar bırakmamacasına sızdılar. Her yerde etkisini; izini; kokusunu, duyuyoruz.

Diyanetin bütçesine bakıp, laikliğin ne kadar geriletildiğini ölçebildiğimiz günler çok gerilerde kaldı. Bütün kurumlar Diyanet artık…

Amiral gemisinde Diyanet İşleri Başkanlığı oturtuluyor.

Genel Müdürlük iken 2010 yılında Müsteşarlık düzeyine yükseltildi. Yeni kurulan genel müdürlükler ve daire başkanlıklarıyla örgüt yapısı, güçlendirildi / çeşitlendirildi. Böylelikle hem cami dışında hem uluslararası arenada etkin biçimde faaliyet yürütebileceği bir yapı kuruldu. 2018 yılında çıkarılan 703 sayılı KHK ile görev ve yetkileri yeni duruma uyarlandı güncellendi.

Toplum geriletildikçe mevzuat güncelleniyor, yetkisi ve gücü artırılıyor.

Bir süredir şeyhülislamlık benzeri bir görev de yürütüyor.

Başkanı, Devletin üst düzey görevlilerinden biri değil artık. Şeyhülislam muamelesi görüyor. Eleştirirseniz dine ve devlete saldırmış sayılıyorsunuz.

Din İşleri Yüksek Kurulu ise bir başka alem; fiili durum yaratmış, fetvalar veriyor.

Yüksek Kurulun, kendisine atfedilen yüksekliği neye borçlu olduğu belirsiz. Yüce bir unvanı olsun istenmiş ama sonuçta hepsi birer bürokrat. 16 üyesinin 4’ünü Diyanet Başkanı doğrudan; 12’sini ise diyanet bürokratları, Milli Eğitim Din İşleri Genel Müdürü ve İlahiyat Fakültesi dekanlarınca belirlenen 24 aday arasından seçiyor.

Kurul, fetva konusunda çok iddialı, akılla da pek işleri olmadığını açıkça söylüyorlar. İnternet sitelerine şunlar yazıyor; “…Din İşleri Yüksek Kurulumuz bilgiye dayalı bir otoriteye sahiptir… fetva verirken/soruları cevaplandırırken Kur’an ve Sünnet’in yanında sahabe kavillerinden, icma ve müçtehit imamların içtihatlarından da yararlanmaktadır… Kurul, salt aklı kullanarak çözüm üretme yerine, yine Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas eksenli bir çalışma yapmayı tercih eder

Durumdan önceki başkan da şikayetçi, ama…

Önceki Başkan Mehmet Görmez, Korona salgınının suçunu eşcinsel ve evlilik dışı yaşayanların üzerine yıkmaya çalışan yeni Başkana karşı çıktı; “Bizim bu tür musibetleri belirli bir günah grubuna bağlamamız haşa Allah adına konuşmamız anlamına gelir, bu doğru değil. Çünkü küresel siyasetin günahları cinsel bütün günahlardan daha büyüktür.”

Güzel sözler, ancak sihrine kapılıp gitmeyelim. Bu sözlerin “gelen gideni aratır” dan öte hükmü yok.

Bir tek örnek yeter: önceki Başkan, 25 Nisan 2016 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığında din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleriyle yapılan bir toplantıda şunları söylemişti; “...kâinatın bilgisi ile kâinatın ayetlerini birbirinden ayıramazsınız. (…) Hadis ne kadar dini bir ilimse matematik o kadar dini bir ilimdir. Çünkü matematik olmazsa, Allah´ın kâinata koyduğu sünnetleri ve kanunları öğrenemezsiniz.”

Çok mu karanlık bir tablo çizdim? Öyleyse başlığa dönelim: Din bilime referans oluyorsa… biz de olmasın diye çalışırız…bu kadar basit.